İfade ve hızını düşmanından alan adam İlyas Subaşı Sayı:
120 -
“Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç bana da sen lâzımsın.”
Necip Fazıl
Necip Fazıl Kısakürek, bir asır önce doğdu. 2024 onun 120. doğum yılı olmakla şereflenmektedir. Onun doğduğu yıllar, 7 asırlık bir imparatorluğun kendi aydını tarafından çöküşe doğru itildiği sancılı günleri yaşıyordu. Çocukluk dönemini ülke bütünlüğünün dağıtıldığı acılar içerisinde geçirdi. Gençlik döneminde düşman işgallerinin korkularını yaşadı. Kurtuluş Savaşı’nda, askerî lisede okuduğu için silahlı mücadeleye giremedi ama ruhunu bu atmosferin ateşiyle pişirmeyi başardı. 22 yaşında, bugün bile hayranlıkla okuyup dinlediğimiz, benzerini yazabilmek için yüzlerce şairimizin kafa patlattığı “Kaldırımlar”ı yazdı.
Ne diyordu bu genç adam Kaldırımlar’da:
“Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi,
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar içimde kıvrılan bir lisandır.”
Şairin kendi içinde, yaşayan bir insan gibi gördüğü kaldırımları, aynı zamanda çilekeşlerin annesine benzeterek onun şefkatle hayatı kucakladığını anlatması oldukça anlamlıdır. Üzerindeki kalabalıkların çekilmesinden sonra, şairin yine kendine dönerek içinde kıvrılan kaldırımların dile gelmesi ve onunla konuşması, o yaşın keşfedeceği bir tablo olarak muhteşem bir şeydir.
Üç ayrı bölümden oluşan bu şiirin tamamını okuduğunuz zaman, şairin o yaşta ulaştığı ruh hâlini anlamanız mümkündür. Yalnızlığı sevmekte ve sokakların telaşından sıyrılarak gecenin sessizliği içerisinde kaldırımların gündüzden kalan telaşının muhasebesini yapmaktadır. “Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!” deyişi de bundandır; “Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,/ Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!” deyişi de bundandır.
Şairin bunu yazdığı yıl, Cumhuriyet ilân edildi, edilecektir. Felsefe eğitimi görmüş bir gencin, duygularına oturan yalnızlık psikolojisi, geçmişte kaybedilen devâsâ bir hazinenin geri dönemeyeceğine bağlanılabilir mi, bilemiyorum? Onun, “Başını bir gayeye satmış kahraman gibi,” mısraıyla başlayan Kaldırımlar’ın ikinci şiirinde anlattıkları, böyle bir arayışın ipuçlarını vermektedir. Cemiyetin kirliliğe doğru sürüklendiğini, “Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,/ Erimiş ruhlarımız bir derdin potasında” cümleleriyle anlatışı tesadüfî değildir. Nitekim bu mısralardan hemen sonra gelen, kıtanın ilk iki satırında; “İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; /Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.” demek suretiyle, bu yönde bir açıklama kapısı bırakmaktadır. Bu ikinci şiirin son kıtası ise şu ifadelerle sembollendirilir:
“Yağız atlı süvari, koştur atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur,
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları…”
Araplar, “Şiirin mânası şairin kendi gönlündedir”, derler. Bu şiir, böyle bir tarif anlayışına örnek olarak alınabilir belki.
Cemiyetin sosyal şizofreniye doğru kayışının kaygılarını anlatan bu şiir, aslında şairin kendi içindeki yalnızlığın ifadesi olarak alınmamalıdır.
Bu “Yağız atlı süvari”, önündeki yıllardan üzerine dökülen bütün kirlilikleri gördükçe, direnme gücü kazanacak ve “Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!/ Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es!”
Bu hesaplaşmanın arkasından da tesellisini açık açık ifade edecektir: Üstad, 78 yıllık ömrünü, “Dâvâ Adamı” donanımıyla geçirdi. Yazılarında ve şiirlerinde sadece savaşan bir kahraman ya da kumandan olarak değil, eğiten, yetiştiren, insanın ruh donanımını zenginleştiren bir insan olarak durdu karşımızda… Şiirini bunun için “Telkin” vasıtası olarak görüyor ve “Mutlak Hakikat”a varma vasıtası kabul ediyordu.“Şiiri, düşüncenin duygulaşması, duygunun da düşünceleşmesi” şeklinde gören bir insan için ona verilen misyon bundan başkası olamazdı…
Bizim neslin şansı, onunla yüz yüze gelmiş olması, gözlerinin içine bakarak konuşmalarını dinlemesidir. Onu doya doya yaşayarak, okuyarak çok şeyler aldığımıza inanıyorum. Tek Parti Dönemi’nin ceberrut yönetimine baş kaldıran, inandıkları uğruna, “Çile”ye tâlip olan ve bu talebini de şiirle ölümsüzleştiren Necip Fazıl Kısakürek, Cumhuriyet Nesli’nin ruh mimarıdır!.. Yirmi yılı aşkın bir süredir, ondan mahrumuz. Onun öldüğü gün doğanlar, bugün onun “Kaldırımlar”ı yazdığı yaşa geldiler. Yeni nesil içerisinde, o şiirlerin bir kıtasını olsun yazabilecek kabiliyet, heyecan ve gayrete sahip gencimiz var mı acaba? Bence, gerçek yokluğun acısını işte bu arayışın sancısı çektirmelidir!..
Onun girişe aldığımız beyitinde irade eğitiminin hareket noktası olması bakımından bu yönden önemlidir.
|