Devlet-i ?liyye Cavid Kasımlı Sayı:
55 - Ocak / Mart 2007
BİR ANEKDOT: Fransa Kralı III Napolyon'un, Paris'te Osmanlı Devleti Büyükelçisi olarak bulunan Ahmet Vefik Paşa ile konuşması esnasında bir ara alaylı bir şekilde "Sen kendini Yavuz Sultan Selim'in elçisi mi zannediyorsun?" demesi üzerine Ahmet Vefik Paşa'nın da büyük bir hazır cevaplıkla: "Öyle olsaydım, siz Fransa'da imparator olarak bulunamazdınız" demiş.
Kuruluşu
Oğuz Boyu'nun Kayı Aşireti'nin Bey'i Ertuğrul Gazi tarafından bu devletin ilk temelleri atılmıştır. Ancak Ertuğrul Gazi'nin 1281 yılında vefatının üzerine devlet kurma görevi oğlu Osman Gazi'ye düşmüştür. Osman Bey kendisini her açıdan yetiştirmiş güçlü bir devlet adamıydı. Kısa zamanda Bizans'tan büyük topraklar elde etti. Önce Karacahisar'ı, daha sonra Bilecik ve Yarhisar kalelerini fethetti. Güçlenen Kayı aşireti Osman Gazi önderliğinde 1299 yılında bağımsızlığını ilan etti ve Osmanlı Devleti kuruldu.
Kısa süre içinde güçlenen Osmanlı Devleti, Anadolu'ya dağılmış çeşitli Türk beyliklerini bir bayrak altında toplamaya başladı. Bilecik ve çevresindeki yerleşim merkezlerini birer birer fetheden Osman Bey, 1303 yılında İznik'i kuşattı. Osman Bey'in en büyük amacı Bursa Tekfuru'nun bölgeyi etkisi altına alan birliğini dağıtmak ve Müslüman-Türk kültür ve adaletini tüm Anadolu'ya ulaştırmaktı. Osman Gazi'nin ordusu Bursa'yı kuşattı. Ancak vefatı üzerine Bursa'nın fethini göremedi.
Osman Gazi'nin yerine oğlu Orhan Gazi geçti. Orhan Gazi babasının en büyük amacı olan Bursa'nın fethini gerçekleştirdi. Daha sonra Bizanslılardan İznik ve İzmit'i aldı. Daha sonra sırasıyla Çimbi kalesi, Gelibolu, Bolayır, Malkara, Çorlu ve Tekirdağ'ı fethetti. Artık Anadolu halkı Bizans tehlikesine karşı kurtarıcı olarak Osmanlı Devleti'ni görüyordu. Osmanlı sadece Müslümanların değil Katolik Hıristiyanların yardımına da koşuyor, Bizans İmparatorluğu'nun saldırılarına karşı onları koruyordu. Orhan Gazi vefat etmeden önce Osmanlı Devleti'nin ilk parasını bastırdı.
Orhan Gazi'nin yerine geçen 1. Murat ise Osmanlı Devleti'nin gücünü Avrupa sınırlarına taşıdı. Önce Çorlu ve Lüleburgaz'ı fetheden Orhan Gazi'nin hedefi Balkanlar'dı. Buraları fethederek Bulgar sınırına dayanan 1. Murat savaşmadan Bulgaristan'ı aldı. Osmanlı Ordusu'na karşı Haçlı Seferi'nin kurulmasına izin vermeyen 1. Murat, Çirmen Savaşı'nda Sırpları yenilgiye uğratarak Osmanlı devleti'nin gücünü Avrupa'ya taşımış oldu. Artık Türk-İslam kültür, medeniyet, ahlak ve adaleti Avrupa'daydı...
Düzenli ordusu, güçlü devlet yapısı ve adaleti ile artık Osmanlı Devleti tarih sahnesinde yerini almıştı. Osmanlı padişahları devletin kuruluşundan itibaren çevresinde çok seçkin devlet adamlarına yer vermişlerdi. Dürüstlük, adalet, birlik ve beraberlik Osmanlı Devleti için çok önemliydi. Bu yüzden tüm Türklerin ve Müslümanların birlik içinde olmasını hedefliyorlardı. Böylece bölgede Müslümanları tehdit eden tehlikelere karşı Osmanlı sancağı altında güçlü bir şekilde karşılık verebileceklerdi.
Osmanlı'nın hızlı yükselişin sebepleri
1. Osman Gazi ve haleflerinin gerçekleştirdiği fetihler, Anadolu halkı için yeni gaza ve yerleşme sahaları açmakta idi. Osmanlıların devamlı ilerlemesini gören Anadolu'daki yiğit ve savaşçı gaziler gittikçe artan bir sayıda, Rumeli uçlarına intikal ediyordu. 2. Samsa Çavuş, Konur Alp, Akçakoca, Aykut alp, Abdurrahman Gazi, Hacı İlbeyi ve Evrenos Gazi gibi hareket serbestisi olan beylerin idaresinde toplanan kuvvetler, devamlı taarruz ve ilerlemeyle yeni hatlara yerleşiyorlar ve akınlar devam ediyordu. 3. Fethedilen bölgelere, Anadolu'dan göçen yörük ve köylü kitleleri, alp-erenler, dervişler, ahîler öncülük etmekteydiler. Onlar gazilerin yanında, hattâ bazen ilerisinde zaviyeler kurarak, sonradan gelen köylüler için tutunma ve toplanma merkezleri meydana getiriyorlardı. 4. Anadolu'dan gelen fakir köylülerle ırgatlar, zaviye etrafında, ekseriya derviş adı altında, bazı yükümlülüklerden muaf olarak toprağı işlemekte ve bir Türk köyünün doğmasına yol açmakta idiler. Nitekim Trakya'da köy adlarının büyük çoğunluğu bu gibi derviş, şeyh veya fakihlerin isimlerini bugün bile taşımaktadır. 5. Osmanlı fetihleri yalnız kılıçla değil, daha çok istimâlet denilen uzlaştırıcı ve sevdirici bir politika neticesinde gerçekleşmekteydi. Osmanlı idaresinin, gayrimüslimlere can ve mal güvenliğiyle dinlerinde serbestlik tanıması, onların gitgide İslâm'ı kabul etmelerine yol açıyordu. Yine bu durumun sonucu olarak çok defa, geniş bölgeler, şehir ve kasabalar kendiliğinden Osmanlı hâkimiyetini tanımakta idiler. 6. Osmanlılar, Anadolu'da, Hıristiyan varlıklarını ve idare tarzlarını bozmayarak onları kendi nüfuzları altına aldılar. Bu müsamahayı, Rumeli'de daha geniş surette ve onların eski varlıklarını korumak üzere uyguladılar. Baştan başa Hıristiyanlarla meskûn olan Balkan Yarımadası halkı, kısa zaman içinde bu tarzdaki âdilâne hareket ve idarî siyasetteki incelik sayesinde İslamiyet'i seçti. 7. Balkanlarda Bizans İmparatorluğunun bozulmuş olan yönetim tarzı neticesinde, ağır ve keyfî vergiler, soygunlar ve asayişsizlik yayılmıştı. Buna mukabil, Türklerin disiplinli hareketleri, fethedilen yerlerin halkına karşı adaletli, şefkatli ve taassuptan uzak bir politika takip etmeleri, vergilerin, tebaanın ödeyebileceği şekilde uygulanması ve özellikle mutaassıp Ortodoks olan Balkan halkını Katolik mezhebine girmeleri için ölümle tehdit edenlere karşı, Türklerin buralardaki unsurların dinî ve vicdanî duygularına hürmet göstermeleri, Balkan halkının, Osmanlı idaresini Katolik baskısına karşı, bir kurtarıcı olarak karşılamalarına sebep oldu. 8. Osmanlı fetihlerinin en bariz vasfı, gelişigüzel, macera ve çapul şeklinde değil, bir program altında, şuurlu bir yerleşme şeklinde olmuş olmasıdır. Bu da fethedilen yerlerdeki halkın hoşnutluğuna ve yeni idareden memnun olmalarına yol açtı. Fetih programının esaslarından biri de yeni elde edilen stratejik yerlere, büyük ve önemli şehir ve kasabalara Anadolu'dan göçmenler getirilerek yerleştirmek suretiyle muhtelif kısımlara ayrılıp, şehir ve kasabalarda derhal ilmî ve sosyal müesseseler oluşturulmasıdır. 9. Nihayet Balkan fetihlerinin gelişmesinde ve istikrarında, asırlarca evvel Balkanlara gelerek yerleşen ve daha sonra Hıristiyanlığı kabul etmiş olan, fakat Türklüğünü unutmayan Peçenek, Kuman ve Gagavuzlar ile Vardarların da etkili olmaları ihtimal dahilindedir.
Toplum ve Din
Osmanlı İmparatorluğu'nda İslamiyet baskın din olmakla birlikte, İslam inancında "semavi dinler" olarak kabul edilen Musevilik ve Hıristiyanlık dinlerinin mensupları, millet sistemi sayesinde o dönemde batı ülkelerinde azınlık dinlerine gösterilen hoşgörünün üzerinde bir rahatlık içinde yaşamayı sürdürdüler. Hristiyanlığın Ortodoks ve Gregoryen kiliseleri millet sistemi içinde meşru bir şekilde örgütlenmiş durumdaydı. Bu inançlara mensup kişiler, kendi dini kurallarına göre yargılanırdı.Buna karşılık millet sistemine dahil olmayan dinlerin, devlet içinde meşru bir varlığı bulunmuyordu. Osmanlı Devleti'nde gayr-i müslimlerin coğrafi dağılışı için iki ayrı tablo çizmek gerekir. Bunlardan biri, gayr-i müslimlerin din ve mezheb bakımından coğrafi dağılışı, diğeri de etnik bakımdan coğrafi dağılıştır. Birinci grup için şöyle bir tablo çizilebilir:
1. Hıristiyanlar a. Katolikler Latinler (ayin ve ibadetlerini Latince yapan Avrupa milletleri) Katolik Ermeniler Katolik Gürcüler Katolik Süryaniler Kildaniler Maruniler Kıptiler Katolik Rumlar b. Katolik olmayanlar Ortodokslar (Pavlaki, Thondraki, Selikian, ve Bogomiller) Gregoryenler Nasturiler Yakubiler Melkitler Mandeiler 2. Museviler a. Rabbaniler b. Karailer c. Samiriler 3. Sabiiler Osmanlı Devleti'ndeki gayr-i müslimlerin din ve mezheb bakımından coğrafi dağılışlarının tafsilatına girmeden onların, etnik bakımdan olan coğrafi dağılışlarını da sadece isim olarak vermek istiyoruz. Buna göre: 1.Rumlar 2. Yunanlılar 3. Bulgarlar 4. Pomaklar 5. Sırplar 6. Hırvatlar 7. Karadağlılar 8. Bosnalılar 9. Arnavutlar 10. Macarlar 11. Polonyalılar 12. Çingeneler 13. Ermeniler 14. Gürcüler 15. Süryaniler 16. Kildaniler 17. Araplar (Maruni, Melkit vs.) 18. Yahudiler 19. Romenler 20. Türkler (Gagavuzlar) 21. Kıptiler 22. Habeşler
Verdiğimiz bu tablolardan da anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti, gerek din, gerek mezheb gerekse ırk bakımından birbirlerinden farklı pek çok unsuru idare ediyordu. Özellikle ulaşım bakımından günümüzle mukayese edilemeyecek derecede imkânsızlıklar içinde bulunan o asırların dünyasında bunca farklı sosyal ve kültürel yapıya sahip insanı idare etmek ve bir arada insanca yaşamalarını temin etmek zannedildiği kadar kolay değildi. II. Mahmud'un 1837 yılında Şumnu'da yaptığı bir konuşma Osmanlı sultanlarının gayr-ı Müslim topluluklara bakışlarını ve takındıkları hoşgörülü tavrı yansıtan iyi bir örnektir; "Siz Rumlar, siz Ermeniler ve siz Yahudiler hepiniz Müslümanlar gibi Allah'ın kulu ve benim teba'amsınız. Dinleriniz başka başkadır. Fakat hepiniz devlet kanunlarının ve irade-i şahanemin himayesindesiniz. Size tarh edilen vergileri ödeyin. Bunların kullanılacakları maksatlar sizin emniyetiniz ve refahınızdır". Osmanlı topraklarındaki şu anki devletler: Osmanlı hâkimiyeti ve himayesi altında kalmış ülkeler ve Osmanlı'ya bağlı kalma süreleri şu şekildedir:
Avrupa 1.Türkiye 2.Bulgaristan (545 yıl) 3.Yunanistan (400 yıl) 4.Sırbistan (539 yıl) 5.Karadağ (539 yıl) 6.Bosna-Hersek (539 yıl) 7.Hırvatistan (539 yıl) 8.Makedonya (539 yıl) 9.Slovenya (250 yıl) 10.Romanya (490 yıl) 11.Slovakya (20 yıl) 12.Macaristan (160 yıl) 13.Moldova (490 yıl) 14.Ukrayna (308 yıl) 15.Azerbaycan (25 yıl) 16.Gürcistan (400 yıl) 17.Ermenistan (20 yıl) 18.Güney Kıbrıs (293 yıl) 19.Kuzey Kıbrıs (293 yıl) 20.Rusya'nın güney toprakları (291 yıl) 21.Polonya (25 yıl)-himaye- 22.İtalya'nın güneydoğu kıyıları (20 yıl) 23.Arnavutluk (435 yıl) 24.Belarus (25 yıl) -himaye- 25.Litvanya (25 yıl)-himaye- 26.Kosova (539 yıl) 27.Voyvodina (500 yıl) Asya 28.Irak (402 yıl) 29.Suriye (402 yıl) 30.İsrail (402 yıl) 31.Filistin (402 yıl) 32.Ürdün (402 yıl) 33.Suudi Arabistan (399 yıl) 34.Yemen (401 yıl) 35.Umman (400 yıl) 36.Birleşik Arap Emirlikleri (400 yıl) 37.Katar (400 yıl) 38.Bahreyn (400 yıl) 39.Kuveyt (381 yıl) 40.İran'ın batı toprakları (30 yıl) 41.Lübnan (402 yıl) Afrika 42.Mısır (397 yıl) 43.Libya (394 yıl) 44.Tunus (308 yıl) 45.Cezayir (313 yıl) 46.Fas (50 yıl) -himaye- 47.Eritre (350 yıl) 48.Cibuti (350 yıl) 49.Somali (350 yıl) 50.Kenya sahilleri (350 yıl) 51.Tanzanya sahilleri (300 yıl) 52.Mozambik'in kuzey toprakları (300 yıl) 53.Batı Sahra (50 yıl) -himaye- 54.Moritanya (50 yıl) -himaye- 55.Sudan (397 yıl) 56.Çad'ın kuzey bölgeleri (313 yıl) 57.Mali (300 yıl) -himaye- 58.Senegal (300 yıl) 59.Gambiya (300 yıl) 60.Nijer'in bir kısmı (300 yıl) 61.Etiyopya'nın bir kısmı (350 yıl) 62.Gine Bissau (300 yıl) 63.Gine (300 yıl) Hilâfeten bağlı yerler 64.Hindistan Müslümanları -Pakistan- 65.Doğu Hindistan Müslümanları -Bangladeş- 66.Singapur 67.Malezya 68.Endonezya 69.Türkistan Hanlıkları 70.Nijerya 71.Kamerun
Yönetim Tarihin uzak dönemlerinden itibaren kurulmuş bulunan bütün Türk devletlerindeki töreye göre, Osmanlılarda da ülke, ailenin müşterek mali olarak kabul ediliyordu. Osmanlılarda saltanatın intikalinde yerleşmiş bazı merasimler önemli yer tutmaktadır. Bunların basında bey'at, cülûs ve kılıç kuşanma merasimleri gelmektedir. Saltanatın intikali, başlangıçtan 1617 tarihine kadar ilk on dört padişahta "amûd-i nesebî" denilen babadan oğula geçmek suretiyle olmuştur. Eski Türklerdeki devletin, hânedanın ortak mülkü olma telakkisi Osmanlılarda özellikle Fâtih döneminde değişik bir anlayışa bürünmüştür. Kanunnâmenin meşhur olan maddesi ile saltanatın babadan oğula intikalinde kolaylık sağlanmıştır.
1617'de I. Ahmed'in ölümü üzerine "ekberiyet" usûlü benimsenmiş. Daha sonraki dönemde bir iki istisna dışında "ekberiyet ve erseDiyet" usûlüne göre hânedanın en yaslı erkek üyesi padişah olmuştur. Hükümdarlık ailesinin reisi olan ve "Ulu Bey" adini taşıyan kişi, ayni zamanda devletin de reisi olurdu. Osmanlı Beyliği'nin ilk zamanlarında da görülen bu âdet, I. Murad zamanından itibaren sadece hükümdarın çocukları için geçerli hale gelmişti. Buna göre belirtilen dönemden itibaren saltanat, hükümdar olan kimsenin çocuklarının hakki olarak telakki edilmeye başlandı. Bununla beraber bir veliahd tayini söz konusu değildir. Devlet adamları ve askerlerce sevilip takdir edilen şehzade, ölen babasının yerine hükümdar ilan olunurdu.
Osmanlı padişahları cülussan münasebetiyle çıkardıkları fermanda Allah'ın lütfu ile "bi'l-irs ve'l-istihkak" saltanatın kendilerine müyesser olduğunu ifade ederler. Öyle anlaşılıyor ki ilk dönemlerde devletin kuruluş hamurunda mayası bulunan ahi teşkilatının da bu seçimde büyük bir peyi bulunmaktadır. Çok nadir de olsa, zaman zaman padişahların, yerlerine geçecek şehzadeyi devlet ileri gelenlerine vasiyet ettikleri görülmektedir. Mesela Çelebi Mehmed, Bizanslıların yanında bulunan kardeşi Mustafa Çelebi'nin tekrar hükümdarlık iddiasıyla ortaya çıkma ihtimalini göz önüne alarak hayatından ümidini kestiği sırada yanındaki vezir ve beylerine oğlu Murad'ın hükümdar yapılmasını ve o yetişinceye kadar ölümünün gizli tutulmasını vasiyet etmişti. Böylece Çelebi Mehmed, kardeş kavgasının sebep olacağı politik ve ekonomik huzursuzluklar için tedbir almış oluyordu.
Biraz önce temas edildiği gibi, Osmanlılarda hükümdarın çocuklarından kimin padişah olacağına dair kesin bir saltanat kanunu yoktu. Hükümdarlar, bir isyan hareketinin önüne geçmek için kardeşlerini öldürürlerdi. Kardeş katli, Yıldırım Bâyezid zamanından beri tatbik edilmekle beraber Fâtih kanunnâmesiyle yazılı hale getirilmiştir. Bu kanunnâmede "Ve her kim esneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizâm-i âlem içün katl etmek münasiptir. Ekser ulemâ dahi tecviz etmiştir. Anınla âmil olalar" denilerek memleketin selameti için kardeşlerin katline bir nevi izin verilmiştir.
Töreye göre Osmanlı padişahi, memleketin sahibi sayılırdı. Bu sebeple tebaasının mali ve cani üzerinde tasarruf hakki vardı. Vasıtalı vasıtasız bunu kullanırdı. Her türlü kuvvet padişahın elindeydi. Fakat o bunu keyfî olarak değil, kanun, nizam ve ananenelere dayanarak muamelâtın icaplarına göre yürütürdü. Fâtih Kanunnâmesi (s. 16)'nde, padişahın yetkilerini nasıl kullandığına işaretle söyle denilmektedir: "Ve tuğrayı şerifim ile ahkam buyrulmak üç canibe mufazzdır.
Umur-i âleme müteallik ahkâm vezir-i azam buyrultusu ile yazıla ve malıma müteallik olan ahkâmı defterdarlarım buyrultusu ile yazalar. Ve ser'-i şerîf üzre deavi hükmünü kadıaskerlerim buyrultusu ile yazalar." Bu ifadelerden anlaşıldığına göre bütün dünyevî ve dinî idare padişah adına yapılmaktadır. Buna dayanılarak padişahın, dünyevî yetkilerinin idaresinde sadrazamları, dinî yetkilerinin idaresinde ise önceleri kadıaskerleri, daha sonra da şeyhülislâmları vekil tayin ettiği söylenebilir. Nitekim bu iki makama yapılacak tayin ve azillerde padişahın mutlak selâhiyet sahibi olduğu bilinmektedir. Bundan başka divan toplantılarında alınan her türlü kararın "arz" yolu ile onun tasdikine sunulması da padişahın nihaî karar mercii olduğunu teyid etmektedir.
Sonuç
Her şeyden önemli Osmanlı tarihi bir imparatorluk tarihidir, yani belli tarihi koşullar sonucu örgütleyici bir üstün güç ortaya çıkmış, ayrı din ve kültürlere sahip birçok milleti kendi egemenliği altına toplamış, idare etmiş, kendi iradesini egemen kılmıştır. Sonradan bu egemenlik kalktığı zaman, bağımsızlığını kazanan milletlerin her biri için imparatorluk dönemindeki her şey olumsuzdur, bu bakış millî ideolojinin temel ögesidir. Milli Türk devleti doğduğu yıllarda ilk mektepte bize Osmanlı Devleti, milletin haklarını tanımayan, bir istibdat rejimi olarak tanıtılmış, Osmanlı sultanları Türk milletini devlet idaresinden dışlayan, milletin gelişimini, medeniyette ilerlemelerini engelleyen, mutaassıp, zalim, geri kişiler olarak öğretilmişti. Çünkü yeni doğan millî devletin ideolojisi, imparatorluk ideolojisine taban tabana karşıttı. Bütün Balkan milletleri için de aynı tutum doğaldı.
Osmanlı'nın kendi egemenlik iddiası dışında bu milletler için istediği ortak bir din , dil, kültür iddiası olmamıştır; milli devlet, imparatorluk rejiminin tam bir anti-tezidir. Oysa, millî devletlerin kurulmasıyla birlikte dil, din, kültür birliği bir ölüm-kalım politikası olmuş, "etnik temizlik", daha doğrusu azınlık kıyımı egemen bir siyaset haline gelmiştir. Günümüzde bunun korkunç misâllerini yaşıyoruz. Evet, Osmanlı rejimi, hanedan egemenliğine dayanan bir devleti, Max Weber'in terimiyle patrimonyal bir devleti temsil ediyordu. Ülke içinde her şey, hükümdarın babadan kalma mülkü gibi algılanırdı. Onun egemenlik şemsiyesi altında toplanan milletlerin her biri, kendi kilisesi, özel hukuku, dili, özel yaşam stilini korumuştur.
Kaynaklar: 1. Ömer Lütfi Barkan, "Osm. İmp. Teşkilat ve Müesseselerinin Şer'iliği Meselesi" İÜHF. Der, (1945) XI/3-4,209 2. Lewis Bernard, Modern Türkiye'nin Doğuşu, 5. b, çev. Metin KIRATLI, (An.: T.T.K Yy, 1993), s. 2-3 3. Kafesoğlu İbrahim, Türk Bozkır Kültürü, (Ankara: Türk Kültürünü Ar. Ens., 1987), s. 37 4. Ogel Bahattin, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, 3.b., (İstanbul: Türk Dünyası Ar. Vakfı Yy, 1988), s. 455 5.İnalcık Halil, "Sultanizm Üzerine Yorumlar: Max Weber'in Osm. Siyasal Sistemi Tiplemesi", Toplum ve Ekonomi, 1994, Sayı 7, s. 7 6.Toprak Binnaz, "İslam and Political Development in Turkey", Social and Political Studies Of The Middle East, Vol. XXXII, Leiden, E. J. Brıll, 1981, s. 26-27 7.Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, C.I, (haz). Bekir Sıtkı BAYKAL, (An.: Kültür ve Turizm Ba. Yy, 1981), s. 32 8. Mardin Şerif, Türk Modernleşmesi, 3.b., (der.) Mümtaz'er Türköne ve Tuncay Önder., (İst.: İletişim Yy, 1994), s. 42-43 9.Taneri Aydın, Türk Devlet Geleneği Dün-Bugün, (İst.: Milli Eğitim Bakanlığı Yy, 1993) s. 115.; MARDİN, Türk Modernleşmesi, s. 179 10. Mardin Şerif, Yeni Os. Düşüncesinin Doğuşu, (İst.: İletişim Yayınları, 1996), s. 425 11. Akdağ, M., Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. I ve II, İst., 1974 12. İnalcık, H., "Köy, Köylü ve Uygarlık", Os. İmp.: Toplum ve Ekonomi İst.l: Eren yayıncılık, 1993, s. 1-14 13. Kazıcı, Ziya,"Os. Devleti'nde Dini Hoş Görü", Köprü Der., sayı 65, İstanbul 1999, sh. 75 vd. 14. Halil İnalcık, "Os. Tarihçiliğinin Doğuşu", Söğüt'ten İstanbul'a, İmge Kitabevi, Ank. 2000, s.99., Aynı yazar, "Osmanlılarda Saltanat Veraseti Usulü ve Türk Hakimiyet Telakkisiyle İlgisi", s.78 15. Eryılmaz, Bilal,Os. Devleti'nde Gayrımüslim Teb'anın Yönetimi, İst. 1990 16. Cin, Halil- Akgündüz, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi, İst. 1996, c. 2, sh. 337 vd. 17. Çubukçu, İbrahim Agâh, "Kültür Tarihimizde Din", sh. 772-803 18. Yavuz Ercan, Türkiye'de XV ve XVI. Yüzyıllarda Gayr-ı Müslimlerin Hukuki, İçtimai ve İktisadi Durumu", sh. 1127 vd. 19. Rudi Paul Lindner, "Selçuklular, Moğollar ve Osmanlılar Arasında", Osmanlı, Yeni Türkiye Yy., Ank. 1999, C.I, s.151. 20. Elizabeth A. Zachariadou, Osmanlı Beyliği (1300-1389), Editör:Elizabeth A.Zachariadou, Çev.Gül Çağalı Güven, İsmail Yerguz, Tülin Altınova, Tarih Vakfı Yurt Yay., İst., 1997, s.V 21. Halil İnalcık, "Os. Devletinin Kuruluşu Problemi", Doğu-Batı, C.II, Sayı.7, Temmuz 1999, s.13 vd 22. Paul Wittek, "Os. İmparatorluğunun Kuruluşu", Çev. Güzin Yalter, Batı Dillerinde Os. Tarihleri: I, Türkiye Yy, İst., 1971, s.3-49 23. Abdulkadir Özcan, "Türklerde Gaza Ruhu ve Bunun Osmanlılardaki Tezahürü", X. Os. Sem. Bildirileri, Söğüt, 1995, s.9 vd. 24 Mehmet Öz, "Os. Devleti'nin Kuruluş Meselesi Üzerine Bazı Görüşler", VI. Os. Sem., Söğüt, 1991, s.11 25. Cemal Kafadar, "İki Cihan Aresinde", Cogito (Osmanlılar Özel Sayısı), Sayı.19, İst. 1999, s.41 vd. 26. İrene Melikof, "İlk Osmanlıların Toplumsal Kökeni", Osmanlı Beyliği (1300-1389), s.149-150; Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İst., 1996 27. Ahmet Yaşar Ocak, "Os. Beyliği Topraklarındaki Sufi Çevreler ve Abdalân-ı Rûm Sorunu", Osmanlı Beyliği (1300-1389), s.164 28. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Os. Tarihi, C.I, T.T.K. Yay., An., 1994, s.531; Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, T.T.K. Yay., 3. Baskı, An., 1995, s.144-145. 29. Rudi Paul Lindner, Göçebeler ve Osmanlılar, Ankara, 2000.; Lindner'in görüşünün bir değerlendirilmesi için b.k.z., Mehmet Öz, "Osmanlı Devletinin Kuruluş Meselesi Üzerine Bazı Görüşler", VI. Os. Sem., Söğüt, 1991, s.8-10 30, Fuat Köprülü "Osmanlı İmparatorluğunun Etnik Menşei Meselesi", Belleten, C.VII, Sayı.28, s. 219-303
|