H?sn? G?RSEL Hoca'nyn Ardyndan Mustafa Turan Sayı:
67 - Temmuz / Eylül 2009
Numune bir şahsiyet, güzel bir insan, ve tam bir Osmanlı Beyefendisi olan Hüsnü Gürsel Hoca'yı, 84 yaşındayken uğurladık ukba yolculuğuna.(1) Hani: "Karıncayı dahi incitmekten çekinir" tabiri var ya, sanki bu tasvir, Hüsnü Hoca'yı tarif eder gibidir. Sadece Sakarya değil, Türkiye büyük bir fotoğraf sanatçısını kaybetti. Milletimizin başı sağolsun.
Sakarya’da uzun zamandır devam eden kültür san'at faaliyetlerinde, kendisiyle hep birlikte olmuştuk. Bu zaman zarfında, Rahmetli'nin ne bir kaba davranışına, ne de sesini yükselterek konuşmasına tanık olduk. O, her zaman yıkıcı değil yapıcıydı. Kavgacı değil barışcıydı. Sevecen, mülâyim ve mütevâzi idi. Doğrunun, iyinin, güzelin, vefânın, ahlâkın ve insanî değerler idealinin su katılmamış mümessili gibiydi. Madde plânında iyi bir fotoğraf sanatçısı olmakla birlikte, mânâ planında da bir ruh ve ahlâk mimarıydı. Âdeta bir şelâle haşmetiyle akardı insanların gönüllerine güldür güldür. Sakaryalılar’ın kalbinde abideleşen, ebedileşen ve heykelleşen bir adamdı o. Kalbi ve gönlü kadar ak olan saçlarında, tatlı bir ıstırabın epupesi okunurdu sanki. Samimi dostluğuna güvenilir, candan arkadaşlığına inanılırdı. Politikaya mesafeli bir duruşu vardı. Kültür san'at çevrelerinde olduğu kadar, siyaset, spor, eğitim ve ticaret çevrelerinde de takdir gören bir isimdi. Cenazesindeki manzara, anlattıklarımızın şahid-i adili değil de nedir?
Hüsnü Hoca ile ilgili birkaç hatıramı sizlerle paylaşmak isterim. İstanbul'da açtığı bir sergiye Sakarya'dan bir otobüs arkadaş gitmiştik. Bizleri görünce o kadar duygulanmıştı ki, gözlerindeki buğu hissedilebiliyordu. Birkaç yıl önce merkez belediyesinin Deprem Müzesi'nde organize ettiği, her gün bir yazara imza günü yapılmıştı. Sıra bendeyken, karşıladığım en hatırlı konuklardan birisiydi Hüsnü Hoca. Bir saate yakın oturmuştu yanı başımda. Gelen diğer konuklarla çevirdiğimiz sohbet halkasında da, tartışmasız herkesin saygı duyduğu insan oydu. Ayrılırken, birkaç kitabımızı imzalatmış, tüm ısrarlarımıza rağmen ücretini de ödemişti. Bir başka defasında Sakarya Fen Lisesi'nde, Fahri Tuna'nın yönettiği bir panele birlikte katılmıştık. Aynı panelde heykel sanatını Mustafa Tömekçe, karikatür sanatını Osman Suroğlu, fotoğraf sanatını Hüsnü Gürsel ve şiir sanatını da bendeniz temsil ediyorduk. Vali Cahit Kıraç Bey, Aziz Ersoy Bey ve gazeteci Abdullah Çelik Bey gibi protokolün de katılımıyla dolu olan salonda, söz Osman Bey'e verilince espriyle karışık dedi ki: "Ben konuşmam çizerim." Sıra Hüsnü Hoca'ya gelince aynı espriye iştirak ederek demişti ki: "Madem Osman Bey: "konuşmam çizerim" diyor, ben de konuşmam çekerim." Bana söz verilince hepsine atıfta bulunarak: "Madem Osman Bey çiziyor, Hüsnü Hoca çekiyor, Tömekçe Bey dikiyorsa, ben de yazıyorum. Peki, kim konuşacak?" demiştim de, salon kahkaha tufanına boğulmuştu. Başka bir akşam ise, Irmak Kültür sanat dergisinin yönetimi olarak, Çark Caddesi'ndeki yerimizde toplantı halindeydik. Kapı birden hızlıca açıldı. İçeri giren Hüsnü Gürsel Hoca'dan başkası değildi. Elindeki şemsiyesini uzatarak: "Kaldırın elleri bu bir soygundur"demişti. Sarmaş dolaş olduk. Fevkalâde mutlu görünüyordu. Çok geçmeden mutluluğunun sebebini de anlamıştık. Çünkü Hoca, Ankara'dan yeni bir kitabının baskısını alarak dönmüş ve evine dahi gitmeden, o sevincini bizlerle paylaşmayı tercih etmişti. Ayrılırken de hepimize kitaplarını imzalamıştı. Hâlâ saklarım imzalı eserini, kitaplığımın en nadide köşesinde. Vefatından bir hafta önce Fahri Beyle ailece gitmiştik ziyaretine. Istırap çekiyordu. O halde bile, sağdan sola dönerken bizden izin istiyor ve özür diliyordu. Bu asil tavır, insanlık mikyasında şahikalarda taçlanmanın en güzel resmi değil midir? Şurası bir gerçek ki, Hüsnü Hoca'yı bizlere tanıtacak en iyi isim, ona manevî evlâdı gibi yakın olan Fahri Tuna'dır. Bekliyoruz onun kaleminden. O güzel ve güzide insan Hüsnü Hoca'yı rahmetle anıyoruz. Ruhu şad, makamı cennet olsun.
(1) Rahmetli, Ali Erdal’ın öğretmen okulundan hocası.
|