Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 34 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     35 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Kardelenden haberler
Kardelen Dergisi

  Sayı: 123 -

44. Toplantı

Kardelen’in müesseseleşen ve derginin yayın periyoduyla aynı zamanlarda yapılan yazarlar toplantısı 26 Ekim 2024 tarihinde gerçekleştirildi. Toplantının başkanlığını yapan Kadir Bayrak’ın takdim konuşması ile başlayan toplantıda daha sonra Ali Erdal söz aldı.

Derginin en son çıkan sayısı ile yeni çıkacak sayısının değerlendirildiği toplantı bir sonraki toplantının yeri ve tarihi belirlenerek sonlandırıldı. 

Toplantı başkanı Kadir BAYRAK’ın konuşması

Âlemlerin Rabbine hamd,

Biricik Habibine sâlat ve selâm,

Sahabeye, tabiine, beldelerimizin manevî büyüklerine tazim ve hürmet… 

Değerli gönüldaşlar,

Toplantımızın hayırlara vesile olması temennisiyle şahsınızda bütün Kardelen camiasını selâmlıyorum…

Cüneyd Zapsu. Ak Parti kurucularından. BİM alışveriş mağazaları zincirinin de kurucusu. 2018 yılında katıldığı Davos’ta yaptığı ve geçtiğimiz hafta sosyal medyada sıkça yer bulan konuşmasından bir bölümü size aktarmak istiyorum. Aşağıdaki görüşlerin büyük bir kısmı Cüneyd Bey’in katıldığı toplantıda konuşmacı olan Kudüs’te bir üniversitede öğretim üyesi Prof. Hariri’ye ait…

“İnsanların bambaşka bir cins haline gelme durumu var. Yani şu an yaşadığımız son normal insan jenerasyonu. Bizden sonraki jenerasyonlarda insanların bağımsız olarak yaşamayacakları kanaati çıktı ortaya. Sadece memleketleri değil insanlığı küçük bir elit grup idare edecek. Yani bağımsız düşüncelerini kaybetmiş bir insanlıktan bahsediyoruz. Tarihe baktığımızda imparatorluklar hep toprakla ölçülmüştür. Sonra ikiyüz sene kadar önce ilk sanayi devrimi, makineler. Makinelerin sahibi, teknolojinin sahibi insanları yönetmiş. İlk baktığımızda başta toprak sahipleri yani aristokratlar bir de avamlar vardı. Sonra kapitalistler ve proleterler. Şimdi ise yeni devrim, yeniçağda -ve bu çok çabuk ilerliyor- datanın sahibi, verilerin sahibi… Küçük ama çok çok küçük bir grup, elit grup olma tehlikesi var. Diğerleri de idare edilenler. Bizler hâlâ korkuyoruz, işte telefonumuz, kompütürümüz hacklendi. Artık o geride kalmış bir olay. Verilerimiz hacklenmekle kalmıyor, yavaş yavaş beynimiz hacklenmeye başlandı. Başlandı bile, şöyle ki beyin dalgaları bir takım biyometrik sensörlerle ölçülmeye başlandı ve bunlar elektrik akımlarına çevrilerek veriler alınıp analiz edilmeye başlandı. Kendinizin ne düşüneceğiniz, birini gördüğünüz an, sizi hemen görüyor, ne düşündüğünüz, ne düşüneceğiniz, ne reaksiyon vereceğinizi anlamaya başladılar, yani biyokimyasal prosesörler var artık. Şundan da kurtulmak yok artık, ben bu telefonu kullanmayacağım, sen kullanmıyorsun ama yanındaki kullanıyor. Kurtulmanın da imkânı yok, zaten de kurtulamazsınız. En basit bir misal vereceğim şimdi sağlık, şu akıllı saatleri takıyorsunuz, ben de takıyorum ara sıra, işte kalbinizi ölçüyor falan… Neye bağlı, telefona. Ama onlar bu bilgileri her bir yerde saklıyor. Bütün bu veriler saklanıyor. Veriler ışık hızıyla gidiyor ve istediğiniz kadar kopyalanabiliyor. İstediğiniz yerde. İnsanlığın bundan sonraki gelişimi tabiî olmayacak. Bundan sonra artık bu bioteknolojinin sahipleri bizi yönlendirecekler. Ne yiyeceksin, ne içeceksin gibi. Şu anda, konuştuğumuz anda İsrail hükümeti, Batı Şeria’da her canlıyı, sadece insan da değil, hepsini dünya tarihinde görülmedik bir şekilde 24 saat, 365 gün kontrol altına alıyor, bunu İsrail’in dışında da bu işin ne kadar önemli olduğunu bir kontrol, bir regilasyon haline getiren bir tek Çin var. Batıda, daha ileri teknoloji sahibi olan devletlerde ise hâlâ daha insan hakları şu bu… İnsan hakları deyip devletler karışmıyor ama şirketlere kimse bakmıyor. Kızım bana aylar önce şöyle demişti: Baba, şu anda yaşayan jenerasyon son bağımsız düşünen insan jenerasyonu olacak. Bundan sonra bizim çocuklarımız bağımsız olmayacak. Onları yeni gelen insan çağına yetiştirmemiz lâzım. Dinî telkinler vermemiz lâzım...” 

Uzun bir metin oldu ama ifade etmek istediklerime girizgâh olması için bunları aktarmam gerekiyordu. Şimdi bizler, bu topraklarda yaşayan ve kendini milliyetçi, muhafazakâr olarak tanımlayan bizler, herhalde 1948’ten beri, üç belki de dört nesildir “Kahrolsun İsrail!”, en az iki nesildir de “Kahrolsun Çin!” sloganları atarak zulme karşı çaresizliğimizi örtmeye çalışıyoruz. Ama ne İsrail’in ne de Çin’in kahrolduğuna da şu ana kadar şahitlik edemedik.

Sloganla kimsenin kahrolmayacağı aşikâr. Peki, ne yapmak lâzım? Yapacak çok şey var da hemen akla gelecek olanları saysak… Fert planında olması gerekenler bir yana sadece cemiyet planında yapılabileceklerden birkaç örnek… 

●Mademki sosyal medya artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası orada insiyatifi biz alsak, bizim hazırladığımız videolar, klipler, programlar, animasyonlar oralarda yer alsa…

●Bunun da ötesinde bize ait sosyal medya platformları kurabilsek…

●Bilgisayarlarımızdaki işletim sistemlerini, programları biz yazsak…

●Savunma sanayinde Bayraktar ailesinin yakaladığı başarıyı hayatın her alanına hâkim kılsak…

●Ticarette, üretimde, ihracatta, ithalatta, bankacılık sisteminde kendi para sistemimize geçsek… Eğitimde, sağlıkta, tarımda, hayvancılıkta yani her alanda yerli ve millî olabilsek… 

O zaman slogan atmaya ne hacet, birileri bırakın kahrolmayı kahr-u perişan olur, yanıp kül olur…

Mümkün mü? İnanıyorsak bu sorumluluk omuzlarımızda…

İyi de en az İstanbul’un fethi kadar ehemmiyetli bu devrimi, ihtilali, inkılabı gerçekleştirecek, zihinleri fethedecek o nesil nasıl yetişecek, o nesli kim inşâ edecek… İşte burada Kardelen ve benzerleri devreye giriyor.

Şimdi diyebilirsiniz ki “yahu sen çıkacak sayının sohbetinde yazdıklarımız okunmuyor diye hayıflanmadın mı?” El hâk doğru söylüyorsunuz. Evet üzülüyorum ama bir gün baraj kapakları açılınca suyun tazyikle fışkırması gibi insanlığın üzerine yemin edilen “kalem”e ve kitaba yeniden teveccüh edeceğine de şiddetle inanıyorum. 

Kelebek etkisi diye bir teoriden bahsederler. Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına sebep olabilir. Veya bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına sebep olabilir. 

Kardelen, bir kelebek misali kanatlarını çırpıyor ve çırpmaya da devam edecek Allah’ın izniyle. Kardelenden kastım sadece dergi değil. Bir fikir etrafında toplanan bizler, ailelerimiz, yakınlarımız, dostlarımız, arkadaşlarımız, bizim hal ve hareketlerimiz, işimiz, ziyaretlerimiz, sosyal medya hesaplarımız, whatsap gruplarımız, kitap okuma programlarımız vs… Bir okul olarak Kardelen. Bugünkü şartlarda elimizden bu geldi, bu kadarını yapabildik. Ama az bir mesafe de katetmedik.

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,

Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,

Bir zerreciğim ki, Arş’a gebeyim,

Dev sancılarımın budur kaynağı! 

Bütün gönüldaşları muhabbetle selâmlıyorum… Toplantımız bereketli olsun!

 

44. toplantıda Ali ERDAL’ın konuşması

-ZAMANIN RUHU-

Allah'a hamd, Resulü'ne salâvat, başta sahabiler olmak üzere büyüklere tazim, bütün ümmete başta Kardelen olmak üzere sıhhat, afiyet ve bereketli toplantılar niyazı ile…

Değerli gönüldaşlar,

Hazırladığımız bu sayıda yayınlanan bundan önceki toplantı başlangıcında söylediğim gibi ne zor şartlar altında bu toplantıya katıldığınızı, sizin kadar olmasa da kısmen ben de yaşadığım için farkındayım. Teşekkür ve takdirlerimi arzederim.

Allah, sadece fertlere değil, topluluklara da kader takdir ediyor. Sadece fertlere değil, topluluklara da mizaç, karakter ve şahsiyet veriyor. Meselâ bir bitki içerisinde onun alt birimlerine, üst birimlerine, parçalarına ve bütününe iç içe, Allah’ın, idraki zor mizaç, karakter ve şahsiyet verdiğini görüyoruz. İnsan bu yaratılışı ve yaratılanları inceliyor. Bunları tasnif ediyor, sınıflandırıyor, kıyaslıyor, özelliklerini sıralıyor; buna göre onlardan nasıl istifade edeceğini tespit ediyor. Bu yaptığı işe de ilim diyor. Düşünecek olursak insanın yaptığı bir şey yok. Her şeyi bir yapan, yaratan, şahsiyet veren, karakter veren, mizaç veren, kader yaratan, kader yazan, bilen, takdir eden bir kudret var; insan bunları tespit ediyor, kaydediyor. Yunus ne güzel demiş:

Gördüm diyen değil, gören,

Bildim diyen değil, bilen,

Bilen O'dur, gösteren O,

Aşka esir olan benem.

Bir çocuğun elindeki kırmızı taşları bir kenara, mavi taşları bir kenara koyması ne kadar basit bir hadise ise ve bu başarı değilse insanın ilim diye ortaya koyduğu, böbürlendiği hiç değil. Her varlığa Allah’ın ona verdiği şahsiyete uygun olarak muamele edebilmek için, yani bir varlığı anlayabilmek, tanıyabilmek için, meselâ solucanı, meselâ salyangozu, meselâ timsahı, meselâ kutup yıldızını, Yahudi’yi, Türk’ü; aklınıza ne geliyorsa anlayabilmek için, Allah’ın ona verdiği kaderi, mizacı, şahsiyeti, karakteri bilmek lâzım.

   Efendimiz; –sallalhu aleyhi ve sellem– kabileleri bir vakıa olarak kabul ediyor. Onlara artık müslüman oldunuz, bundan sonra kabileniz yok, hepiniz tek bir vasıftasınız müslümansınız demiyor. Onlara liderlerinizi değiştirin, yeni seçim yapın demiyor. Onları bir vakıa olarak kabul ediyor; onlarla ona göre çarpışıyor, anlaşma yapıyor ve ona göre tavsiyede bulunuyor. Ensar’a ayrı, Muhacir’e ayrı bayrak veriyor. Peki Allah’ın mizaç vermesi, karakter vermesi, şahsiyet vermesi sadece bildiğimiz mahlûkatına mahsus mu? Bir de zaman var. Ne olduğunu bilemediğimiz zaman... Zamanın ruhu diyorlar ya hani… Aynı karakter, şahsiyet, mizaç zamana da veriliyor. Meselâ Asr-ı Saadet… Onun bir ruhu var… Sonra saltanat dönemlerinin ayrı bir karakteri var. İslâm’ın Türk’e geçmesinin ayrı bir karakteri var. 16. Yüzyılın müslüman Türk hâkimiyeti asrı olmasının bir ruhu var. Ve bugünkü halimizin bir karakteri, mizacı var. Zamanın ruhunu bilmek; şu anda Allah’ın zaman için ve zaman içinde neyi takdir ettiğini anlamaya göre hareket etmek… Zamanın ruhunu, vasfını bilemezsek, etrafımızdaki her şeyin ne ifade ettiğini bilemezsek, her şeyde yaya kalırız. İnsan, öyle veya böyle, Allah’ın yarattıklarını bilmekle, Allah’ın tecellileriyle dolayısıyle Allah ile münasebet halindedir. İnkâr eden bile… İnsanın yaptığı başka hiçbir şey yok. Veli demiş ya, “Günah işleyeceğin zaman Allah’ı mülkünün dışına çık” İnkâr eden bile, O’nun verdiği dili kullanıyor. Kâinatın Efendisi’nin, “eşyanın hakikatini olduğu gibi göster” duasını hatırlayalım. Bize bunun için Efendimiz, –O’na selâm olsun– apaçık veya örtülü olarak yol göstermişlerdir. Bütün peygamberler zaten zamanın ruhunun üstünde olarak, o günün yolunu göstermişlerdir.

Allah Mukaddes Kitabı’nda bazı kavimleri, bazı toplulukları boşuna –hâşâ– söylememiştir. Bugünü ve bugün yapılanları, bugünkü zulümleri görmek, zalimleri tanımak, âdetâ dünyaya şamil bir zulüm orkestrası çalınmasını anlayabilmek için de bir kavmi iyi tanımak ve onun bugün zamanın ruhu bakımından nasıl hareket ettiğini ve edeceğini anlayabilmek icabeder.

Kim söylemiş bilmiyorum. Duyduğum sırada da not etmek imkânı bulamadım. Diyor ki: Yahudi, insandaki nefs gibidir. En aşağı nefs gibidir. Araştırırken baktım Ahmet Akgül isminde biri de, tanımıyorum kişiyi, kendisini siyaset bilimci, düşünür ve Çözüm dergisi başyazarı olarak takdim ediyor. Şöyle diyor: “Siyonist Yahudiler, insanlığın nefs-i emaresi konumundadır.” Tahrif ettiği kitaplarından örnekler veriyor ve “Dünyada ne kadar ahlâksızlık varsa, kaynağı onların bu tahrifleridir” diyor. Bizden bir kişiyi de örnek veriyor. “Sabataist Ahmet Altan” diyor, onun yazılarından örnekler veriyor.

Nefs-i emare… Emreden nefis… Neyi? Kötülükleri… Menfaati… Bugün Netenyahu’ya karşı gösteri yapanların, Yahudi’nin açık açık söylediği, ‘ben dünyanın hâkimiyim, kralıyım’ anlayışına karşı hareket etmediğini, esirlerin kurtarılması yönünden muhalefet ettiğini bilmek lâzım. Yukardaki teşhis “Siyonist Yahudiler’le” sınırlandırılamaz. Nitekim Yahudi’nin yaptıkları sıralanırsa görülecektir. Zaman zaman bunları konuştuk, konuşmalıyız da… Falan hadise onun başının altından, filân hadise onun başının altından çıkmıştır. Liste uzar gider. “Tarihin sonu” safsatasını hatırlayalım… ‘Dünyada bugüne kadar gelmiş inanç ve fikirlerin sonu gelmiştir; artık Yahudi hâkimiyetinin zamanı gelmiştir.’ Görüyor musunuz zihniyeti... Pek fazla konu olmadı ama… Hollanda’da bir Yahudi de nefsini düşünmenin felsefesini yapan bir kitap yazmıştı. Diyor ki… ‘Tarihte ne kadar gelişme olduysa, bu insanın kendini, nefsini düşünmesindendir. Gelişmenin motoru nefstir, kendini düşünmektir… Başkalarına yardım ederseniz, ona kötülük yapmış olursunuz. Onun hareket kabiliyetini sınırlandırmış olursunuz’ şeklinde bir felsefe ortaya koymaya çalıştı; tutmadı. Ama bir zihniyetin belgesini verdi. Yahudi budur.

Nefs-i emare… Kendini düşünen, kendinden başkasını düşünmeyen nefs… Anneciğim… Allah rahmet eylesin… Bunu çok güzel ifade etmişti: “Nefsinin insanı” diyordu böylelerine. Karşımızda bugün nefsinin insanı, nefsinin topluluğu var. Bu bencillik, o kadar fazla ki, düşünemiyoruz; o kadar fenasını, bu kadar egoistliği havsalamız almıyor. Kendisine karşı, küçücük çocuk ileride terörist olarak karşısına dikilecek diye öldürmesini anlayamıyoruz. İnsanın toplu katliamlar yapacağını havsalamız almıyor. Tarihte, erkek çocukları öldüren Firavun gibi bir örnek olduğu halde… Erkek çocuklardan başka, hamile kadınları öldürtüyordu. Ama maalesef, anlasak da anlamasak da böyle bir vakıa var. Dünyanın başına belâ. Bu teşhisi sadece benim ifade ettiğim sanılmasın. Yahudiler hakkında söylenmiş pek çok söz var. Araştırırken Volter’in bile, –dine inanmadığı söylenir– Yahudi hakikatini ifade eden sözlerini gördüm. 1930’ların gazetelerini incelerken, –herkes çok kolay bir şekilde görebilir– Yahudilerin falan, yerden, filân yerden kovulduklarına dair haberler var. Kendilerini düşünerek yaptıkları kötülükler, insanların canına tak demiş ve her yerden kovulmuşlar.

Hal böyleyse… Nefs-i emare hüviyetinde bir topluluk varsa… Onun muhalifi, karşıtı olmalı. Muhalifi derken, bu bencilliği tez olarak ifade, karşıtını da antitez olarak ifade ettiğim sanılmasın. Bencillik antitez. Renklerin birbirine zıt oluşları var… Birbirinin konturu… Siyah – beyaz, sarı – mor… Mavinin konturu turuncu olduğu gibi bir karşıtı olmalı. Kimi söyleyeceğimi ve bunu şöven bir duyguyla söylemeyeceğimi bilirsiniz… Şimdi yaptığımız ve yapacağımız milletimiz hakkındaki tespitler, sadece Müslüman Türk’ün değil her müslümanın iştirak edeceği tespitlerdir. Ne maksatla söylenirse söylensin doğrudur. Nefsinden başkasını düşünmeyen Yahudi’nin karşıtı, Allah adını dünyaya yayma mücahidi Türk. İki tane, bunun doğruluğuna delil söylemek yetecektir. Zaten bunları çok konuştuk ve yazdık, kitap haline geldi. Milletimizin ırkçı olmaması… 16. Asır dedik demin, tamamen Türk asrı. Her yerde hâkim kudret bir Türk devleti. Böyle bir kudret ırkçı olsaydı, Türkçe’den başka bir dil kalmazdı. İngilizce’nin sömürge ülkelerindeki ve hattâ dünyadaki konuşulma alanı bunu ispat ediyor. Baskı yapmamışız, doğru yapmışız. İkinci olarak da… Vakıflar… Kurduğumuz vakıf müesseseleri diller destan… Sadece kendine yaşama hakkı tanımanın karşısında, Allah için kendinden verme, fedakârlık… Bazı zaaflar da göstermişiz. İyi tarafları olsa da, ne demek kendi devletine başka kavimlerden devletli getirmek, sadrazam getirmek?..

Zamanın ruhu dedik… Bugünkü halimize, zamanın ruhu yönünden bakacak olursak… Bu haşmetli millet, kendisini büyük yapan o imandan –Allah muhafaza– koptu kopacak… O imanı kaybetti, kaybedecek… Kaybetmeyeceğine inanıyorum, inanıyoruz… İnanmamız lâzım. Hattâ bu sefer, daha kuvvetle iman edeceğine inanıyoruz.

Eğer, Allah muhafaza, İslâm’dan uzaklaşacak olursak, koparsak, dilim varmıyor anlıyorsunuz –Allah muhafaza– mürtet duruma düşersek; o zaman sadece mürtet olmayız, İslâm’a –Allah muhafaza– iftira da etmiş olunur, oluruz demeyelim, olunur. Bir insanın önüne bir yemek getiriyorsunuz, bir lokma alıyor, elinin tersiyle tabağa vuruyor ve fırlatıp atıyor; yemeği kötülemek için ağzına geleni söylüyor. Hâlbuki yemek çok güzel. Yemeğe iftira ediyor. Müslüman olan, İslâm’dan dönerse, sadece terketmiş olmaz, iftira da etmiş olur. Hiç girmeyen, tadını bilmediği için hiç olmazsa iftira etmekten kurtulmuş olur. Niye müslüman olmadın diye kimse cezalandırılamaz, zorla müslüman olacaksın denemez. Ama müslüman olduktan sonra terk edenin bir cezası olmak lâzım. Değişik görüşler bir yana; erkek öldürülür, kadın hapsedilir, denilmiş. Türk milleti için asıl felâket bu olur. Bize düşen, bizden her topluluğa düşen milletini, kavmini bu hale düşmekten korumaktır. Irkçı da olsa, hattâ, müslüman olmayan Türk’e bile böyle bir görev düşer. Çünkü milleti, İslâm’ı terkederse helâk olacaktır. Türk dışındaki Müslümanlar da aynı vazife ile yükümlüdür.

Birbirine kontur durumdaki iki millete bakarak, Allah bir millete iyi, bir millete kötü takdirde bulundu denemez. Allah geniş bir yelpazede alternatifleri takdir etmiştir, siz tercihinizi yapmışsınızdır. Biz tercihimizi yapmışız, müslüman olmuşuz ve İslâm’ın bayraktarı olmuşuz. Bu bir şeref olmakla beraber, bir sorumluluktur, vazifedir. İşte Kardelen, bugünkü sorumluluğu taşımanın bugünkü fikirsizlik kışına rağmen, fikirsizlik kışını delip ortaya çıkmanın adıdır.

   Değilse bile olmalıdır.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Kardelenden haberler... - Sayı 123
Kalem erbabına...... - Sayı 123
Gelecek sayı (124) konusu... - Sayı 123
Kardelenden Haberler... - Sayı 122
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (124):
Diyarbakır anneleri...

Son Eklenen Yorumlardan
 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer

 Süleyman Abdulla. Müasir Azərbaycan poeziyasinin ən görkəmli nümayəndəl... Hikmet

 yüreğine kalemine sağlık hayırlı ve bol okurları olsun.🤍✒️...

 Çok güzel bir şiir. Suleyman kardeşimize, ve "Kardelen"e başarııar diliyorum.... Qabil Nabi


Devekuşunun kafasını kuma gömmesi misali kafasını toprağa gömen Avrupa bilmez mi ki, nefesi kesilince kafasını (soktuğu yerden) çıkarmak zorunda kalacak ve pişman olacaktır(pişmanlık duyacaktır).
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Kudret-i ilahi
Ürəyimin Əsdiyi
Yaşanan pişmanlık
Suriye Türkmenlerinin dilinden
Gittikçe azalıyoruz


Ali Erdal - Her şey apaçık
Kadir Bayrak - Nerelisin
Necip Fazıl Kısakürek - Doğuda buhran
Ekrem Yılmaz - Göç mü hicret mi
Ekrem Yılmaz - Zerre
Fatma Pekşen - Mustafa
Dergi Editörü - Hicret şuuru
Site Editörü - Zor sınavımız mültec...
Necdet Uçak - Yüreğim benim
Kardelen Dergisi - Gelecek sayı (124) k...
Kardelen Dergisi - Kalem erbabına...
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Gittikçe azalıyoruz
M. Nihat Malkoç - Suriye Türkmenlerini...
Hızır İrfan Önder - İstemem
Berna Pak - Gelecek(siz) çocuk
Ayhan Aslan - Dilenci
Mehmet Balcı - Sevda
Mehmet Balcı - Tükür
Ahmet Çelebi - Kaçıncı bahar
Av. Mustafa Büyükgüner - Heybemden
Halis Arlıoğlu - Gaflet, dalalet ve h...
Murat Yaramaz - Pusula
Murat Yaramaz - Soğuk
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Asırlık mertebe
Suleyman Abdulla - Ürəyimin Ə...
Cemal Karsavan - Hasrete zincir mi da...
Emine Öztürk - Bismillah
Osman Akçay - Gibi
Bekir Oğuzbaşaran - Türküleri seviyorum
Yaşar Akyay - Yaşanan pişmanlık
Yaşar Erim - Firavun düzeni devam...
Cahit Can - Bu insanlar
İbrahim Durmaz - Kar
Sevdagül Aykar Yıldız - Oğulcan
Mehmet Emin Armağan - Kudret-i ilahi
Saltuk Buğra Bıçak - Sarı yapraklar dökül...
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 15093399
 Bugün : 1802
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 638253
 Bugün : 51
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 74
 123. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 7
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim