Vah benim halime! Kadir Bayrak Sayı:
119 -
İnsan olma vasfını yitirmiş, tarih boyunca kendisine gönderilen binlerce peygambere rağmen ıslah olmayan bir güruh, bütün dünyanın gözü önünde vahşi bir katliam, soykırım yapıyor.
Binlerce masum çocuk, yaşlı, kadın, sivilin acımasızca öldürüldüğü Gazze’de zulmün şiddetini ifadeye kelimeler yetersiz kalıyor.
Sırp’ın, Hırvat’ın Bosna’da, Çin’in Doğu Türkistan’da yaptığını, Yahudi, Gazze’de yapıyor.
Küfür, tek millet…
İzlemekle yetiniyor ve durum tespiti yapıyoruz, o kadar. Ne acı…
Şu yazıyı kaleme alırken utanıyorum; gelecekte bir gün bu yazıyı okursam daha az utanmak için uygun kelimeleri bulmaya çabalıyorum.
Öyle hissediyorum ki orada şehit olan cennet kokulu çocuklar, benim günahlarımın cezasını çekiyor. Yoksa olan bitenin tek sorumlusu “köpek nefsimin” elinde oyuncak olan ama adam olamayan ben miyim?
Doğu Türkistan’daki zulmü ele aldığımız 104. sayımızda, tefekkürümü “biz” merkezli yapmıştım. O zaman şunları akletmişim:
“…
İlk akla gelen soru; peki biz ne yapacağız, ne yapabiliriz?
●Bir, fert plânında pek çoğumuzun, milletlerarası platformda pek çok devletin yaptığı gibi, problemi yok sayacağız. Vicdanımız rahat, ahiret inancımız da yoksa mesele kalmamıştır.
●İki, bir problem var ama şimdilik görmezden geleceğiz. Zira görür ve ona göre aksiyona geçersek konforumuz, rahatımız, ticarî ilişkilerimiz, menfaatimiz, stratejik ortaklığımız zarar görebilir. Gün ola devran döne…
●Üç, sadece basit bir problem değil mazlumların ah’ının gökleri tuttuğu bir zulüm var ama bugün için bu zulmü elimle engelleyemiyorum. Gücüm buna yetmiyor. O zaman, elimle engel olmaya gücümün yeteceği güne kadar dilimle engel olmaya gayret ederim. Buna da gücüm yetmiyorsa kalbimle buğz ederim.
Eğer üçüncü alternatif gönlümüze yattıysa onun üzerinde de tefekkür etmekte fayda var.
Buğz etmek, sözlüklerde Allah rızası için kötülük yapanla arana mesafe koymak, ona tavır almak, ondan nefret etmek diye tabir ediliyor. Eğer ilk iki sayılana gücün yetmiyor ve Hak rızası için kalben duyduğun öfkenin hakkını verebiliyorsan, ne mutlu sana. Elini bile kıpırdatmadan hem sorumluluktan kurtuldun ve hem de sevaba kavuştun.
İkinci ve bir üst merhale, haksızlığa, zulme dil ile engel olman. Bir Cuma çıkışı, önceden emniyetten aldığın iznin emniyetiyle, elinde Gök Bayrak ve kahrolsun Çin yazan pankart, sesin kısılıncaya, damarların çatlayıncaya kadar bağırdın, arada tekbir getirdin, yapılan duaya sesli âminlerin karıştı… Yetmedi, bir de siyasi partilerin organize ettiği mitinge de iştirak ettin. Daha ne olsun! Kusura bakma, kamuoyu meydana getirmek için bunlar da lâzım ama yaptıkların, işin sabun köpüğünden magazin tarafı. Dâvânın tarihî seyrini okuyup anlayıp yazmadan, fikretmeden, dergisini, gazetesini çıkarmadan, hikâyesini, romanını, şiirini kaleme almadan, türküsünü yakmadan, folklorunu, tiyatrosunu oynamadan, filmini çekmeden, internet sitesini kurmadan, sosyal medyasına işlerlik kazandırmadan ve bütün bunları başta ailen, yakınların, arkadaşların, milletin, İslâm âlemi ve bütün insanlığa mâl etmeden sorumluluktan kurtulamazsın…
Üçüncü ve en üst merhale, haksızlığa, zulme el ile müdahale… Mutlak kudret, ezelî ve ebedî hayat Allah’a mahsus. O’nun dışında her şeyin bir sonu, eksikliği var. Aşil’in topuğu misali yenilmez nice ordular, yıkılmaz nice devletler yok olup gitti, tarih şahit. Bugün dededen kalma fişekliği takıp elimize çakaralmazı alsak bırakın Çin’e gitmeyi, köyden ilçeye varana kadar derdest edilir, bir de komik duruma düşeriz. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu, diyen Köroğlu, petrolle, dolarla, borsayla, altınla küresel piyasalarda yaşanan savaşı görseydi ne derdi acaba?..
Çin, sözüm ona emeği, paylaşmayı, eşitliği esas alan komünist idaresine karşın işkenceyi bir sanat haline getiren, mabeyin hilelerine yatkın mizacıyla, “insan insanın kurdudur” düsturunun hayat bulduğu kapitalizmle etle tırnak gibi kaynaştı. Bugünkü ekonomik gücüne de bu uyum sayesinde ulaştı. Sözün özü şu; kapitalist sistemin açığı, açmazı, yumuşak karnı neyse Çin’in de Aşil topuğu o. Fert plânında ve devletler arenasında parayla, menfaat düşkünlüğüyle, hırsla, dünyalıkla, hep daha fazlası olsun diyen nefsle ne ile mücadele edilebilecekse Çin ile mücadelenin esası da o.
Nefsi tanıyan mücadelenin sırrına da erer.”
O gün kaleme aldıklarımın hatalı olduğunu düşünmüyorum, nitekim yazıda “Çin” geçen yerlere “İsrail”i koyarsanız hiçbir anlam bozulması olmaz hatta yazı daha mânâlı hale gelir.
Buna rağmen “biz” merkezli tefekkürden vazgeçiyorum.
Bugün anlıyorum ki “ben” adam olmadan Bosna’da, Doğu Türkistan’da, Gazze’de, Kudüs’te bir zafer mümkün değil.
Hz. İsa’dan sonra (as) 600 yıl susan vahiy “Allahın adıyla oku!” diye konuşacak, “kalem” üzerine yemin edecek, akıl edebildiğimiz ve edemediğimiz daha başka pek çok yolla insanlığa sunulması mümkünken “Kitap” olarak lütfedilecek ama ben Kitap’tan, kalemden ve kalemin temsil ettiği bütün mânâlardan, fikir verimlerinden uzak bir hayat yaşayacağım.
Bütün denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa hayatını, ahlâkını anlatmakta yetersiz kalacak Varlığın Nurunun (sav) nebiliğini, idareciliğini, babalığını, muallimliğini, ordu komutanlığını, dostluğunu, düşmanlığını anlamayacağım, anlamak için gayret sarf etmeyeceğim.
Ve zafer umacağım.
Vah benim halime!..
Allahım! Gazzeli masum çocukların vebali omuzlarımda… Onların hatırına, lütfen ve keremen beni adam et!
|