Gez, göz, arpacık Abdülfettah Nurs Sayı:
77 - Temmuz / Eylül 2013
Her insan kendi kuvvet aynasının önünde süslenir ve kendi mikyasına iltifatı mârifet tabeder. Her ne kadar bu devasa gezegenimizin cücesi isek de her kalpte bir hane-yi rasata rastlanılır. Kâinatın “amazon”laşan “orman”ından sorumlu hissederiz kendimizi. Bu, sabah sertleşmiş kartonumsu havluların yüzümüze yüzsüzlük yapıp cırmalamasıyla başlar. Veya fondöten, hata örtücü, ruj sunîliğinden ırak tutulamamış sema güzelliğindeki simaları istismar, maske etmesiyle… Nedenlerin ise bedenini münazara eder dururuz. Bazen kumunda taşıyamayacağı ateş topunu yutma teşebbüsünde bulunuruz. Tıraş bıçağının nârin tenimizi eskitmesi gibi yüzümüzü eskitiriz bu düşünce ile. Ve öylelikle kaygı kargomuzda bir koli hesabın bir yandan bir yana savrulur dururluğu etrafta duyulur veya etrafa duyurulur. “O et rafta kalabilse idi” ise zincirleme keşkeler manzumunun baş harfini oluşturur.
Ama ne olursan ol yine de sır'at müstakim yolcularını gözler. Bu nefs-i emmareden başlayıp sırasıyla levvame, mülhime, mutmainne, radiyye, mardiyye ve teskiye durağıyla son bulur. Bu yola giden cadde ise “sen sen ol 'ben' olma” caddesidir. İrtifa korkusunun kaybından ziyade, irtifa kaybının korku arpacığından ayrılmalı göz ki, gezdirdiği bebeğinin beşiğini kalplerin gizemliliğine emanet edebilsin.
|