Efsaneden günümüze Mankurtlaşmak Vural Gündüz Sayı:
80 - Nisan / Haziran 2014
Ünlü Kırgızistan Türk’ü, Cengiz Aytmatov’un yazmış olduğu “Gün Olur Asra Bedel” adlı romanında yer verdiği bir Kırgız efsanesinde ‘mankurt’ sözcüğü ve “mankurtlaştırmak” deyimi geçmektedir. Cengiz Aytmatov tarafından dilimize ve edebiyatımıza da kazandırılan bu sözcük ve deyim, Türk Dil Kurumu sözlüğünde “ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan” olarak tanımlanıyor.
Mankurtlaşma olayı yazar tarafından, kitapta şu şekilde anlatılmaktadır:
“Juan-Juanlar tutsaklarına korkunç işkenceler yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce tutsağın başını kazır, saçlarını tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, tutsağın kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararmış. Buna ‘deri geçirme işkencesi’ derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş.
Bir devenin boynundan beş-altı kişinin başını saracak deri çıkıyormuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere sürmesin diye, bir kütük ya da kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış. –Deve derisi güneşin altında kurudukça gerilir. Gerilen deri başı mengene gibi sıkar ve inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olurmuş. Böylece tutsak olan kişi bilinçsiz ve her istenen şeyi sorgulamadan yapan bir köleye dönüşürmüş.– Bu tutsaklar birer mankurt olmadan yakınları bir baskın düzenleyip onları kurtarmasın diye, yanlarına gözcüler koyarlarmış. Açık bozkırda her taraf kolayca görüldüğü için gizlice gelip baskın yapmak kolay olmazmış.
Juan-Juanlar’ın bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile gerek zorla, gerek fidye vererek kurtarmak istemezmiş. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan, bir mankenden farksız olurmuş onun için.
Bununla birlikte, bir defasında, adı tarihe ‘Nayman Ana’ olarak geçen bir göçebe kadın, oğlunun başına gelenlere dayanamamış, onu kurtarmak istemiş.” Efsane böyle anlatır.
Geçmişini unutan tutsak, artık bir mankurttur. Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini, anasını bilmezmiş. Yeni efendisinin emriyle ve ona yaranmak için öz anasını öldürmekten çekinmez, insan olduğunun bile farkında değilmiş.
Aytmatov, Kırgız ananın acıklı ve hüzünlü halini, bulduğunu zannettiği oğlunun okuyla ölmesini, sadece geçmiş dönemdeki olaylara değil; günümüzdeki olaylara da ışık tutmak istemiştir. Mankurtlaşma süreci, Aytmatov’dan sonra, geçmişini unutmuş, bedeniyle ve ruhuyla başkalarının buyruğu altına girmiş, yeni efendisine yaranmak için kendi geçmişine, değerlerine, ailesine ihanet edenlerin ortak adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İşte, toplumumuzda yaşadığımız gelişmeleri bu bağlamda değerlendirmekte fayda var. Aklını kullanmayan, düşünmeyen, işitmeyen, görmeyen, hissizleşmiş, körü körüne taklit eden, aklını efendilerine teslim etmiş insanlar her zaman var olduğu gibi var olmaya da devam edecektir.
Bugün dünyada egemen olan kültürün yönlendirmesi ile bir mankurtlaşma operasyonu yapılmaktadır. İnsanımız gün geçtikçe geçmişi daha az anımsıyor, geçici heveslere teslim oluyor. Bugün çevremize dikkatlice bakarsak; Türk toplumunun, yazılı ve görsel medyanın yanı sıra, sosyal medya ağları ile mankurtlaştırılmak istendiği görülecektir. Milletimizin kimliği, kişiliği, onuru yozlaştırılmaya ve aşağılanmaya maruz kalıyor. Bunu azar azar, alıştıra alıştıra, şiddeti zamana yayıyorlar. Kitleler, toplumlar, milletler ne kadar uyuşturulursa, düşünmekten vazgeçip kültüründen uzaklaştırılırsa, sömürgeleştirme politikası o kadar başarılı oluyor.
Her Türk vatandaşının, millî kültürü korumada ve geliştirmede sorumlulukları vardır. Kendi toplumuna, kendi kültürüne, kendi değer yargılarına, kendi inanç ve geleneklerine yabancılaşan bireylerin; toplumuna, kültürüne ihanet etmesi sık gözlemlenebilen bir durumdur. Bu ihanetin nedeni; bireylerin kişisel çıkarları ya da özenti bir kişilik sergilemeleri veya bunlara benzer nedenler olabilir. Ama en önemlisi düşünememeleri ve kimlik bunalımında olmalarıdır.
Geçmişimiz ve kim olduğumuz bize unutturulmaya çalışılıyor. Ama, mankurtlaştırılmak istenen bu halk, tarihte onlarca devlet kurmuş, sonuncusu dünyanın önemli bir bölümüne egemen olmuş, en kötü durumunda bile dünyanın en güçlü ordularını dize getirmiş, Osmanlı’nın sahibi; ardından emperyalizme karşı zafer kazanmış bir millettir.
Milletler zaman zaman rehavete kapılıp, felaketin eşiğine gelebilir. Biz de felaketin eşiğine gelmiş ama ‘ölü toprağını’ üstünden atarak İstiklâl Savaşı’nda eşsiz cesareti ve fedakârlığıyla destanlar yazmış bir milletin bireyleriyiz. Ülkemizin iyi yetişmiş genç ve eğitimli nüfusu, kökünü tarihin derinliklerinden alan devlet geleneği, üstün coğrafyası, zengin yer altı ve yerüstü kaynaklarıyla geleceği parlak olan bir ülkedir.
Aklı ve bilinci kuşatılarak teslim alınmış, tarihi unutturulmuş yani mankurt olan kişi ya da toplum emredileni sorgulamadan, tartışmadan ve isteyerek yapar. Mankurtlaşmaktan kurtulmak, insanın sahip olduğu en önemli unsur olan akılla mümkün olabilir. Bunun için de akıl sahiplerinin, unutturulmaya çalışılan dinimize, dilimize, kültürümüze, değerlerimize sahip çıkması ve çıkılmasını teşvik etmesi gerekir. Milletimiz üzerinde dün olduğu gibi bugün de oynanan kirli oyunların farkında olup, mankurtlaştırma araçlarına karşı uyanık kalarak tarihsel rolümüzü iyi kavramalıyız.
|