Bir filmden ?ok daha fazlasy Berna Pak Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2009
Sinemaya gitmeye karar veriyoruz, neredeyse her mahalleye kurulması hedeflenen, alışveriş merkezlerinden birine gitmek için yola koyuluyoruz. Bana kalırsa evimden bir sokak ötesi uzak, orada nefes alan insanlar bile yabancı. Bir çok insanın kendini, kapalı alanlara hapsetmesinin, tahammül sınırlarını aşmasını sağlayacak bir çok olay yaşatan mekânları tercih etmesinin nasıl bir açıklaması yapılabilirdi ki.
Neyse; son zamanlara damgasını vuran, gişe rekorları kıran bir filme girmekte karar kılıyoruz. İşin en çok sevdiğim kısmına geliyoruz; mısırlarımızı da elimize alarak, koltuklarımıza kuruluyoruz, amacımız dünya hayatı içerisinde keyifli birkaç saat geçirmek, günlük stres ve sıkıntılardan kısa bir süreliğine de olsa kurtulabilmek. Çok zaman geçmeden bunu istemeye hakkımız olmadığını anlıyoruz.
İnsanların salona telâşla girişlerini ve heyecan içerisinde yerlerine oturuşlarını izliyorum, mısırımdan atıştırırken.
Işıklar kapanıyor yavaş yavaş ve reklâmlar başlıyor, ardı arkasıya verilen içki reklâmlarını büyük bir üzüntüyle seyretmek zorunda kalıyoruz. Uzunca reklamların ardından nihayet film başlıyor.
Filmin adının da, senaristinin de çok önemi yok. Kimliğinde İslâm yazan, ama dinini kimliğinde bırakmayı tercih eden birinin veya birilerinin yaptığı bir film... İlerleyen sahneler boyunca yüzümü yerden kaldıramıyorum ve içten içe hayıflanıyorum; ben buraya nasıl geldim? Böyle bir hatayı nasıl yaptım? Bu film nasıl gösterime girebildi? Yanımda oturan on sekiz, yirmi yaşlarındaki bir grup gence bakıyorum hallerinden gayet memnun gülüşerek, yaşlarından ve bulundukları mekândan çekinmeyecek konuşmalar yapıyorlar.
Zihnime takılan sorulara cevap aramak için bu mekânı terk etmem gerektiği fikri kor gibi düşüyor yüreğime. Uygunsuz bir o kadar da sansürsüz sahneler devam ediyor, yanımdakilerden utanıyorum alev alev yanıyor içimde bir şeyler en uygun anı bulup secdeye kapanmak istiyorum. Ve ara veriliyor, yanımdakilere çıkmayı teklif ediyorum kalamayacağımı anlatıyorum, onlar da bana katıldıklarını çıkmak istediklerini bildiriyorlar ve koşar adımlarla terk ediyoruz mekânı.
Çıktığımda elim ayağım titriyor ve uzunca bir süre kendime gelemiyorum.
Sabahlara kadar gözyaşı dökmek istiyorum. Birden bire toprakların altına sereserpe bıraktığımız ölülerimiz geliyor aklıma, peygamberlerimiz, bu vatanı bizlere emanet eden bastığımız yerlere kanlarını akıtan atalarımız onlardan biri yan koltuğumuzda oturuyor olsaydı neler hissederdi diye düşünmeye çalışıyorum.
Bir an için yalnızca bir an için böyle bir ülkede yaşamadığımı hayal ediyorum geceler boyunca oturup kâğıtlara böylesine tiksindirici senaryoları yazan ellerin olmadığını da.
Sonra; hiç bir şeyden habersiz arabasıyla evinde oynayan yeğenimi anımsıyorum, onun bütün bunları bilmeden yaşaması için nelerden vazgeçebilirdim evlâtlarım, torunlarım, gelecek nesillerim için insanların birbirlerine girdikleri bütün dünya nimetlerini bir kalemde silebilirdim.
Yüreğimde başlayan sancı gittikçe vücudumun her yerine yayılıyordu sanki, bir şeylerin değiştiriliyor, bozuluyor olması fikrine alışamıyordum.
Çaylarımızı yudumlarken, filmin atmosferinden kurtulmaya çalışıyorduk. Çaylarımızı dağıtan garson masamıza yaklaşarak nereli olduğumuzu soruyor cevap veriyoruz, sizin gibi insanlardan bizim memlekette çok var diyor, İstanbul'da bulmak çok zor.
Evet diyorum haklısınız oralara göçmek lazım. Bu şehirde bizlere yer yok. Bizim gibilere yer yok.
Efkârlı efkârlı sohbetlerimizin arasında gençliğin düştüğü bataklıktan yakınıyoruz her birimiz ayrı ayrı. Gazetelerde, ana haber bültenlerinde hayatlarının baharında baştan aşağı yanlışa bulanmış gençlerin hazin sonlarını okuyoruz, izliyoruz.
Şimdi; sizlere de yöneltmek istiyorum, düşündükçe artan sorularımı.
Daha kaç hikâyenin sonunu okuyacağız? Kaç yeni yetmeyi daha terk edeceğiz buhrana? Sonu uçurum olan yollara kendi ellerimizle mi sürükleyeceğiz, küçük bedenleri?
Bütün bu olup bitenlerden yakınırken içli içli; içki şişelerinde dermanlarını bulacaklarını öğütlüyoruz onlara çıktıkları yolculuklardan, kan revan içerisinde dönmelerini istiyoruz.
Verilen bütün sosyal mesajlar ve gösterilen yollar sonucunda içip içip hayatını kontrolünün dışında yaşayacak hale gelenlerin işlediği cinayetleri, çevreye ve kendilerine verdikleri zararlara ne diyeceksiniz?
Nerelere saklayacaksınız yerlere serilen cansız bedenleri, emanet verilen canı orada burada hor kullanmanın neticesinde amansız hastalığa müptelâ olanların ellerinden tutacak mısınız?
Vadettiğiniz hayatlara ulaşmadıklarında hangisinin sofrasını kuracaksınız?
Bu mudur hedeflenen yol, yolculuk? Varılmak istenilen yer burası mıdır?
Hiçbir şeyi düşünmeden, hesap etmeden yaşamalısınız, dertlerinizi içki şişelerine boşaltmalısınız. Otobüste, yolda, çarşıda karşınıza ilk çıkan insanın kollarına bırakmalısınız en değerli emanetinizi bunun adına da aşk demelisiniz.
Kimse bana aşktan söz etmesin. Bu kadar basit ve kolay bir şey midir aşk? Aşk; bir göz, iki kol, iki bacak mıdır? Aşk; nefis midir? Yoksa sevdiği için senelerce bekleyen yürek midir? Böylesine temiz ve yüce bir duygu nasıl da ayaklar altına alınır?
Garson kıyafetlerimize ve konuşmalarımıza istinaden böyle bir kanıya varıyordu. Bizler bir sınıfa konulmaya çalışılan insanlarız, bizler dinini nüfus kâğıdından öteye götürenleriz, bizler okullarına girebilmek için değerlerini çantalarında bıraktırılanlarız.
Belki de, bütün bu düzenin oluşmasını arzu edenler, modernlik adı altında her şeyin gözler önüne serilmesini hedefleyenler; dünya hayatında başardıklarını düşünebilirler aslında başarı nedir o da tartışılır ya kimine göre en son model arabaya binmek, kimine göre evinin kapısını hizmetçinin açması, kimine göre de; metazori şekilde insanları bir halden diğer hale geçirmek egolarını üstün tutabilmektir başarı.
Hayatta herşey yerine gelir bana göre; paranızı kaybedersiniz, tekrar kazanabilisiniz, mevkinizi kaybedersiniz tekrar yükselebilirsiniz ama ya değerler onları kaybederseniz bir daha kulluğa dönebilme, seccadenize kapanabilme ihtimaliniz hızla uzaklaşır sizlerden.
Şu an deliler gibi üzerinde düşünmemiz lâzım gelen, seferberlik ilân etmemiz gereken konu; geleneklerimizi, değerlerimizi kaybediyor olmamız, utanmayan, düşünmeyen, sorgulamayan, inanmayan, yürekler yetiştiriliyor. Bütün bunlar olup biterken bir köşeden izleyemediğim için özür dilerim.
Özür dilerim; böylesine çarpık ve çapraşık düzene uyum sağlayamadığım için.
Özür dilerim; ayakta alkışlayamadığım için vücutlarını sergileyen insanları.
Yine sadece bir film deyip de geçecek miyiz, bu kadar etkisinde kaldığım gece uykularımı kaçırmama sebep olan şey bana göre yalnızca bir film değil artık, bir filmden çok daha fazlası...
|