EVKIZI... Sinan Ayhan (hikaye) Sayı:
39 - Ocak / Mart 2003
Evkızı deyip de geçmeyin, hepsinin her şeyi çorabından çıkarmak gibi bir becerisi olmasa gerek... Benim, kırmızı ve yarısaydam bir kabuk altından seyrettiğim ve eşyalara öyle tanıttığım bu billur parçası şey, hiç de sıradan olmayan bir yaratığa benziyor... Bir rüya gibi tıpkı... Kadınlar çok konuşur derler, yalan, bakın benim tanıdığım bu kızcağızın hiç sesi soluğu çıkmıyor.
Evkızı’nın , her şeyin yerli yerine uyduğu bir evi ve evinin altında bir tek yokun yokluğa karıştığı bir kileri var, biz de ordayız... Beni elinde tutuyor, şimdilik... Bazen burnuna doğru götürüp kokluyor, benim kokumun neden bu kadar önemli olduğuna akıl sır erdiremiyorum veya neden bir taştan daha ağır olması gerektiğine... Zaten benim akıl erdirememem değil mevcut olay akışında anlatılanlara yön veren, olayların içinde sanki kapalı, başka bir elin açık ve tanımsız halleri kımıldıyor olması her şeyi karıştırıyor, beylik anlatış tarzlarının yönünü değiştiriyor; en azından ben bu kadarını görebiliyorum...
Kilerin yiyeceklerle tıka basa dolu olması bir tarafa, killerdeki her nesneye bir isim verilmiş olması ve her birine isimlerini belirtir etiketler yapıştırılmış olması ilginç gelmeli asıl, vaka gözlemcilerine...
Üşenmemiş yazmış... Kalem yetmemiş; tükürükle, buğuyla yazmış; harf bulamamış ince boncuklar, tahta kırıntıları, yaldızlar, pullar koymuş yazmış... Amacında ısrar etmiş ve başka bir yol bulmuş, yazı kabarmalarını aklının bir ucundan geçirmiş, göz baskısı yapmış yine yazmış... Tek tek yiyeceklerin kilolarını, hangi vitamin ve mineralleri içerdiklerini, son hallerini, hormon düzeylerini , kimyasal katkı paylarını, eğer doğal yiyeceklerse hangilerinin ne gibi hastalıklar için kullanılabileceğini... hiçbir özelliği atlamadan, her biri için yazmış...
Bana bakarken yüzünde bir ekşime beliriyor, bazen burnunu tutuyor, günler geçtikçe ve benim işe yarama zamanım yaklaştıkça sanki beni daha az koklamak istiyor ve boynumdaki tarifi her gün değiştiriyor... Böyle yaptığı zaman karşısında hayli utanıyor ve kızarıyorum...
Herkes biliyor ki Evkızı balkondan atlamaz, dışarıya çıkmaz, pencereden bakmaz, kapıdan burnunu göstermez, o halde bunca yiyecek yığını kilere nasıl girmiş, bunları kim toplamış, kim getirmiş... Herkes müsterih olsun ki onun gizli bir aşığı yok; olamayacağı için değil, erkeklerin böyle bir sır görkeminden ve güç gösterisinden korkmaları, bu örtüklük yüzünden orada baş edemeyecekleri bir zekânın varlığına kanaat getirmeleri sebeptir zaten buna... Yoksa hiçbir şey kurumaz, bir kere var olduktan sonra bir daha yoktan varolmaz inanın- sadece çürür...
Hiçbir ölümlü bir şeyi yoktan var edemez, bazıları doğada hiçbir şey yoktan var olamaz diye çevirir bu ilkeyi, olsun, demek ki tek gerçek; “var olanın var olduğu, yok olanın da başka bir peçe altında yine var olduğu” gerçeği... O zaman açlıktan öldürecek değiliz ya kızı, o bu metin içinde sadece yalnızlıktan ölmeye mahkûm çünkü...
Kim derdi ki bütün bu erzak buraya bir çorap sağılarak yığıldı, yani bütün bu yığın bir çoraptan çıktı... Ben merak edilen bir öğeyim belki bu el üstünde tutulan kesitte , ama benim çürük bir domates olduğum ve Evkızı’nın çoraplarından biri sağılarak ortaya çıktığım anlaşılmadan önce Evkızı çorap giyer mi; giyerse çorapları kirlendiğinde ne yapar, yıkar mı; yıkarsa, yıkadıktan sonra nereye asar, asar mı; asarsa, astıktan sonra ne yapar, sağar mı; tam bu esnada bir soru işareti doğabilir zihinlerde yine, eşyaların sağılarak çıkarılmasından önce çoraplar kirli miydi, temiz mi; kirliyse bunun eşyalara etkisi neydi, temizse ne; bütün akla gelen sorular sorulmalı, aksi takdirde daha çorap sağma tekniklerini bile öğrenemeden siz, sadece benim dışarıdaki alaylı bağrışlara karşı Evkızı tarafından haylaz çocuklara doğru fırlatışımı seyretmekle yetineceksiniz... Çünkü çorap sağmak nasıl bir hünerdir diye düşünürken çok zaman kaybedeceksiniz, sizi bu dalgınlıktan koparıp almam da ancak çürük kokumun kesifliğini içinizde hissettiğiniz an mümkün olacak...
Üstelik benim çürük domatesliğim ve Mendel kanunlarına dek dayanmam bir tarafa, hayatımın aşkını bulmuşken kaybetmenin bende nasıl yapışkan ve kokulu bir ezilmişliğe yol açtığını görecek, ancak olağanüstü olaylar karşısındaki tutukluğunuz yüzünden her şeyin nasıl vardan yok edilebileceğini asla öğrenemeyeceksiniz...
Evkızı deyip geçmeyin, hepsi domates koklar, soyar, doğrar belki; belki hepsi salça veya çoban salatası yapar, üzerinize sirke döker, limon da sıkar; ancak hiç biri benim gibi bir domatesi haftalar boyu saklayıp bir alaya karşı cevap olarak kullanmayı düşünmez... Düşünse bile yapamaz, yapsa bile çorap sağamaz... Bir fırsatım olsa; yani alelâde bir domates olmasam ve her yerde rastlanmayacak bu olayın sıra-dışı kahramanını anlatma sorumluluğu üzerimde olmasa, çorap sağmanın nasıl bir sihirbazlık hüneri gerektirdiğini şekiller çizerek, uygulamalı örneklerle anlatırdım... En azından bana “bir anlatılanın anlamı içinde çürük bir domates olmak yerine, ne olmayı arzulardın” denebilseydi, tereddütsüz bir sihirbazın şapkasına tavşan olarak girmeyi tercih edeceğimi söyleyebilirdim, ancak bana Evkızı’nın burnundan başkası buna benzer bir soru sormadığı, ben de başka türlü sorulardan anlamadığım ve haz almadığım içindir ki ne aklıma kendimi Evkızı’ nın dışında biri için feda etmek geldi, ne başka bir evin tınısına veya başka bir metnin dekoruna kendimi yakıştırabildim...
|