Kardelen’in 35. toplantısında Ali ERDAL’ın konuşması Ali Erdal Sayı:
124 -
 Gönüldaşlar, geçen toplantımızda zamanın ruhu demiştik. Düşünmeye devam edelim.
Allah, her yarattığına, o mahlûkuna has kabiliyetler ve imkânlar da veriyor. Fil şöyle, karınca böyle… Demir sert, pamuk yumuşak vs… Bu kabiliyet ve imkânların kullanılması veya kullanılmaması yeni şartlar ortaya çıkarıyor. Sebepler yeni sonuçlar meydana getiriyor…
Meselâ gündeme gülle gibi düşen Bolu’daki otel yangını pek çok şeyi değiştiriyor. Yeni bakış, yeni algı, yeni hisler, yeni konjonktür, yeni kararlar, yeni teklifler ve temenniler vs… Evlâdını öldürüp cemiyet karşısında merhametli anne rolündeki kadın, yanan eyalet ve pek çok yerdeki yangınlar, çöken binalar ve kazalar… Birbirini etkileyen domino taşları gibi cemiyeti sarsan sonuçlarını görüyoruz. Daha doğrusu eşya ve hadiseler üzerinde neler yapılınca veya terkedilince nelerin olacağını ibretle müşahede ediyoruz.
Zamanın ruhu üzerinde düşünmek; dünü ve bugünü iyi tahlil edip, yarını kestirme hüneri.
İnsan, eşyanın kabiliyet ve imkânlarını öğrenerek ve kullanarak, eşyaya hâkim oluyor. Eşyaya, hayvana, tabiata, bitkiye, göğe, yere vs… Küllî İrade, bir mahlûkuna böyle cüz’i bir irade vermiş. İnsan dışındakiler dar mekânda ve dar zamanda hep aynı şeyleri icra ediyor. Arı yaratıldığından beri hep bal, inek süt veriyor vs… Onlar için zaman sanki yeknesak bir an…
Allah, insana icat kabiliyeti vermiş. Buluş ve keşif de… Şartlara göre yeni hâkimiyet alanları meydana getirebiliyor. Meselâ buzdolabını icat ediyor; böylece gıdaların ömrünü uzatıyor, onları belli bir zamana ait olmaktan çıkarıyor. Dar bir mekâna ait olmaktan da çıkarıyor. Malatya’nın kayısısı dünyanın öbür ucuna her mevsim gidiyor, avakado ülkemize geliyor. İnsan; tohumları, hattâ kendi neslini bozarken, uzaya insan gönderiyor, uzayda çiftlikler plânlıyor.
Delikanlılığımda, lâhana almam istendi. Pazarda aradım taradım, bulamadım. Nihayet sordum. Bana güldüler, bu mevsimde lâhana mı olur dediler. Bir zamanlar turfanda vardı, hattâ ilk turfanda, son turfanda denirdi. Aldığımız elbiseler “evlâdiyelik” olurdu. Şimdi her mevsimde her şey bulunuyor. İnsan serayı icat etti. Gıdaların zamanını değiştirmekle eşyaya, piyasaya, nimetlere, paranın değerine ve harcanma yerlerine, nakliyeye ve yolculuğa, fert ve toplum münasebetlerine yeni anlayışlar geldi. Dünyaya bakış değişti.
İnsan; zaman ve zamanın ruhu üzerinde düşünen ve şartları zorlayan tek varlık… Meselâ barutun icadı zaman içinde kaleleri etkisiz hattâ lüzumsuz kıldı. Bu da kalelere göre kurulmuş beyliklerin, yerine daha geniş coğrafya üzerine kurulacak devletleri, hattâ imparatorlukları mümkün kıldı.
Şimdi… Şimdi imparatorlukların, devletlerin şirket nevinden yeni kuruluşlarla hâkimiyet savaşı var. Devletlere hâkim küresel kuruluşlar dönemi… Yeni imparatorluklar onlar. Hattâ sanal âlemde yeni güç imkânları doğuyor. Sanal kudretler dönemi. Şimdi kolay ulaşılan bilgi ve onun her sahada kullanılması dönemi. Bir yazılım, bir orduya bedel. Bir kasette bir sır zapt eden; mevki makam sahiplerine, devletlilere, onları kullanarak da devletlere hükmedebiliyor. Bu yolla, nüfusu az, devleti küçük, askeri korkak Yahudi, kudretlilerin ve mevkilerdekilerin burunlarına taktığı menfaat ve tehdit halkaları ile kendisine karşı tedbir alınmasını önlüyor. Ayı değil, ayılar oynatıyor.
Şimdi… Şimdi söz ve fikrin hâkim olduğu dönemdeyiz. Hak veya bâtıl, doğru veya yanlış ayrı mesele.
Şimdi… Öyle bir dönemdeyiz ki…
Zamanın ruhunu asıl bilen ve ona göre yol gösteren Allah’ın elçileri ile, sahabileri ile ve şairin
“Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece Allah’ın rızasındalar.”
Diye övdüğü büyükleri ile, cemiyetin bağı koparıldı.
Bir zamanlar, hak veya batıl devletliler, iktidarlarını insan üstü kudretten alırdı. Şimdi nefs iktidar… Ve nefs, sistemini kurdu: Sekülerizm… Laiklik… Bu halin Batılı da farkında… Bunu, yaşanmaz hale gelen şehirlerinin kerih haline bakıp “Tanrı şehri terketti” diye ifade ediyor.
Şimdi öyle bir dönemdeyiz ki, Tanzimat’tan bu yana meydana gelen inkılâplar sonucu, zaten âlim tipi gözden düşürülmüştü; dolayısıyle onu yetiştiren iman manzumesi de… Âlim temelli kürsüden indirildi ve İslâm hayattan koparıldı. Camiler günde beş defa 3-5 boyu bükük ihtiyarın toplandığı yerler, minareler bangır bangır okunan ruhsuz ezanlardan dolayı garip. Konjonktür diye batıdan enjekte edilen kavramla söylersek daha iyi anlaşılır. Konjonktür yeni idoller, tabular, zevkler, alışkanlıklar dayattı. Dolayısıyle yeni insan tipi. Başındaki şapkadan, ayakkabıya kadar... Nur gitti, haliyle karanlık hükümdar.
Ârif Nihat Asya’nın dediği gibi
“Ebu Leheb öldü”diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi,
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!”
Şimdi bir de cemiyetin üstüne yalan bilgiler yanardağı püskürtülüyor… Yeni karakterler, yeni ahlâk zerkediliyor.
Şimdi ne yapmak lâzım?
Zamanın ruhunu bilenler yarını görüyor. Anlamasını bilenlere ve doğruları nefsine kabul ettirebilen kahramanlara yol gösteriyorlar. Meselâ İmam-ı Rabbanî, asırlar öncesinden rotamızı çiziyor: “Bu devrin cihadı söz ve fikirdir.” buyuruyorlar.
Söz?.. Söz, Allah ve Resulünün sözü… Fikir, onlar üzerine ve onlardan doğan eserler üzerine tefekkür.
Zamanın ruhu bu!
İfadeye çalıştığımız manzara ne olursa olsun, ne kadar ümitsiz görünürse görünsün, zamanın ruhu bu.
Yarına hâkim olacak olan, olması için çalışmamız gereken bu!
Yarım asır önce şairimiz;
“Gam çekme, böyle gitmez bu devran”
Demiş…
Gam çekme, böyle gitmez bu devran,
Nihayet sonuncu durağa gelir.
Hasretle beklenen gelir mutlaka;
Sultan fikir, şanlı otağa gelir.
Yırtılır güneşin kapkara zarı,
Dünyamız yepyeni bir çağa gelir.
Füzeler kağnıya döner ve nöbet,
Işıktan da hızlı Burağa gelir.
Gökyüzü, yeryüzü, helâlleşirler,
Nur, kaçtığı yerden toprağa gelir.
Birleşir, kupkuru dalla yanık kök,
Yemyeşil bir ışık, yaprağa gelir.
Kal’anın burcunda çakar işaret;
Millet, dalga dalga bayrağa gelir.
Biz… Kardelen!.. Yarım asra yakın zamandır İbrahim’in ateşine su taşıyan karınca; karıncalar… Milletin dalga dalga bayrağa gelmesi ümidiyle…
Gazamız mübarek olsun gönüldaşlar!
|