Anneme... Kadir Bayrak Sayı:
124 -
 Anne girdin düşüme!
Yorganın olsun duam,
Mezarında üşüme!
Necip Fazıl
Mevzu “anne” olunca işin başında zaten bütün hayatıma ve yazılarıma yansıyan duygu yüklü tarafımı törpüleyip daha gerçekçi, ayakları yere basan, “realist” bir yazı kaleme almayı kendime kabul ettirmeyi denedim. Mümkün olmadı. Merhamet ve fedakârlığın ete kemiğe bürünmüş hali “anne”yi ele alacaksın ama işe duygularını karıştırmayacaksın… Nasreddin Hoca’nın kar helvasını icat edip beğenmemesi gibi bana da düşüncem abes geldi… Esas bu mevzuda aklı bir kenara bırakmanın ve anne mefhumunun ruhumuzda meydana getirdiği duygu seline kapılmanın doğruluğuna kanaat getirdim.
Bir sır, bir arzu, bir istek, dua… Adına ne derseniz deyin. Bende annemi ahirete uğurladıktan, onu Allah’ın sonsuz rahmetine tevdi ettikten sonra gelişen ve kırklı yaşlarıma hâkim olan bir duyguyu bu sayı vesilesiyle dile getirmeyi istedim.
Hayattayken; maddesi, bedeni sizinle beraberken onu korumak, kollamak, ihtiyaçlarını gidermek, kokusunu almak fıtrattan gelen bir ihtiyacınızı karşılıyor. Altlı üstlü oturduğumuz baba evinde sabah uyandığımda onun tıkırtılarını duymak, derinden gelen sesini işitmek bana yetiyordu. Anne, bir evlâdın içinde o kadar çok yer tutuyor ki gidince o boşluk kolay dolmuyor. Kelimelerin yetersiz kaldığını biliyorum, demek istediklerimi annesini kaybedenler anlıyor…
Zaman içinde o boşluk bir fikre dönüyor, inkılâp ediyor. Geride bıraktığı hatıralarıyla hüzünlenmek, her fırsatta onu yâd etmek, fotoğraflarına bakıp gözyaşı dökmek, arkasından yâsinler, hayır dualar göndermek değil demek istediğim. Saydıklarım elbette yapılacak, yapılıyor da zaten ama sadece bunlar değil. Annelik mefhumu üzerinde düşünmek, derinleşmek… Anneliği yaratan güce hayran olmak… Dediğimi anlatmak için belki en doğru yöntem şu olabilir: Annelik mefhumunun olmadığı bir dünyayı hayal edebilir miyiz… Hiçbir şeyin kendisi için zor olmadığı Mutlak Kudret, insanı anne olmadan da var edebilir miydi… Elbette… Şefkat, merhamet yoksunu bir dünya, fedakârlığı bilmeyen bir insanlık… Anlıyoruz ve iman ediyoruz ki merhametin kaynağına “anne”yi yaratmak yaraşır… Hamd olsun…
Gelelim sırrıma… Bu fikir, yukarıda da dediğim gibi beni, kanaatimce en büyük annenin, ilklerin ilki, bütün iltifatların yanında kifayetsiz kalacağı, annemin de annesi, annem Hazreti Hatice’nin (ra) eteğinin dibine getirdi. Yıllarca “ashabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız …” hadisi mucibince benim gökteki yıldızım kim diye düşündüm. Dönem dönem yıldızımı değiştirsem de baktım ki hep erkek sahabilerde karar kılıyorum. Kendisini tanıdıkça, onu okudukça, dinledikçe yıldızımın annem olduğunda hem aklen hem de kalben karar kıldım.
Yirmili yaşların sonunda bir umre nasip oldu. O zaman onu yeterince tanımıyordum. Bizi götürenler de kabrini ziyareti akıl etmedi. Döndük, geldik… Eksik kalmış bir umre zannımca…
Şimdi içimde bir arzu… Arzın merkezi Kâbe’ye, nurun kaynağı Peygamber Beldesine yeniden gidebilmek. Bilmiyorum bir edep hatası mıdır ama hepsinden biraz daha fazla annemin kabrine gitmek, hassaten onu ziyaret etmek…
Gerçeklemesi dualarınıza muhtaç…
|