Gergedan: Ter?r Mehmet Hasret Sayı:
60 - Nisan / Haziran 2008
Sizin "sahnenizden hiç, bir gergedan geçti mi"; benim geçti...
Sizin hiç "leş yiyen güneş"leriniz oldu mu; benim oldu...
Sizin "köpekler, ev ödevlerini yaptı" ifadesine benzer bir cümle yüzünüz oldu mu; benim oldu...
Üzerinizde kabuk bağlayan bir elma kurdu görüntüsü var mı, benim üzerimde var...
Sizde de zaman zaman bir cümle kurmak bir cinayet işlemek gibi mi; bende öyle...
Bazen yazıp çizilenlerin hiçbir şeyi değiştirmeyeceği hissine kapılıyorum, ama absürtçe bir ümit beni yolumdan, ümitsizliğimden çeviriyor; diyorum dünyaya verilecek bizden de bir renk, bir koku var; bizim de bu dünyaya yetecek bir asaletimiz var; bizim de söyleyeceğimiz bu ülkeye, bu dünyaya bir zekâ verecek sözümüz, halis bir cümle terkibimiz var; bizden de bir cümle diri kalır yarına; eğer "bir iyi"nin ebette ve ezelde bir çizgi halinde devamına şahitsek...
Absürt olanın bir etrafı, bir önü-arkası, bir sistemi, bir disiplini olamayacağına inanıyorlar; ne tuhaf... Oysa her şeyin özünde saçmadan, anlamsızlıktan bir ses, bir yankı, bir çığlık, bir iz var; çektiğimiz özlemi daha katlanılmaz hale sokan, ama gidilecek yolu, varılacak menzili de, daha bir belirgin hale getiren bir oyun üzere zaman gibi üzerimize atılmış bir tuzak; bizi avlamak için atılmış ok var... Absürt olan...
Şimdi... Kolumla açarak zamana dökülmüş kelimeleri ve anlamı parmak ucumda toparlayarak bir cümle daha kurayım; "dünya, bir çığlığın etrafında dönüyor"... İşte bu, absürt değil; absürtse bile hakikat... Şaşırmayın, hakikatin bin bir cephesi var çünkü, hiç yoksa hakikat o cephelerden tanınır; bizi hasta eden de, hakikate aşinalığımıza rağmen, bu cephelerin hakikatmiş gibi düşünülüp bütün cephelere bağlı anlamın ıskalanması yüzünden oluşan hakikatten uzaklık halimiz değil mi yani...
Hakikat... Ayak izlerinin nerde olduğunu bilmediğimiz, ama yaşayan bir vücut olarak varlığını hissettiğimiz... Örneğin "absürt tiyatro" diye bir tanım var; saçma (üstünü çiz), anlamsız (üstünü çiz) uyumsuz (üs-tünü çiz), aykırı (üstünü çiz), bir çeşit öncü (üstünü çiz) tiyatro diye tarif edilen bir tiyatro... Bütün cepheleriyle aslında, "kişinin dünyadaki yabancılık" halini çerçeveleyen, onu iç patlamalarıyla taklide yeltenen, hissedilene neşter atıp onu tuhaf bir şekilde sahneleyen, farklı bir cisimler dizisiyle buluşturan bir tiyatro...
"Dünyaya düşmüş olma kompleksi" gibi, kendini her şeyden yabancı hissetmek...
Neden... Neden... Gergedan...
Çünkü akıl bir bedahet halinde bilir, zekâ bir bedahet halinde kavrar, idrak bir bedahet halinde anlar ki, bu dünya insana göre değil; insanın hakikate, iyiliğe, güzelliğe karşı özlemlerine göre hiç değil. Bu dünya insana bir sürgün gibi... Bu dünya, insandaki üstün duygu, düşünce ve ruh terkibine uygun bir kreasyon taşımıyor üzerinde; insan da dünyanın bu keyfiyetten uzak olduğunu görünce sanat diye bir sayfa açıyor hemen, öteleri kurcalayıcı bir hasse, bir meleke... Bir kurtarıcı gibi ona bağlanıp kalıyor, üstün olanın benzerlerini o sayfada göstermeye yelteniyor, ama bir öncekinden farklı bir resim çıkmıyor ortaya, farklıymış gibi duran dünyaya kaçınca kire bulanıyor, çünkü bütün cephelerin çıkardığı anlamdan yoksun oluyor hâlâ her şey; "absürt tiyatronun" açtığı sayfa da buna benzer bir şey işte, üstün olanla aşağılık olanın bir kez daha üzerinden geçme; bir farkla, absürtlük bir hakikat değil, bir üslup...
"Hayat bir sahnedir", gergedan, bu sözün hiç yoksa üç beş asırlık geçmişi var; yazanlar ve yazılanlar, roller ve dekorlar, bir sürü parça, bir sürü duygu, bir sürü kavram, ihanet, hırs, ihtiras, açgözlülük, günah, sevap, aşk, güzellik, iyilik, hürriyet, barış ve hepsinin üzerinden geçen bir gergedan...
Öyle tuhaf tuhaf bakmayın; "dünya kendi etrafında değil, bir çığlığın etrafında dönüyor"; çünkü Irak, Bağdat ve Basra bizce bir çığlık, çünkü Afganistan, Kâbil, Kandahar, Gazne ve Herat bir çığlık; çünkü bütün bir cevheri kabız bir iştahla emilmiş Afrika, Etyopya, Sudan, Darfur bir çığlık; çünkü Allah'ın izniyle avuca sığan bir taşı zalimleri kahreden Filistinli çocukların gözlerine tutunan tozlu ışıklar bir çığlık...
Dünyanın bilmem kaç derece eğik bir ekseni yok; dünyada ne oksijen, ne yeşil bir renk var; dünyada kalbinize, aşkınıza, gönlünüze uğrayacak bir tat da yok; bütün bildik dediklerimiz yanlış, bütün gördük dediklerimiz yalan; keyif dediğin kelebek ömürlü bir şey, ama zulmetmek dediğin de öyle; hakikatin binbir cephesi var; bir taraftan dağlar asırlardan asırlara yürütülüyor; bir taraftan bütün anakaralar, hacimler, kütleler, eşyalar; yer yer, mahalle mahalle, nokta nokta, cüz cüz sökülüp bir çığlık etrafında döndürülüyor...
Şahsiyetsizliğimizin ve nefs muhasebesinden uzak halimizin derin tahlili bir yana; dünya, üstün zevkin, üstün anlayışın, üstün idrâkin, üstün ruhun vatanı olsa; bizde mahzunluk, köşeye sıkılmışlık vücut bulur mu; bizde kendini kurtarmak duygusuyla insanlığını satma kemiyet ve keyfiyet bulur mu... Üzerimizde, her şey kötüye giderken "ayak uzatan bir entelektüellik hali" peydahlanır mı... Bizde çakallık, böceklik, yılanlık tavırlar dava bulur mu... Bizim lügatimizde, bizim cümlelerimizde böyle kelimelere yer olur mu...
İster inkar edin, ister etmeyin; zulme karşı bir çığlık var, dünya bunu heceliyor... Bir kapı gıcırtısı gibi, bir tükenme halini sayıklar gibi her şey, bu çığlık üzere dönüyor, bu çığlık üzere genişleyip, bu çığlık üzere boğuluyor; cinayetler bu yüzden işleniyor, baba kızının saçını bu yüzden okşamıyor; bu yüzden çiçeğe dokunan zehirleniyor, zehre dokunan dirilmiş gibi oluyor...
Daha... Daha... Gergedan...
Büyük balık küçük balığı yutar diyorlar... Terör var, şer eksenleri var diyorlar; bunlar büyük balık küçük balık hikâyesi, "Lafonten"den masallar için var, diyorlar... Bu yüzden onlar "Makyevelli" dışında marka, "Sezar", "Neron" ve "Kaligula" cinsinden başka hukuk ve demokrasi tanımıyorlar. Onlara göre dünya kurtlar sofrası, bu yüzden ülkeler arası sevgi yok, çıkar var, diyorlar... Yani diyorlar ki kimse kimseyi sevmesin veya sevecekse çıkarı için sevsin... Cümleye bak... Gergedan...
Bu lügat, bu ağız her daim yıkıcılık üzerine kurulu; çıkar, strateji, petrol, enerji, zenginlik, servet, para; insanı sırtlana, çakala, akbabaya döndüren, kutsal emanetine ihanet ettiren, soysuzlaştıran ve eşliğinde bunların işgal ettiği topraklarda hayat sürenleri maymuna, maymun bağırsağında parazite, tenyaya döndüren hal... Birinin adı işgalci, öbürünün işbirlikçi... Birinin adı gergedan, öbürünün adı maymun ve maymun bağırsağında sallanan solucan...
Ve hepsi geçici; ya 24 saatlik veya bilemedin 24 birimlik zaman...
|