Kitap Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
81 - Temmuz / Eylül 2014
Yeni bir görüş ve duyuş mimarîsinin toprak üstünde sarayını kuracak TEK VASITA, KİTAP. İnsanlık, kitabın mukaddes vasıta olmak haysiyetini dinlerden öğrendi. Bugüne kadar da hiç unutulmadı. Kitap mefhumunun bir ucunda Allah, öbür ucunda da sonsuzluk var. İnsanoğlunun ebedlerce fethede ede bitiremeyeceği sonsuzluk. Bu yüzden yarına gebe kahramanlar, kitaplık cehde, kitaplık çapa, kitaplık yapıya, hakikî oluşun temel şartı gözüyle bakarlar. Onlarca kitap, yarını nişanlayacak ses güllesinin biricik mancınığı. * Kitap dışında, gündelik yazı, çerden çöpten konuşma gibi, bazı kolay ve ucuz âletler de vardır ki, mancınığa nisbetle, köy çocuklarının serçelere taş attığı çatal sapanları andırır. Bir günün sabahında avladıkları sesi, ancak akşamına ulaştırabilirler. Bu âletlerin vazifesi, cıgara paketlerinin arkasındaki kısa adresler halinde, dinamizmalı çıkış başları kurmak ve kitaplık hamlelere muhit hazırlamaktır. Yoksa, içinde dört mevsimin kaynaştığı hiçbir sistem örgüsü, bu günübirlik âletlere vergi olamaz. * Her "ulvî"nin zıddı, aynı boyda bir "süflî" değil mi?.. Kitaplık dâvaları günübirlik karalamalar ve hafif sohbetler içinde can çekiştirmek de, cücelerin kârı. Göksu sefası için yapılmış sandalla açık denize geçilmez. Onun içindir ki, böyle bir sandalda, büyük vapur süvarilerinin kılık ve edasına bürünmüş bir kayıkçı, bizi katıla katıla güldürür. * Kitap yazamıyoruz!.. Kitabın ana şartı olan keyfiyet yükünden vazgeçtik; kemiyet ağırlığını yüklenebilsek, yarı yolu aşmış oluruz. Ciğerlerimizde, kitap kadrosunu üfleyecek havaya yer yok. Bütün fikir pazarımız, kolayca şişen ve kendi kendisine öten düdüklü balon yaygaralarıyla dolu. * Filânı mütefekkir, falanı şair, fişmekânı da münekkit tanırız. Mütefekkirin faraza 10 cilt eseri vardır. Hepsi de bir zamanların (Paris)inde oturan efendisi filozoftan tercüme. Geriye birkaç makalesiyle birkaç sohbeti kalır. Ellisine merdiven dayayan şair, yalnız 50 mısra yazmışsa, (Greta Garbo) varî esrar peçesini yüzünden düşürmemek ve zamana hedef kurmamak içindir. Sınıfta yoklama yaparcasına (mevcut - namevcut) diye sanatkâr yoklaması yapan münekkit, bütün selâhiyetini, beş buçuk lâübali satırla, üç buçuk aşağılık nükteye borçludur. Buna rağmen mütefekkir, kendini yeni bir dünya görüşüne; şair, yeni bir ses cevherine; münekkit de, bir tenkit ölçüsüne sahip kabul eder. Bir günlük beylik beyliktir derler. Saydığım zavallılar da, günlük kadronun fânî, fakat müteselli küçük beyleri. * Tanzimat'tan beri soruyoruz: -Olmuyor, olmuyor; acaba niçin? Meseleyi daima keyfiyet cephesinden ele alıyor, daima terkibi bizce meçhul bir keyfiyet eksikliği vehmediyoruz. Haklıyız; bir şey yalnız keyfiyetiyle var veya yoktur. Fakat bence ve bize nisbetle bu, doğru bir usul değil. Henüz kemiyet yokuşunu sökememiş bir hamlenin, keyfiyet ufku üzerinde olması düşünülemez bile. Keyfiyet tecellisini iki merhalede tamamlayan bir sır: Evvelâ kemiyet ihtiyacını meydana getirir, her cismin fezadaki mekân ihtiyacı gibi, boşlukta yer işgal etme hassasına erer, ondan sonra kendisini ifadeye geçer. (Radyom) madeninin bile, hiç değilse binde bir miligramlık bir külçesi olmalı ki, bir ifadesi ve tesiri bulunsun. Tahayyüz hassası olmayan, mekân işgal etmeyen maddenin ne kendisi vardır, ne de herhangi bir vasfı. Madenleri teneke olduğu halde (radyom) taklidi yapan bu namevcutlara bildirmelidir ki, (radyom)un (radyom) olarak varlığı derecesinde var olmaya karar veren insan, cilt cilt fikir ve şiir mayalaştırmaya mecburdur. (Radyom)u ve kesafet sırrını yaratan Allah bile kitaplık söz kadrosu içinde konuştu; kitaplık söz kadrosunu yarattı. Sahtekârlığa metelik vermeyiniz! Kitaplık hacmi olmayan mütefekkir, şair ve münekkit; riyazî bir kat'iyetle namevcuttur. Binalaştıramadığı (sentez)in mütefekkirinden, örgüleştiremediği şiirin şairinden, ölçüleştiremediği tenkidin münekkidinden iğreniyorum!.. Âlet ve iş diye iki şey tanıyoruz. Âletin hakkı verilmezse iş öksüz kalır. Ne diye mevhum bir takım iş nazariyeleri kuruyoruz? İşte mevhum olmayan hakikat: Âleti kullanmaktan, âleti işletmekten âciziz! Âleti işletmeye savaşmayışımızın ve nefsimize boyuna mühlet verişimizin de hilesi açık: Böyle bir işe kalkıştığımız anda, bütün kifayetsizlik ve ayıbımız, suyu çekilmiş yosunlu havuz dibi gibi meydana çıkacaktır. Bir miskal davul tozu ve bir miskal minare gölgesi peşinde gezercesine aradığımız ve bulamadığımız keyfiyet tılsımı, ona karşı istidatsızlığımız kadar, âletine gösterdiğimiz saygısızlık yüzünden ele geçmiyor. Her birinin kitabı halinde arıdan bal, inekten süt, koyundan yün istiyoruz da; mütefekkir, şair, münekkit makamlarına kurulmuş sahtekârlardan kitap istemiyoruz. * Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan? Aynı sualin daha çetini var! İnsan mı kitaptan doğdu; kitap mı insandan? Kitap yazın, kitap!
|