?YRKET -I- Sinan Ayhan Sayı:
47 - Ocak / Mart 2005
-Bir Ortak Davranış Geliştirme Aracı Olarak Hukuk Koyuculuk Çerçevesinde Yeni Bir Paradigmaya Doğru Tepegöz Hukukundan KURUMSAL YÖNETİM’ e, Oluşan Yeni “Lingustic”
İyi şirket kötü şirket yoktur; sistem içinde yazılı olmayan kuralları iyi okuyup geleceği şekillendirmek şevkinde olanlar, bir de sadece para kazanmak peşinde olanlar vardır. İster büyük, ister orta, ister küçük ölçekli; ister kapalı, ister açık; ister aile şirketi, ister grup şirketi, ister yatırımcılara dayalı çok ortaklı bir şirket; ister işletme sahibi teorisine dayalı, ister bağımsız kişilik teorisine dayalı, isterse her iki teorinin melezi kombinasyonlarına bağlı bir şirket; yani ne tür bir şirket olursa olsun; o şirketin başat duygusu politik, ekonomik, sosyal şartların (yani kendini tanımladığı çevre şartlarının) olumsuz yönlerinden asgari düzeyde etkilenmek, kaynak dağılımını ayarlayarak sermaye yapısını korumak, hatta beklenti ve amaçlarını yöneterek görünmeyen veya algılanamayan sermaye kayıplarına veya çözülmelerine karşı kendisini daha gelişmiş bir yapıya kavuşturmaktır. Bir nevi şirket, her hal ve şartta kişiliğini ve varlığını devam ettirmek ister. Bu korunma, ilerleme ve en temel varlığını sürdürebilme güdüsü kârlılık ölçütlerine bağlı beklentileri ortaya koyar, beklentilerse amaçlara bağlı vizyonu… Bu vizyon bizce bir yönetici ilkeyi kışkırtmalıdır.
Son yılların şirket yönetimleri açısından kılavuz deyimi yönetişim veya kurumsal yönetim olmuştur. Bu yönetim ilkesi, zıt kutuplar etrafında kendi kavram kanallarını eşmiş ve artık seçimlik olmaktan çıkmış değişken cepheli toplumsal düzeyde adeta bir akitten doğan borç veya yükümlülük haline gelmiş gibidir. Kurumsal eklemli bir mekanikten ‘biopsikolojik’ yönet- sel çevreye geçişte bazı ulusal, uluslararası ve uluslarüstü karmaşık ticarî işlem yapılarını yüklenebilmek için karar alıcıların gelişimini ve olgunlaşmasını geleceğe bıraktıkları, global düzeyde bütün coğrafyalara attıkları zar…
İşte bu metin, insanlık mirası içinde görmek istediği ve hayal ettiği dönüşüm sürecinin bütün ayaklarını hukuk, ticaret ve bilumum yardımcı disiplinlerdeki yansımalarını veya genel hatlarını ortaya koymayı hedefler ve yok edicilik siyaseti yerine bu mevcut mirası korumak, hatta onun devamı olabilmek adına yeni bir öneri ortaya koyar...
Tekâmül, gelişme, evrim, diyalektik gibi çeşitli açıdan dünya oluşumunun etkilerini gösteren kavramlar son dönemde şirket yapılarının aile şirketleri olmaktan çıkıp çok katmanlı, şeffaf bir yönetime doğru bir atılım göstermesine neden olmakta… Aile menfaatlerinden daha çoğulcu bir yapıya doğru bir hukukla gelen yeni evrilme aşamasında “Kurumsal Yönetim-Yönetişim” grameri ön plana çıkmakta…
Dünya dönüyor, kuş uçuyor, nehir akıyor, insan düşünüyor, canlı ölüyor; ama yöneten ve yönetilen arasındaki ilişki bir seyrin içinde devam edip gidiyor. Geçen bir film şeridi midir? Hayır! Eşyanın konuştuğu yerde insan susar; suyun nefeslendiği menzilde gözler yorulur; bunların hiç biri bizim anladığımız anlamda yönetimle bağdaşık durumlar değildir. Oysa yönetim denen keyfiyetin de kendi cüssesine göre bir doğası yok mu? Aslında kavramsallaştırılan her şey bir yönetim aracıdır ve en önce kavramsallaştırdığımız şeylerle kendimizi yönetmeye başlarız. Peşinden zaten diğer yönetim şekilleri çorap söküğü gibi gelir.
Örneğin Kurumsal Yönetim, hangi kökenden geldi ve bu astronörolojik zamana hangi göstergelerle tutundu, hangi dizgeyle nüveleşti? Şu oldu, bu oldu; şimdi bütün uzuvları meydanda…
Bizim mevzuumuza göre Kurumsal Yönetim, eksikleriyle ahlâk koyucu bir hukuk geliştirmesi gereğini bir kez daha gözler önüne sererken şirketlerin çok uluslu gözlüklerle ortak davranışlara açılımlanması günümüz ülke mevzuatlarının ortak bir platformda buluşma gereğini ortaya çıkarıyor… Ortaklaşılan, dayanışılan, kurumsallaşılan bir akım bütün yapıları zorluyor. Bir bakıma insanlığın ortak zihni daha çok iletişiyor ve bu karmaşık yapı ortak bir duygu etrafında gelişip menziline varmaya çalışıyor...
Esas ilişki ticarettir. Disiplinler içinde İktisat, işletme, finans, muhasebe, denetim, vs… gibi bütün alt-disiplinler ve alt-disiplinleri başka türlü işlemlerle harmanlayan birleşik disiplinler ticaret ilişkisinden doğmuştur. Bir başka ifade ve moda tabirle ‘ortak dil’ ticarettir. Ona bağlı diğer kollar ancak ticaretin bir yere varmasıyla tekâmül edebilir. Hukuk da insan ilişkilerini düzenlediği gibi, daha özelde ticari ilişkileri de düzenler.
Ticaret, coğrafi sınırlara sığmıyor ve ülke merkezli olmaktan çıkıp dünya merkezli olmaya doğru yol alıyor… Global düşünce setleri, standartlar, kodifikasyon vesaire hepsi işletme kişiliklerince bir hayat görüşü verilen üçüncü kişiler tarafından kabul görme eğilimindeyken, artı bir de onlara iktisadi çevrelere şekil verebilme kudreti veriyor… Ticaretin değişmesi, dünya ‘numen’1 ve ‘fenomen’2 haritalarını değiştirmekle kalmıyor; fiziki ve kültürel sınırların dışında kendine her düzeyde bir nüfuz alanı açıyor… Ticaret ve sermaye denklemi tarihi açıdan açılmayan kapıları bile açıyor…
Üretim faktörlerindeki karakteristik değişiklikler3, buna bağlı olarak işletme yönetimi anlayışlarındaki çok odaklılık işletme kişiliğinin, malların kâr ve pazar payı ölçülerine yansımasına, ar-ge çalışmalarına ve yeni tür sermaye karşılıklarına dönüşmesine, hattâ sermayenin sermaye maliyetlerini öteleyici bir dizin halinde bir ‘füzyon-mal’ anlayışına oturmasına yardımcı oluyor. Zira sınırların zorlandığı rekabetçi bir dünya, örneğin tekstilciyle kumaş arasında bir moda sektörünün oluşmasına neden olduğu için sermayenin üretim karşılığından hem üretim kolları, hem finansman usulleri bakımından türev piyasaların oluşmasını sağlayarak bir eşyayla bir düşünce arasında emek ve üretim yelpazesini genişletiyor…
İşin kapitalist sömürü mantık örgüsü bir tarafa, dünyadaki ‘konjonktürel’ gelişmeler göstermiştir ki üretim karşılığı olan bir sermaye (kapital) bulunduğu ülke veya coğrafyada akılların para düzeyinden çok bir ürün ortaya koyma açılımına bağlı olarak işlemektedir. Keza uzak-doğu-asya topraklarını gözüne kestiren kapital-hareket burada kontrolleri dışında bir iktisadî hareketin olabileceğini hesaplayamamıştır.4
Bizce yatırım amaçlı coğrafyadan coğrafyaya gezen kapitalin çeşitli kıstaslarla (bunlar hukuksal veya ekonomik olabilir) bir amaca kıstırılması ve kapitalin asla başıboş bırakılmaması gerekir. Öngörülen mevcut mülkiyette tedbirci ve sermayede müdahaleci düzenin benimsenmesi durumu, hem ülkelerin iç mevzuatları, hem hukuk oluşturucu uluslararası standartlar açısından hayatidir… ‘Olabilir ve gerekli parametreleri düzeneğin içine dahil etme’5 konusunda yukarıda bahsedilen türden ilişkileri kurabilecek karar alıcıların, ‘professional judgement-meslekî yargı’ nitelleri üzerinden bir işlerlik ortaya koymaları beklenir. Çünkü, felsefî yargıya göre ahlakı olmayan bir düşünce asla sistemleşemez.
Bu bir araya gelmesi mümkün görünmeyen kavramlar şizofren artığı kişiliklerin kafa ürünü olmaktan çok, bizce olsa olsa mantık örgüsü olağan olandan farklı işleyenlerin cisimleşmiş hayali olabilir...
Bizce Roma Hukukunu bile -yeri geldiğinde- kendilerine serbesti imkânı tanıdığını iddia ederek sahiplenen liberalleri, değişik dizgeler etrafında epistomolojisini kuran ‘Kurumsal Yönetim’ kavramını sahiplenirken gördüğümüz takdirde hiç şaşırmamalı veya onları böyle bir tutum içinde olmalarından dolayı kınamamalı… En nihayet böyle bir şeyi sosyalistlerin, kabalistlerin veya oşinografistlerin yapacak hali yoktu; üstelik onların bir mahareti de pekâla dünyayı yedi günde yaratmış olmak olabilir… Onlardaki Tanrı hoşgörüsü ve serbestisi böyle bir tahta layık değil mi yani? Bizce sakıncası yok, lakin üzücü taraf bu dizgeler kaosu içinde henüz kutsal kitaplarını tamlamamış olmaları Roma hukuk ve nizamıyla kurumsal yönetim arasına sıkışmış olmaları pek acıklı bir hikâye doğrusu, yoksa kamplaşmaların bu kadar keskin olması bizi de oynanan oyun açısından oldukça eğlendiriyor… Ne diyelim; “Debitor intellegitur is quo invitio exigi pecunia potest-borçlu diye kendisinden arzusu hilafına para talep edilebilen kimseye ”6 derler; o halde acaba bu hilafı hangi adam smith’e veya simit-adam’a borçlu olmalı ki… Zira liberal diye bizde piyasada veya havada gezen oral-balonlara, konuşma balonlarına derler…
Birleşik kaplar prensibi gibi bir etki tepki sistemi olarak düşünülüp tasarlanmaması gereken kolektif akıl, hep reaksiyonlarla işlemiş bir sistem oturtmuştur kendine. Biz bunun tepkisel olmaktan çok bir değer ortaya koyan üslubundan bahsetmeyi tercih ederiz. Kurumsal Yönetim, bir gemi gibidir; bir kasırga içinde sizi dalgaların işkencesinden, rüzgârın öfkesinden korur, hangi süreye kadar bilinmez, yine de korur… Ama bu gemi ne sanıldığı kadar bir Titanik, ne abartıldığı kadar Nuh’un Gemisi hüviyetindedir. Bizce Yönetişim denen ‘yeni-akım’, bir şeyleri benzer anlayışlarla yönetmeyi amaçlayan nesnesi uyarılmış bir aklın ürünüdür ve yenisi çıkana veya miadı dolana kadar hükmünü koruyacak bir kavramdır.
Notlar:
1)En üstte olan, kutsal olan…
2)Olgu, olay, hadise…
3)İşletme sahibi anlayışında işletme kişiliğine geçiş… İşletme onu yürütenlerden, faaliyette tutanlardan veya teşekkül aurasında bulananlardan farklı bir kişiliğe haizdir, gibi… (“Agency Theory”ye doğru serpilip gelişme kastı…)
4)Bu cümle Çiğdem Solaş tarafından İTİCU Muhasebe ve Denetim Yüksek Lisans Programı Güz Dönemi Global Muhasebe Dersinde telaffuz edilmiş, dolayısıyla cümlenin yükünden esinlenilerek buraya bir yargı olarak konulması sonuca doğru meseleyi boyutlandırmak veya eklemlendirmek amaçlıdır.
5)Geniş anlamda, muhasebenin genel prensipleri arasında sayılan ‘materiality-özdeksellik’ kavramı kast edilmekte…
6)Türkân Rado, Roma Hukuku Dersleri-Borçlar Hukuku, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1997, s.18
|