Asa: Kılıç Zoruyla Değil, Kalem Yoluyla Zuhur Mehmet Hasret Sayı:
78 - Ekim / Aralık 2013
Kuşkuda yenilmek değil vatan, bir vatan üzerinde seyir; kuş kursağından geçen lokmaya göz dikenleri, leş yiyicileri kuş gövdesinden ebedi kovmak… Şair'in dediği gibi; “Geçenler geçti seni uçtu, pabucun dama // Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!” Dünyaya ahlâkımızı yükseltmek için geldik, ama devletler sistemi ve uluslar arası sistem yüzünden, ahlâkımızı "lut gölü" rakımlardan beter bir yerde bulduk…
Hz. Ebu Bekir(R.A.), "Kur'ân"da bir ayette bulunan, "kara" ve "deniz" anlamındaki kelimeleri, "kara" "lisan", "deniz" "kalp" olarak tefsir buyurmuş... Dünyayı fesat çemberine çekenler, her cemiyetin lisanını ve kalbini bozarak, dünyanın kara ve denizlerini kirletmiş, dünyanın maddesini ve maddesindeki sırrı, estetik bakışı bozmuştur...
"Fikir yoluyla zuhur", elzem, lisan ve kalp eş zamanlı düzelme eğilimine girmeden, dünya kumaşına atılan her dikiş biraz çürük çıkacaktır, ama bir güce kavuşmadan da, ne lisan, ne kalp bu düzelme eğilimine girecektir... Ve sabır, Hz. Ali (R.A)'ın ifadesiyle "hayatı dönüştüren" şeydir; sabrın bilediği çalışma, çalışma disiplini ve ahlâkı, belki yüzümüzü ak çağlara eriştirebilecektir...
Yine Şair'in dediği gibi; “Biz, olgun bir cemiyette, maddi ve manevi bütün verim ve iş şubelerini kuşbakışı bir tertip içinde ruhuna sığdırmış ve bütün şubeler arasındaki ahenk zaviyesinden umumî ve amelî bir idrak rüşdüne ulaşmış, tahlil ve terkip kafalı münevverlere muhtacız!........ Alacağı kadın, yetiştireceği çocuk, okuyacağı kitap, yaptıracağı ev, döşeyeceği oda, bürüneceği kılık, takınacağı eda üstünde, köklü bir zevk ve ölçü sahibi insanlar manzumesi… Bize, her şeyden evvel işte bu içtimai kadro lazım… Ancak bu kadronun maya tutmasından sonradır ki, seviyenin alt ve üst tarafları, biri toprak ve öbürü nadide bir yemiş salkımı manzarasıyla meydana çıkar.”
Yakın bir arkadaşım, akrabayı ziyaret, arkadaşı ziyaret ve onlarla muhabbete bağlılık, "Kur'ân okumak"tır demişti... Şimdi bu sözün daha fazla anlamı var bende... Allah Kerim; her şeye rağmen kendi muhabbetimizi koruyabiliyorsak, küfür ne yaparsa yapsın, bizim mevziilerimize ulaşamaz ve kendi sözde mevziilerini de ebedi kaybeder Allah'ın izniyle...
Kendi kabuğumuza çekilip neden bir hiçliğe mahkûm kalalım; "adaletle dünyaya hükmetmek" ve "merhametle dünyaya sarılmak" halleri varken, adaleti ve merhameti seciye edinmiş bir millet yalnız kalmaz, dünya onunla birlikte olur, Allah'ın izniyle, yeter ki o, Allah'a bağlı değerlerinin farkına varsın; devlet mekanizmasını bu seciyeye göre şekillendirsin, hiçbir şeyi küfrün insafına bırakmasın; yalnız “konuşmak”, “durumdan dert yanmak” bir etki bırakmıyor, Allah "sizinle savaşanlarla savaşın; ta ki din, Allah'ın dini olana kadar" diye buyuruyor... Bizim olan her mevziiyi geri almalıyız... Ama bizim dış politikamızın bir etkisi kalmadığı, meselenin sadece “konuşmaya”, “kafa tutuyor olmaya” kaldığı ortada... Konuşarak, kafa tutarak Mısır'da, Suriye'de kan durdurulamıyor...
Tahtakale'de bir esnafla son günlerdeki mevzuları konuşurken, tarhana çorbasından söz açıldı; ben de “tarhana çorbası”ndan bir makale olur, binlerce yazı çıkar, demiştim… “Tarhana çorbası”yla, neler olmaz ki, insan yemeyi, lezzeti öğrenir; insan etiyle, kemiğiyle insan olur; bir insanlık seciyesi ayaklanır ve bu da, küfre haddini bildirmek olur… Bu millet, bir tarhana çorbası içerek belki, bir sürü beladan, şerden korunuyor... En azından market sultasından kurtulup, kendi çapında sağlıklı beslenmiş oluyor... Allah'a bağlı her eylemi onu, kuduz küfrün icrasından koruyor... Dış politikamızın, "bir tarhana çorbası" kadar bile etkisinin olamayışını sorgulamamız gerekir, neden dış ülkelere karşı bir külçe sözümüz, bir dirhem etmiyor…
Bir türküde şöyle diyor:
"Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı
Binayı kurar iken gördüm Leyla'yı
...
Kerpiç kerpiç üstüne düzdüm bir sıra
Leyla'dan haber aldım gitmiş Mısır'a
Kuzu olup melesem arkası sıra...”
Leyla'yı görürsün bir bina kurulur veya bir bina kurmak gibi kurulacak bir nazar vardır dünyaya bakışta, onu ele alışta... Bir binası var bugün dünyanın, Mısır'a kadar varan veya Mısır, Leyla kadar bir meseledir bizim için ve bizim Leyla'mızdır...
Daha... Her halükârda Allah'ın emirlerine itaat, esasımız bu... İçki içmemek, zulme karşı durmak, Hz. Peygamber(S.A.V)'in sözüne bağlanmak; o altın levhaları, amellerimiz, biz bilmeden yok olmasın diye her şeyin üstünde tutmak, hepsi okumanın, Kur'ân okumanın içinde...
Keza türkü dinlemek de bizi birçok yanlıştan muhafaza eder, zira türküler bünyelerinde, Allah yolunda güzel ifadeler ihtiva eder... Türkü dinlemek, bu sebeple bir bakmışız, zulme karşı durmanın yolu ve kâfir kafilelerinin işlerinden etkilenmenin şifası oluvermiş...
Duru, "bir" olmuş düşünceye bağlı fiili etki nasıl çatılır... Bunun, bir siyaseti var belki... Biz de strateji ve taktik plânında, onu iyi niyetle araştırıp şekillendirmeye “cehd ediyoruz”, diyelim... Türk milletinin, en kritik zamanlarında, belki onu bin yıl öteleyecek zemin için fikir ve maneviyat kurucuları çıkmış çok eskiden; 13. yüzyılda çıkan bu büyük şahsiyetler, Muhiddin Arabi, Sadreddin Konevi, Mevlana, Yunus Emre ve daha niceleri gibi... Belki içinde bulunduğumuz bu dönemde de -ki çok zorlu bir dönem- bu dönemin fikir, gönül, kalp adamları bir yerlerde ve ancak görünmüyor veya o etki yerinde hamlelerle gelişiyor da biz farkına varamıyoruz... Bu anlamda, akvaryumdaki balıklar gibi biz, akvaryum camından sonsuzluk denizine bakıyoruz…
Hak yolunda söylenen söze, bütün zerrelerinle kulak vermek de Kur'ân okumak anlamına gelir, bir bakıma... Sonsuzluk denizine kulaç oralarda… O zaman, her şart ve halükârda; gözümüzle, kulağımızla, ellerimizle, hareketlerimizle, ahlâkımızla daima Kur'ân okumalı ve Kur'ân okumayı da bırakmamalı… Allah, “Allah'a kaçın” diye emretmiş; Kur'ân okumak da işte, bir örümcek gibi karnımızdan çıkardığımız tehlike örgüsünden uzaklaşarak, her adımı bataklık olan bir seviyeden sıyrılmak ve Allah'a kaçmaktır… Biz, yalnız Kur'ân okuyalım, Kur'ân…
|