Öğretmenin anı defterinden Vural Gündüz Sayı:
91 - Ocak / Mart 2017
Yıl 1999 Yollara Düştük…
“Artık öğretmen oldum, oh be!” diye öğretmenliğimin ilk görev yeri olan; ömrümün en genç zamanında taptaze hayallerimi gerçekleştirme umuduyla, Anadolu’nun tozlu topraklı yollarına düşmüştüm. Heyecanlıydım, beni neyin beklediğinden habersizdim. Görev yerim, gözden ırak küçük bir kasabaydı. Kimseyi tanımıyordum. Her şey yeni ama yabancı değildi. Her gün keşfedilecek yeni dünyalar ve tecrübe edilecek yepyeni maceralar…
Ben de bu memleketin şehirlerinden ve medeniyetinden uzak tenha bir köşesinde, kara lâstikleriyle hayata tutunanlarından biriydim… İşte bu yüzden; toprağa sarılışım, yıldızlarla dostluğum, kuşlara, çiçeklere âşıklığım. Bundan dolayı hayatta pek fazla zorlanacağımı düşünmüyor, işlerin yavaş yavaş rayına oturacağına inanıyordum.
Hayatta ve bilhassa öğretmenlikte başarının biricik sırrı olan meslek sevgisi ve vazife aşkını gönlünde birleştirmiş biri olarak göreve başladım. Mesleğime küçük bir kasabada başladığım için kendimi hep şanslı saymışımdır.
Öğrencilerimle İlk Karşılaşma…
İlk okulumda, ilk sınıfıma girişim…
Ne kadar meraklı ne kadar temiz bakıyorlardı. Sınıfta çıt yok. Hepsi beni tepeden tırnağa süzüyordu. Aramızda sessiz, tebessüm içinde birkaç saniye geçti.
Sınıfa şöyle bir göz gezdirdim…
Kumral uzun saçlı, gözleri bal renginde, minik yüzü solgun bakışlı kirli bir erkek çocuğu dikkatimi çekti. Birbirimize baktık ve gülümsedik. Yanına gittim, saçlarını okşayarak adını sordum. Adı Ali idi. Evi okula biraz uzakmış. Okulun yanından akan derenin en yukarısından geliyormuş. “Yavrum ellerin niye kara?’’ dediğimde Ali’nin; “O karalar sayesinde eve az da olsa bir katkı sağlıyorum.’’ cevabı ile ne diyeceğimi ne yapacağımı bilememiştim. Öğretmenlikte ilk sınıfa girişim, öğrencilerimle ilk tanışmam böyle geçmişti.
Okuluma iyice alışmıştım. Öğrencilerimi çok seviyordum.
Bahar Gelmiş Hoş Gelmiş!
Uzun ve çetin geçen bir kış mevsimin ardından bahara kavuşmuştuk.
Güzel bir bahar gününde okulun biraz ilerisinde bulunan dere kenarındaki düzlüğe okul gezisi düzenledik. Yiyeceklerimizi de alarak dere kenarına gittik. Çocuklar değişik bir gün yaşamanın heyecanı ve mutluluğuyla oradan oraya koşuyor, bahar kuzuları gibi yerlerinde duramıyorlardı.
Ali bir süre sonra yanıma gelip: “Öğretmenim, evimiz şurada ben gidebilir miyim?’’ dedi. Anlamıştım, cılız omuzlarına sandığını alıp işe çıkacaktı. Bu durum içime sinmese de izin verdim.
Hayat Dersi…
Okul çıkışı hemen eve gitmiyorduk. Öğretmen arkadaşlarla çarşıya uğruyorduk. Çarşı dediysem; yanlış anlaşılmasın adı “Uzun Çarşı’’ olup kendisi kısacık ve yokuş dik bir sokaktan ibaretti. Çarşının tam orta kısmında uğrak yerimiz olan çay ocağı vardı. Çay ocağında bir birimizi görecek şekilde halka oluşturup otururduk. Okuldan, öğrencilerden, kasabadan kısacası her şeyden muhabbet... O gün çay ocağından ilk ben ayrıldım. Sokak lâmbalarının loş ışığında, üzerimde günün yorgunluğu ile evimin yolunu tutmuştum. Bu yorgun yürüyüşüm sırasında arkamdan “İyi akşamlar öğretmenim.’’ diye seslenen bir çocuk sesi duydum.
Ali, koluma sarılmıştı. Omzunda tahtadan, eğreti bir boyacı sandığı ile duruyordu. Eli yüzü, boyadığı ayakkabıların rengini almıştı. “İyi akşamlar Ali. Sen ne yapıyorsun bu saatte burada?’’ sorusunu sormaktan kendimi alamadım. Belki de beni şaşırtacak bir cevap peşindeydim, o anda. Ama cevap şaşırtıcı olmamıştı: “Çalışıyorum öğretmenim.’’ dedi.
Ali, elindeki boya sandığını kenara koyup bana dönmüştü. Sustu… Elimi saçına götürüp başını okşadım. Elimi cebime soktum. Bozuklukları çıkarıp Ali’nin eline tutuşturdum. Tarifi imkânsız bir ifade oluştu yüzünde. Ali kafasını yüzüme çevirip paraya bakmadan yüzüme baktı: “Ben dilenci değilim öğretmenim.” dedi. Kendince gurur yapmıştı. Belli ki o küçük kalbini kırmıştım.
Caddenin ortasında suratımın tam ortasına bir tokat yedim sanki. Yüreğim yandı, utandım, içimden bir şeyler koptu gitti. Dayanamayıp kızardım. Karşımdaki öğrencim bana müthiş bir hayat dersi vermişti. Yüzüne bakamadım. “Özür dilerim oğlum. Hadi boya sandığını getir de ayakkabılarımı boya bakalım.’’ dedim.
Ali, oracıkta hemen sandığı omzundan indirip ayakkabılarımı boyamaya başlamıştı. Benimse yüzüm hâlâ kızarmaya devam ediyordu. Bütün ısrarıma rağmen para almadı, “Bu benden olsun öğretmenim.’’ dedi. O akşam sabaha kadar bu olayı düşündüm. Onun kalbini nasıl kazanabilirdim?
Harekete Geçme Zamanı…
Yoksul çocuk ne demektir? Taşrada öğretmenlik etmemiş meslektaşlarımın bunu bilmesi biraz zor. Yokluklar ve yoksunluklar içinde, bu yörenin altın kalpli çocuklarını topluma kazandırmaya çalışmak gerekliydi. Sadece görev duygusuyla değil, ülkemize olan vefa borcumuzla ve milletimize olan sadakatimizle… Ülkemizin bu ücra köşesinde bu körpe, samimi ve sıcak yürekleri fethetmek için çaba göstermek gerekliydi. İlk başta öğrencilerimizi kendi çocuklarımız bilerek…
Ne yapabilirdim, ne yapabilirdik? Yoksul çocuklar için çözüm aramak ve birlikte kapılar aralamak gerekliydi. Yoklukları varlığa çevirmenin bir yolu, yardımsever gönüllerde bir kıvılcım tutuşturmak ve onları seferber etmekti.
Ortak akıl bize bir adres gösteriyordu: Ulaşabildiğimiz holdinglere, kurumlara, kuruluşlara, büyükşehir belediye başkanlıklarına, vakıflara, derneklere mektup yazacak okulumuz ve öğrencilerimiz için yardım talep edecektik. Müdür Bey’le oturup bir mektup yazdık.
Hemen olmasa da gayretimizin karşılığını ilerleyen günlerde görmeye başlamıştık. Artık okula içi kitap, defter, elbise, ayakkabı dolu koliler gelmeye başlamıştı. Öğrenciler için burslar da birer ikişer resmi yazışmalarla sağlanmaya başlamıştı. Mektuplar yerini bulmuştu. Yazdığımız mektuplara nezaket gereği bile cevap vermeyenler de oldu, elbette. Bunu hiç dert etmedik. Hedefe doludizgin ilerliyorduk.
Kampanya sayesinde yardımsever vatandaşlarımız ile çocuklar arasında sevgi köprüleri kurulmuştu. Bu arada, yardımseverlere de içine hiçbir yapay duygunun sızamayacağı bir dille kaleme aldığımız ve gönlümüzle mühürlediğimiz teşekkür mektupları yazmayı da ihmal etmemiştik.
Bıkmadan, usanmadan aralıksız uğraşmış, birçoğuna göre aşılması mümkün görünmeyen sınırları zorlamış en sonunda düşümüzü gerçekleştirmiştik. Ali için çıkılan yolda yoksul ailelere; kırmadan, dökmeden, gururlarını incitmeden yardım etmenin haklı gurunu tüm öğretmen arkadaşlarımızla birlikte yaşıyorduk.
Öğretirken Öğrenmek…
Sevgiyle dokunulan gönüllerde, daha çok şey öğretilebileceğini, asıl olanın sevgi olduğu gerçeğini de sen öğrettin bana, Ali.
O seneyi öylece bitirdik. Hayat, çok şey öğretiyor insana aslında. Bana da çok şey öğretti o bir sene, sadece bana değil diğer çocuklara ve öğretmenlere de öğretti.
Ali, boya sandığından kurtulmuştu. Okuyup öğretmen olmaya karar vermişti. Bir an onu takım elbise içinde, bal rengi gözleri ile minik öğrencilerini süzen, tatlı gülüşlü bir öğretmen olarak hayal ettim.
İnşallah inşallah, dedim.
|