Al eline kalemi!.. Ali Erdal Sayı:
81 - Temmuz / Eylül 2014
NEFİS...
“Ağaçlar kalem olsa,
Yazılmaz benim derdim!..”
Türkünün dediği gibi... Her insan için dünyanın en büyük derdi, kendisininki... Hattâ bütün zamanların ve mekânların... Kâinatın bir tane olması, insan sayısı kadar merkez olmasına engel değil... Hayat sahnesinin tek başrol oyuncusunu bilmeyen mi var! Figüranlarla ilgilenmek, boşa zahmet... İnsandaki bu ruh halini bir batılı, “her insan, kendini bir parça tanrı görür” diye belirtiyor... Bir parça mı?.. Nefs kavramından mahrum Batı, gerçeği bu kadar görüyor ve bu kadar ifade edebiliyor.
Nefsin bencilliğine bakın... Kendisi toksa, herkes toktur. Kendisi açsa? Buna göre herkesi de aç bilmesi gerekmez mi? Öyle veya değil, mühim olan aç olan “bir kişi”nin bir an önce doymasıdır. Bir tehlike mi var; tek sıkıntıya düşen odur ve meşru veya gayrimeşru her şeyi yapmak hakkıdır. Tehlike geçince, onunla birlikte bütün kâinat kurtulmuştur. O zaman nefsini kurtarmak için gayrimeşru yollara tevessül eden alçakları yerin dibine batırmaya gelmiştir sıra. Doktorun da hasta olabileceği, fırıncının da ekmek parası sıkıntısı çekeceği, çorbasını geciktiren garsonun orucunu bile açamadığı aklının ucundan bile geçmez... Mevlânâ ne güzel ifade ediyor: “İnsan kirden, irinden, necasetten tiksinir… Ama kendi kirinden, irininden, necasetinden tiksinmez… Nefs; kendi kirinin, irininin ve necasetinin mekruhunu göremeyecek, hattâ mekruh saymayacak bir kibir içindedir. Kendisini bu derekede put haline getirdiği için Kâmil Kudret’e tahammül edemez, O’nu tasdike yanaşmaz.” Seviyeli insan bencillik handikapını aşabilen kişi olmalı. Öğrenen değil; çünkü herkes bilir bencilliğin kötü olduğunu. İş kabul edip ona göre yaşayabilmekte olmalı. Çünkü kabul eden kendi nefsini de itham etmiş olacaktır. Bu durumda nefse uymanın ne menem bir şey olduğunu ifade eden “Nefis, ne pis” tespitine hayran olmamak mümkün mü?..
İMTİHAN SORUSU...
Kâmil Kudret, insanın özüne, yalnız kendisini düşünen, tanrılık heveskârı nefsi bir imtihan sorusu olarak yerleştirmiş. Ehlileştirilmesi gereken bir vahşi hayvan... Disiplin altına alınması şart enerji... İnsan, bencilliği aştığı nisbette “şerefli”, ona ram olup altında ezilmesi halinde “hayvandan aşağı” olacaktır. İyi ki Allah, böyle olduğunu bildirmiş. İyi ki ne yapmamız gerektiğini ve usulünü, aramızdan “seçme” rehberler vasıtasıyla beyan buyurmuş... Bu sayede İslâm tarihi, bunu başaran kahramanlarla dolu. Bu tembihleri dikkate almayan Batı “günah” altında ezilmiş, bunun hıncıyla nefsi ezmeye kalkışmış. Belki de çoğu Batı icadının günahı teşvik edici olması, bu ezilmişliğe herkesi ortak etme psikolojisidir.
Her nefs varlığın merkezi olduğu düşüncesinde... İlk insandan, son insana böyle... Ne müthiş!.. Öyleyse bunda bir gerçeğe işaret olmalı. İslâm onu da belirtiyor... Mücerret insan, kâinatın merkezi: “Allah insanı kendine halife olarak yaratmış ve kâinatı onun emrine vermiştir.” Öyleyse insanlık piramidinin tepesinde bir “yüce insan”, “has insan” bulunmalı... Her şeyde olduğu gibi insanlığın da bir “ufku” olmalı... O, ilk insandan itibaren, “seçme insanlar” vasıtasıyla müjdelenmeli ve O, “Son” olmalı...
VE KALEMLE YAZMAK...
Madem insan, bir cevherle ve üstün idrakle yaratılmışsa, bunu geliştirmek ve iyide kullanmak borcunda olmalı... Bu da kendisini böyle yaratanın göndereceği “Kitab”ı anlamak ve bu yolda, bir Batılı yazarın ifadesiyle, “sistemli düşünmek”le yani gelişmelerin heba olmasını önleyen ve geleceğe intikalini sağlayan bir vasıta ile olur: Kalemle...
İslâm, daha ilk âyette “Oku!” diye emrediyor. Devamında yüce Rabb’in (cc) kalemle yazmayı öğretmesinin bir nimet oluşuna dikkat çekiliyor. Ve “kalem”, Allah’ın “nihayetsiz keremi” ile birlikte ele alınıyor: “Yaratan Rabb’inin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb’in nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazmayı) öğretendir.” (Alâk / 1). Öyleyse, “Oku!” emrinin zımnında “Yaz!” diye de emredilmiş olmalıdır.
Yüce Allah, merhameti icabı ihsan ettiği, lütfettiği Kitab’ında kalem üzerine yemin ediyor. “Mürekkep hokkası” mânâsına gelen “Nun” adı da verilen Kalem Sûresi birinci âyeti: “Hokka ile kaleme (erbab-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere andolsun ki...” Hasan Basri ÇANTAY, bu âyetle ilgili şu açıklamayı yapıyor: “... Yemin hokka ile kalemedir. Çünkü bunların hitabetteki faideleri büyüktür. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın her kitabı ancak onunla yazması da onun fazl-u şerefine delâlet eder (Beyzâvî, Şeyhzâde, Medârik). Bu kalem bazılarına göre, alel’ıtlak insanların ve meleklerin kullandığı kalemdir (Beyzâvî, Celâleyn, Medârik).”
Her şeyi yoktan var eden, her şeyi tasarruf eden ve “kalemle yazmayı öğreten” Allah, kalem üzerine yemin ediyor. Hem de Kâinatın Efendisi ve İnsanlığın Ufku’nun (sav) büyük bir ahlâk üzere olduğuna dair: “Hokka ile kaleme ve (erbab-ı kalemin) yazmakta oldukları şeylere andolsun ki, (Habibim) sen, Rabb’inin ni’meti sayesinde, bir mecnun değilsin. Senin için muhakkak bir mükâfaat vardır. Hiç şüphesi büyük bir ahlâk üzerindesin sen.” (Kalem / 1-4). Daha sonraki âyetlerde ise yemin kınanıyor. Hattâ, değil eğriye doğruya; yemin etmek bile kınanıyor... Böylece pek az başvurulması gerektiğine işaret edilmekle, yapılan yeminin ehemmiyeti ve üzerine yemin edilen kalemin değeri iyice ortaya konuyor. Üstelik gereksiz yemin edenler, bakın kimlerle birlikte görülüyor. “(Doğruya da eğriye de) alabildiğine yemin eden, izzet-i nefsi bulunmayan, (gammazlıkla) lâf getirip götürmeye koşan, (insanları) hayırdan durmayıp men’eyleyen aşırı zalim, çok günahkâr, kaba, haşin, bütün bunlardan başka da kulağı kesik (açıklamada ‘şirret, hayâsız, edepsiz, soysuz, yani evlilik dışı olma’ demek olduğu yazılı) olan kişiyi tanımayan (onlara boyun eğme)”. (Kalem / 13).
Elmalılı Hamdi YAZIR da tefsirinde, “Kalemden maksat kendisi değil, yazdıklarıdır... Onun arkasındaki akıl ve idraktir... Kasem edilen kalem levh-i mahfuzu yazan, yahut Kur’ân yazılan kalemdir” diyor.
KİTAP, KALEM VERİMİ
Kalem!.. “Kaleme almak”, eser gibi üstün bir fiilin sembolü... Ne sevimli, ne ciddî ve ne tatlı bir ifade... Allah Kelâmı’nı yazan “Vahiy Kâtipliği” gibi bir müessesesi olan İslâm sayesinde doğan kültürümüzün eseri...
Allah, aramızdan “seçtiği”, “seçkin” insanlarla bize “Kitap” göndermiş; onun için “Kitap mefhumu bizde azizdir. Zira en büyük kitap Allah’ındır. Allah’a bağlı olmayanlara ‘kitapsız!’ diye hakaret edilmesi de aynı mânânın nihaî tecellisiyle yokluğundaki felâkete işaret.” (Necip Fazıl). Dünyada gelişme namına ne varsa, kalem sayesinde değil midir? O bakımdan kalemin hakkını vermeyenlere “Kitapsız!” der gibi, “Kalemsiz!” dense yeri...
KİTAPSIZLAR!..
Kitab’a sahipken, onu tahrip edip “kitapsızlaşanların” düştükleri hali görünce “Allahsız, kitapsız!” hitabındaki ince ve derin idrake, tekrar tekrar hayran olmaz mısınız?
“Kitap”taki (İncil) ilâhî incilerin yerine kendi adi taşlarını koyanlar, insanı yakacak kadar zalimleşti. “Engizisyon” diyerek, “afaroz” diyerek zulmü yerinde göstermeye kalktı ve müesseseleştirdi. “Düşünen adamlar”ı, yani “kalemi” yaktılar. Düşünebiliyor musunuz, değil “kalemle yazmak”, düşünmek dahi suç sayıldı. “Ortaçağ karanlığını” kitapsızlık meydana getirdi, “Kitab”ı tahrif etmekle...
“Kitap”taki (Tevrat) ilâhî incilerin yerine; nefsi putlaştırmayı sistem haline getirerek ırklarını putlaştıran saçmalıkları koyanlar, zulmün daha da beterine düştüler... Kendileri “yüce”, diğer insanları “goyim/hayvan” sayarak, bunun siyasî aksiyonunu sistemleştirerek (Siyonizm) dünyayı kana buladılar, bulamaya devam etmekteler. Yani “nefslerine zulmettiler”. Bâtıllarını hâkim kılmak için “kalemi” tetikçi gibi kullandılar. Görüyor musunuz, “kitapsızlığın âkıbetini?
Faşizm ve Nazizm’i, Sosyalizm ve Komünizm’i, Liberalizm ve Kapitalizm hiç “kitaplı” olmadılar. Kalemin hakkını veren İslâm ise; zulüm ne kelime, “Bir hayvanın ayağını kesenin ecrinin dörtte biri gider. Yaş hurma ağacını kesenin ecrinin dörtte biri gider. Ortağına hıyanet edenin ecrinin dörtte biri gider” (Hadis) dedi ve söylediklerinin erişilmez cemiyetlerini bilfiil kurdu.
Batı taklitçiliği; kalem ve kitap medeniyetinin muhteşem örneğini veren bir milleti, “Al eline kalemi, yaz aklına geleni” seviyesine düşürdü... Dağınık, sistemsiz, düşüncesiz, hedefsiz ve tabiî ki neticesiz... Nefsin esiri... Kalem öyle mukaddes ve erbabının sorumluluğu öyle ağır ki, yolunu tıkayanların “ağaçlar kalem olsa, anlatılmaz cezası!”... Bu korkuyla titriyerek, kalem erbabına; “silâh başına!” der gibi, “oku!” ve “al eline kalemi!” diyerek vebalini hatırlatsak yeri…
|