Adını koyamadık!.. Ali Erdal Sayı:
73 - Temmuz / Eylül 2012
Karabasan gibi ülkemize çöreklenen, çöreklendirilen ihanet çetesini, çeyrek asrı aşkın bir süre geçtiği halde niçin yok edemedik? Bunca şehide ve gaziye, masrafa ve yatırıma, cezalara ve aflara, yatırımlara ve açılımlara rağmen niçin hakkından gelemedik?
Hiç lâfı dolaştırmadan açık seçik söyleyelim: Adını koyamadık da onun için!..
Sebep bu kadar basit mi?..
Evet bu kadar basit!
Çünkü hangi adı verirseniz, ona göre tavır alırsınız, yapılması gerekeni ona göre tespit edersiniz. Doğru ad verirseniz ne yapacağınızı da bilirsiniz; gücünüzü ona göre kullanırsınız… Eşkiya derseniz başka, hain derseniz başka tavır alırsınız. Asi derseniz başka, suçlu derseniz başka davranırsınız. Adını koymak, onun hakkında karar vermektir. Dostunuz da, düşmanınız da sizin vereceğiniz ada göre tavır alır.
İhanet çetesinin, daha işin başında ne olduğunu tespit ve teşhis etmeli; adını koymalıydık. Mensuplarını, soyadı bile ihanet kokan sözde reisini, yandaşlarını ve destekçilerini de buna göre isimlendirmeliydik.
Başlangıçta isim veremediğimiz gibi şimdi de verebilmiş değiliz. Bakın hâlâ, “PKK terör örgütü” deniyor; genel söylem bu… İlgilisi ve ilgisizi, bilgilisi ve bilgisizi ondan böyle bahsediyor. Televizyonlar böyle söylüyor, gazeteler böyle yazıyor. Onun kendine verdiği ismi kullanmanın dehşetini hâlâ anlamış değiliz. Onun kendine verdiği adı niye kullanırsın? Adını söyleyerek niye propagandasını yaparsın; bir isim bulamadıysan “terör örgütü” de sadece… Adını kullanmak onu tanımak, onun varlığını zımnen kabul etmektir. Onun fiillerini içine sindirdiğini ilân etmektir. Farkında olmadan meşru görmektir. “Terör örgütü” demek bile yetersizken, hattâ yanlışken bir de kendisinin koyduğu adı kullanmak! Bundaki zaaf, fark edilmedi, edilmiyor. Çoluğu, çocuğu, kadını, ihtiyarı, öğretmeni imamı bile öldürdüğü halde, hâlâ yaptıklarına “terör” deniyor… Faillere de “terörist”... Caniye terörist demek, suçunu hafifletmek değil midir?
İhanet çetesine, isyan hareketine, cinayet mekanizmasına, üstelik de kendi verdiği adı da kullanarak “terör örgütü” demek zaafı; ancak, son katliamlarından sonra anlaşılır gibi oldu… Nihayet görülür gibi oldu ki, bu ifade yeterli değil… Böyle bir ihanet çetesine “terör örgütü” demek bizim için acz; “ihanet çetesi” demedikten sonra, başındakine “hain” demedikten sonra ne derseniz deyin bizim için acz… Ekmeklerine yağ sürmektir. Düşünün “ihanet” nerde, “terör” nerde… Mahallede masum bir deli de “terör” estirebilir. Biz ne yapıyoruz; hain olmadıklarını, sadece korku saldıklarını söyleyip duruyoruz. Hainliklere “terör” deyip geçmek yetmiyor; sonuna bir de “örgüt” ekleyerek teşkilâtlı bir güç olduklarını kabul ettiğimizi ilân ediyoruz.
Hatırlar mısınız, başlangıçta “anarşist” denmişti. Bu, ferdi ifade ediyordu, örgütü değil… Yani başlangıçta, isim vermedeki aczimizi görüyor musunuz, ferdi isimlendirebildik sadece; örgüte bir isim veremedik. Anarşist… “Üç beş çapulcu”… Şurada burada rastgele karışıklıklar çıkaran maceracılar… Bir süre sonra dağılıp gidecekler… İsimlendirmeye ne hacet… Ne büyük gafletmiş, böyle “anarşist” diye isimlendirmek; bugün olsun anladık mı? Kısa süre sonra topluluk olarak da isimlendirmek ihtiyacı doğunca, onun kendisine verdiği ad kullanıldı: “PKK”!.. Bir süre sonra hainler, zulmü o noktaya götürdü ki, fiillerini ifadede “anarşist”in yetersiz kaldığı hissedildi. Bu sefer “terörist” demek yaygınlaştı. Nihayet onun da yetersiz olduğu çeyrek asrı aştıktan sonra anlaşılır gibi oldu.
Daha işin başında, harekete “isyan”, yaptıklarına “ihanet”, mensuplarına “hain” denmeliydi.
Doğru tespit yapamadığımız, doğru teşhis koyamadığımız için doğru isimlendiremedik. Doğru isimlendiremeyince doğru hareket edemedik. Maksadını anlayamadık, kaynaklarını kurutamadık, desteklerini göremedik ve hainlik hareketi, bizim zaafımız yüzünden gittikçe güçlendi. Dede Korkut destanındaki “Tepegöz” gibi, kucağımızda büyüdü. Yeniyetme delikanlı olarak çeteye giren, şimdi; şairin “yolun yarısı” dediği yaşı geçti.
Yılanın başını küçükken, adını koyamadığımız için ezemedik. Yılanın başını küçükken nasıl ezeceksiniz, onun yılan değil, solucan olduğunu zannediyordunuz. Ve ona göre davranıyordunuz. İşte bunun için dış güçlerin maşası çetenin Türkler için de, Kürtler için de ihanet şebekesi olduğunu belgeleriyle kitaplaştıramadık. Bunun için söylemlerimiz, nutuklarımız, “şehitlerin kanı yerde kalmayacak” nakaratları hep yetersiz kaldı. Dolayısıyla da inisiyatif bizim elimizde olamadı. Onlar hamle yaptı, biz sadece “mücadele” ettik. Siyasîlerimiz, meydanlarda “terörle mücadelemiz, hız kesmeden devam edecek” diye bangır bangır bağırdı. Bunun, “Terör, devam edecek, yok edemeyeceğiz; ne yapalım, mücadele etmek zorundayız” diye acizlik beyanı olduğu anlaşılamadı. “Terörle bir yere varılamayacağın anlamalılar” gibi ahmakça lâflar edenler bile oldu. Hattâ “terörle yaşamaya alışmalıyız” diyenler bile oldu. “İsyan” denseydi, böyle lâflar edilebilir miydi… Doğru isim veremeyenler, doğru konuşamazlar!..
Doğru isimlendirme, tavır belirlemede o kadar mühim ki… Meselâ kuduz köpek, kuduz olduğu tespit edildikten ve “kuduz” dendikten sonra “itlâf edilir”. Tespiti doğru yapmadınızsa, belâyı buldunuz demektir. Doktor önce hastalığı teşhis eder ve ismini söyler. Tedavi, hastalığın adını koyduktan sonra başlar… Halk, pazarlık ederken bir malın fiyatını belirlemeye “adını koymak” der.
Her topluluk, her hareket, her fikir; düşmanını, peşin olarak, daha ortaya çıkmadan bilir ve ilân eder. Yani daha ortaya çıkmadan adını koyar. Ortaya çıktıkları takdirde onlara kendi verdiği isme göre davranır. Hastalığın adını doktor verir, mikrop vermez. Mikrop, “ihanet çetesi” yerine “terör örgütü” denmesinden memnun olmaz mı... Hainler demek yerine teşkilâtlı, güçlü baskı unsuru diye büyütüyorsun; daha ne istesin... Bundan alâsı, silâh yardımı…
Roma, Spartakus'un hareketini “isyan” olarak isimlendirdi, liderine de “asi” dedi ve ona göre davrandı. Spartakus da hareketini “isyan” olarak vasıflandırdı ve daha işin başında kaybetti. Hareketinin adını kendisi koyamadı, Roma isimlendirdi. Yani insanı köle yapmanın haksızlık olduğu fikrini hareketinin kaynağı ve merkezi yapamadı ve kaybetti. Osmanlı, “Celâlî isyanları” dedi, “Şeyh Bedreddin isyanı” dedi. İsrail, vatanları için mücadele eden Filistinlileri, “terörist” olarak isimlendiriyor kendi vatanlarında ve bu isimlendirmeyle bütün dünyayı kandırıyor. BDP; ihanet çetesi mensuplarına “gerilla” diyor… Siyasîlerimiz “terörle mücadele” gibi devleti pasifleştiren bir ifade kullanırken onlar “savaş”tan bahsediyor. “Taraflar silâh bıraksın” diyebiliyorlar. Niçin?.. Biz “terör örgütü” diye isimlendirdiğimiz için bu cüreti gösterebiliyorlar. İşin başında ihanet çetesi deseydik, “taraflar” diyemezlerdi.
Her topluluk, her hareket, her fikir önce kendisini belirtir. Ben buyum der; ondan sonra da bana karşı olan da şudur, bana isyan edenin göreceği muamele de budur der.
Asr-ı Saadet'te peygamberlik iddiacılarına karşı hiç tereddüt edilmedi. Üzerlerine gidildi ve haklarından gelindi. Çünkü İslâm, hem kendisini, hem karşısındakini doğru isimlendirmişti… Kendisi İslâm… Selâmete götüren iman… Karşı çıkan ya kâfir (hakikati örten), ya müşrik (hakikati yanlış ifade eden), ya münafık (karşı cepheden olduğu halde, bizden görünen, müslüman görünen)… Hepsi “selâmete götüren yolun” dışında. Her birine karşı nasıl davranılacağı da belli… Peygamber hak; Peygamber olmadığı halde peygamberlik iddia eden “kezzap”… Yalanın, yalancının ta kendisi… İtlâfı gereken kuduz köpek…
En büyük devletimizin başına Kürt Teali Cemiyetini, Ermeni Taşnak Cemiyetini musallat edenlerin, Türkiye Cumhuriyeti'ni açıkça Ermeni soykırımı yalanı ile köşeye sıkıştırmak isteyenlerin, el altından başımıza ne çoraplar öreceğini bilmemiz gerekirdi. Ona göre adını daha işin başında koymalıydık ve ona göre davranmalıydık.
Adını koyamadık…
|