MEVLİT Kürsü Nizam Sayı:
68 - Nisan / Haziran 2011
Bu bir bid’attir ve ibadet şekline yaklaştırılması son derece tehlikelidir. O, ancak hususî mânada Allah’ı ve Resulünü anmak ve bu mânada bir vecd ve tehassüs vesilesi diye kabul edilmekle cevaza girer. Mevtâya arkasından Kur’an okumak ve sevabını hediye etmek, affını istemek ve duada devam etmekten başka imdat şekli mevcut değildir.
Bid’ati, öz cevheri ve her çizgisiyle sâf bir billûr gibi, noktası noktasına malûm ve mazbut din tatbikatına, örseleyici bir davranış olarak görmek, böyle davranışları, ibadetin sınır çizgisine kadar götürülse de asla içeriye sızdırmamak, onu ibadetten ilham alan, ama katiyen katiyen onun yerine geçmeyecek olan bir hususiyet bilmek gerekir. Bu bilgi, din irfanının en nazik noktası…
Bu irfanın fetvâda muhteşem tecellisini haşmet devrimizin Şeyhülislâmı Ebussuud Efendinin Mevlevî âyinlerine dair hükmü aydınlatır…
ÖLÜYÜ ANMAK
Ölüyü anmak, ona rahmet dilemek, onu Allah’ın Kelâmiyle rızıklandırmakla olur.
“Ölülerinizi hayr ile anınız!” emri, her ölüye değil, bizim ölülerimize mahsus bir keyfiyet… Bizden, yani İslâmdan olmayan ölüleri sadece ölmüş bulunmalariyle imtiyaz sahibi kabul etmek mümkün olsaydı hadîste “ölülerinizi” tabirini “ölüleri” şeklinde olması lâzımdı…
Ebu Cehl’i hayr ile anmak nasıl muhal ise hayatı boyunca işi gücü, zevki, hırsı İslâm düşmanlığından ibaret kimseleri, sırtına ölüm zırhını geçirdi diye lânetten masum sanmak da imkânsız… Mümin, ölüler mevzuunda da Allah için muhabbet ve Allah için buğz kanatları üzerinde uçar…
KUL HAKKI
Mevta üzerinde en büyük kaygı, onun arkada bıraktığı ve tavsiye edemeden gittiği kul hakkıdır.
Allah’ın Resulü cenaze kaldırılacağı zaman borçlu olup olmadığını sorarlar ve böylelerini, cenazelerine katılmamakla âlemin en büyük şeref ve nailiyetinden mahrum bırakırlardı.
Mevtaya ölümünden önce kul hakkı kaygısı hâkim olmalı, ona göre vasiyeti ihmal etmemeli, yakınları da borçlarını ödemek veya helâl ettirmekte titizlik göstermelidir. Allah hakkı bütün şehitlerde affedilirken, kul hakkı ancak deniz şehitlerinde bağışlanır.
Yunus Emre ölümsüzlüğün çaresini bulmuştur:
Boyandım rengine, solmazam artık
Âşıkım, ölmezem artık
Hadîs meali: “Mümin ölmez, bir evden bir eve geçer.” Başka bir hadîs de ölür ölmez uykudan uyanır gibi olacağımızı haber veriyor. Evet, bu hayat bir uyku, ölümse uyanmaktır.
KABİR AZABI
Birçoklarının can vermeden gömüldüğünü iddia eden bir maddeci, bize, kendi sığ ve kısır mantığına göre şu mütalâayı yürütmüştür: “açılan mezarlarda birçok ölü yüz üstü yatmış olarak görülmüştür. Demek ölmeden gömülüyorlar. Can verinceye kadar da kabirde çırpınıyorlar!” maddeciye kabir azabının hak olduğu ve bu azaba ruhla beraber cesedin de çektiği ve mezarda yüzüstü gelmenin kabir azabından nişane İslâmi bir tasvir ifade ettiği nasıl anlatılabilsin?.. Eğer madde gözü açılan kabirlerde bu manzaraya şahit oluyorsa din hikmetini vesikalandırıyor demektir.
Yunus Emre kabir azabından korkusunu “yüz üstü düşmek” tabiriyle anlatır:
Yâ Rabbenâ şaşırma(şaşırtma)
Yüzüm üzre düşürme,
Zebânîler üşürme,
Kabre vardığım gece!
Kabir azabından kurtulma dileğinin kabulü için şöyle bir yol gösterilmiştir: bir velî mezarlıktan geçerken, içindekinin azaptan kıvrandığı bir kabir görür. Bu velî önceden yetmişbin Tevhid Kelimesi (Lâ ilâhe illallah) hazırlamıştır. Onlar mezardakine bağışlar ve azabın kaldırıldığına şahit olur. Yetmişbin Tevhid Kelimesini, her mümin nefsi ve kabir azabından affı için hazırlamalı, yahut toprağa konulduktan sonra arkasından okunmasını vasiyet etmelidir. Azabı kahriyle veren de, rahmetiyle kaldıranda Allah…
NİMET
Ölüm, hayat sanılan şeyin sonu değil, asıl hayatın başıdır ve hissedene nimettir. Bir sahabî sabahleyin bir cenaze görse “akşama beraberiz!”, akşamleyin bir tabuta rastlasa “sabaha beraberiz!” derdi. Büyük İslâm mütefekkiri İbrahim Hakkı Hazretleri “Marifetname”nin başındaki fihrist kısmında ölüm bahsine şu başlığı yakıştırır: “Pirlik rezaletin ve mevtin faziletin beyan eder”… Evet; ihtiyarlık rezalet, ölümse fazilet…
MÜRŞİDİMDEN
Mümkün mertebe mide boş olarak ve dünya hallerini hatırdan çıkararak, duanın kabulüne bir işaret gelinceye kadar o hal ile beklemek lâzımdır. Mânevî işaret kalpte bir sevinç doğmasıdır. Toprak altında olanların hayattaki halleriyle o ândaki vaziyetini kıyaslamalıdır. Ölü, bir müddet evvel sağ ve selimdi. Güzeldi, sıhhatteydi, zengindi, debdebeli saraylarda, zevk ve sefâ içinde, etrafında pervane gibi dönen cariyeler ve hizmetçiler arasında hayat sürüyordu. Şimdi ve bir ânda malından, mülkünden, dostlarından, ailesinden, cariyelerinden uzaklaştırılmış, vücudu kara toprakta çürümeye terk edilmiştir. O güzel yüzü, uzuvları, böceklerin, kurtların hücumuna hedeftir. Etrafındakiler de, bir çok şeyler yapmak için sonsuz emeller peşinde koşarken hiçbir isteğine eremeden, genç yaşlarında, hiç hatır ve hayale gelmez ân ve mekânlarda ecel ağına düşmüşler ve bütün gayretlerine “son!” diyen büyük fermanı telâkki etmişlerdir. Biriktirdikleri o kıymetli malları, üzerine titredikleri aile fertlerini ve bütün sevdiklerini geride bırakarak toprağa düşenler… Kimi koca bir devletin hükümdarı, kimi şanlı bir ordunun başbuğu, kimi yığın yığın malların sahibi, kimi raf raf kitapların âlimi… Hepsi, birbirinin aynı ve tek bir kefenle gömülmüşler, hiçbirine dünyadaki amelinden başka bir şey erişmez olmuştur. Amelinden başka ölüye imdat kudreti, hiç kimsede ve hiçbir şeyde yoktur. Yakınları ve dostları onu bir ân önce gömerek kabir başından ayrılmak telâşı içindedirler. Onunla beraber olamayınca onu yalnız başına bırakıp giderler... Birinci kısım bitti.
|