Boya sandığı Vural Gündüz Sayı:
96 -
Gökyüzünün pırıl pırıl, masmavi olduğu, takvimlerin eylül ayını gösterdiği bir zamandı. Hayallerinin peşinden Anadolu’nun tozlu topraklı yollarına düşmüştü, genç öğretmen Bülent. Ömrünün en genç zamanında taptaze hayallerini gerçekleştirme umuduyla heyecanlıydı, onu neyin beklediğinden habersizdi.
Görev yeri gözden ırak, küçük bir kasabaydı. Kimseyi tanımıyordu. Bülent için her şey yeni; ama yabancı değildi. Her gün keşfedecek yeni dünyalar ve tecrübe edilecek yepyeni maceralar…
Bülent de bu memleketin şehirlerinden ve medeniyetinden uzak tenha bir köşesinde, kara lâstikleriyle hayata tutunanlarından biriydi… İşte bu yüzden; toprağa, yıldızlara, kuşlara, çiçeklere âşıktı. Pek fazla zorlanacağını düşünmüyor, işlerin yavaş yavaş rayına oturacağına inanıyordu.
Bülent, hayatta ve bilhassa öğretmenlikte başarının biricik sırrı olan meslek sevgisi ve vazife aşkını gönlünde birleştirmiş biriydi. Asla yılgınlığa ve kararsızlığa düşecek biri değildi. Başarmanın yolunun zorluklarla mücadele etmekten geçtiğini, köyünden çıkıp büyük şehirde okuduğu yıllarda tecrübe etmişti zaten.
Genç öğretmen Bülent, insanların kendi kabuklarına çekildikleri bu küçük kasabada hayatın hem solgun hem de canlı anlarına tanıklık edecekti. Bundan dolayı ilerleyen yıllarda mesleğine küçük bir kasabada başladığı için kendini hep şanslı sayacaktı.
Öğrencilerle
İlk Karşılaşma…
Bülent, ilk sınıfına nihayet girmişti…
Çocuklar Bülent’e meraklı gözlerle bakıyorlardı. Sınıfta çıt yoktu. Hepsi yeni öğretmeni tepeden tırnağa süzüyordu. Bülent ve öğrenciler arasında sessiz, tebessümlü birkaç saniye geçti. Bülent, sınıfa şöyle bir göz gezdirdi. Öğrenciler ile birebir tanışmaya ve konuşmaya başladı. Onları tanımaya çalışıyordu.
Kumral, saçları üç numara kesilmiş, gözleri bal renginde, minik yüzlü, solgun bakışlı bir erkek çocuğu dikkatini çekti. Birbirlerine baktılar ve gülümsediler. Bülent, çocuğun yanına gitti, başını okşayarak adını sordu. Kirli yüzünü yerden kaldırıp buğulu gözlerle “Ali’’ dedi ve gözlerini yere indirdi. Ali elindeki, yüzündeki kirden utanmıştı.
Bülent, Ali’nin okulun yanından akan derenin yukarısından geldiğini de bu sırada öğrenmişti. Acemi bir tavırla, “Yavrum ellerin niye kara?’’ diye sorduğunda ise Ali’nin “O karalar sayesinde eve azda olsa bir katkı sağlıyorum.’’ cevabı ile ne diyeceğini ne yapacağını bilememişti. Bülent’in öğretmenlikte ilk sınıfa girişi, öğrencileri ile ilk tanışması böyle gerçekleşmişti.
Bahar Gelmiş
Hoş Gelmiş!
Günler birbirini kovalıyor, zaman gelip geçiyordu. Bülent, okuluna iyice alışmıştı. Öğrencilerini çok seviyordu. Uzun ve çetin geçen bir kış mevsimin ardından o küçük kasaba da bahara kavuşmuştu.
Bülent, öğrencileri için güzel bir bahar gününde okulun biraz ilerisinde bulunan dere kenarındaki düzlüğe okul gezisi düzenledi. Hep birlikte yiyeceklerini, içeceklerini de alarak dere kenarına gittiler. Çocuklar değişik bir gün yaşamanın heyecanı ve mutluluğuyla oradan oraya koşuyor, bahar kuzuları gibi yerlerinde duramıyorlardı. Çocukların gözlerindeki o mutluluk, Bülent’i mest ediyordu.
Ali bir süre sonra öğretmeninin yanına gidip: “Öğretmenim, evimiz şurada ben gidebilir miyim?’’ dedi. Anlamıştı, cılız omuzlarına sandığını alıp işe çıkacaktı. Bu durum içine sinmese de izin verdi.
Hayat Dersi…
Bülent ve arkadaşları, okul çıkışı hemen eve gitmiyorlardı. Kasabanın çarşısına uğruyorlardı. Çarşının adı “Uzun Çarşı’’ olup kendisi kısacık ve yokuşu dik bir sokaktan ibaretti. Bülent ve arkadaşları çarşının tam ortasındaki çay ocağında halka oluşturuyorlardı. Bu durum okul çıkışı sürekli tekrarlanan bir durum olmuştu. Okuldan, öğrencilerden, kasabadan kısacası her şeyden muhabbet... Bülent o gün çay ocağından ilk ayrılan olmuştu. Arkadaşlarının “Daha erken. Tavuk gibi erken mi yatacaksın?’’ takılmalarına yapay bir gülümseme ile karşılık verdi. Sokak lâmbalarının loş ışığında, üzerinde günün yorgunluğu ile evinin yolunu tuttu.
Bu yorgun yürüyüş sırasında arkasından, “İyi akşamlar öğretmenim.’’ diye seslenen bir çocuk sesi duydu. Ali, koluna sarılmıştı. Ali’nin omzunda tahtadan eğreti bir boyacı sandığı vardı. Eli yüzü boyadığı ayakkabıların rengine bulanmıştı. “İyi akşamlar Ali. Sen ne yapıyorsun bu saatte burada?’’ dedi. “Çalışıyorum öğretmenim.’’ dedi.
Ali, elindeki boya sandığını yere koyup öğretmenine döndü. Sustu… Bülent, yüzündeki gülümsemeyle çocuğa yaklaştı. Elini çocuğun omuzlarına koydu hafifçe. Bülent öğretmen ürperdiğini hissetti. Öğrencisinin omzunda boya sandığı ile gününü sokaklarda geçirdiğini görmek onu üzüyordu. Ani bir hareketle elini cebine götürdü. Bozuklukları çıkarıp Ali’nin eline tutuşturdu.
Öğretmenin bu hareketinden sonra tarifi imkânsız bir ifade durdu, Ali’nin yüzünde. O anda derin bir sessizlik çöktü akşama.
Ali kafasını öğretmenine doğru çevirip paraya bakmadan öğretmeninin yüzüne kısa bir an baktı. “Ben dilenci değilim öğretmenim!” dedi ve gözünü yere dikti. Ali, gurur yapmıştı. O küçük kalbi kırılmıştı.
Bülent bu sözden sonra, caddenin ortasında suratına bir tokat yemiş gibi oldu. Yüreği yanmış, utanmış, içinden bir şeyler koptuğunu hissetmişti. Ağlamamak için kendini zor tutmuş, dayanamayıp kızarmıştı.
Karşısında cüssesi küçük, yüreği büyük mü büyük, güzel çocuk; genç öğretmene müthiş bir hayat dersi vermişti. Bülent çocuğun yüzüne bakamadı. “Özür dilerim oğlum. Hadi boya sandığını getir de ayakkabılarımı boya bakalım.’’ diyecek kadar güç bulabildi kendinde.
Ali, oracıkta sandığı omuzlarından indirip öğretmeninin ayakkabılarını boyamaya başladı. Bülent’in yüzü hâlâ kızarmaya devam ediyordu. Bülent’in bütün ısrarına rağmen Ali boya için para almadı, “Bu benden olsun öğretmenim.’’ dedi. Bu sözleri duyan Bülent’in kalbine bir sancı girdi, her yanını alev sardı, “Allah’ım bu nasıl güzel bir yürek böyle.’’ diye düşündü. Ertesi gün Ali’ye nasıl davranacağını, onun kalbini nasıl kazanacağını düşündü. Onun iç dünyasını anlayabilir ve kendi dünyamı ona açabilir miyim, düşünceleri ile sabahı sabah etti.
Harekete
Geçme Zamanı…
Bülent, yokluklar ve yoksunluklar içinde, okuyamayan veya okumak için çalışmak zorunda kalan yörenin altın kalpli çocuklarını topluma kazandırmak için zaman kaybetmeden harekete geçmek gerektiğini biliyordu. “Bir toplumun istikbalini ve istiklalini ilgilendiren en önemli konuların başında eğitim gelir.’’ düşüncesine sahipti Bülent. Bu işi sadece yapılması gereken basit bir görev duygusuyla değil, ülkesine olan vefa borcuyla ve milletine olan sadakatiyle anlatılabilirdi.
Ülkenin bu ücra köşesinde bu körpe, samimi ve sıcak yürekleri fethetme için bir şeyler yapma düşüncesi genç öğretmenin beyninin içinde bir dönme dolap gibi dönüyordu.
Fırsatını bulduğu ilk anda kafasındaki düşünceleri okul müdürü ve öğretmen arkadaşlarına açtı. Herkes fikrini ortaya koyuyordu. O halde ne yapılmalıydı? Nasıl yapılmalıydı? Yoksul çocuklar için çözüm aramak ve birlikte kapılar aralamak gerektiği konusunda tüm eğitimciler birleşmişti. Öğretmenler, yoklukları varlığa çevirmenin en doğru yollarından birinin, yardımsever gönüllerde bir kıvılcım tutuşturmaktan geçtiğini biliyorlardı.
Ortak akıl, tüm öğretmenlere bir adres gösteriyordu: Ulaşabildikleri holdinglere, kurumlara, kuruluşlara, büyük belediyelere, vakıflara, derneklere mektup yazılacak, okulları ve öğrencileri için yardım talep edeceklerdi. Okul müdürü; Bülent öğretmen ve diğer öğretmenleri yazılacak mektuplar için görevlendirdi.
Bir anda olmasa da emeklerinin ve gayretlerinin karşılığını ilerleyen günlerde görmeye başlamışlardı. Okula kitap, defter, elbise, ayakkabı gelmeye başlamıştı. Öğrenciler için burslar da birer ikişer resmi yazışmalarla sağlanmaya başlamıştı. Mektuplar yerini bulmuş ve yardımseverlerden aldığı destekle ilerliyordu. Yazdıkları mektuplara nezaket gereği bile cevap vermeyenlerde oldu, elbette. Bunu hiç dert etmediler. Hedeflerine okul olarak ilerliyorlardı. Bülent gelişmelerden oldukça mutluydu.
Tüm okul Bülent öğretmenin öncülüğünde bıkmadan, usanmadan aralıksız uğraşmış, birçoğuna göre aşılmaması gereken sınırları zorlamışlar ve en sonunda düşlerini gerçekleştiriyorlardı. Ali için çıkılan yolda hem okula hem de yoksul ailelere; kırmadan, dökmeden gururlarını incitmeden yardım etmenin haklı gurunu tüm öğretmenler yaşıyorlardı.
Öğretmenler, yardım severlere içine hiçbir yapay duygunun sızamayacağı bir dille kaleme alınan ve gönülleriyle mühürledikleri teşekkür mektuplarını göndermeyi de ihmal etmemişlerdi.
Öğretirken Öğrenmek…
Bu gelişmeler, sevgiyle dokunulan gönüllerde, daha çok şey öğretilebileceğini, asıl olanın sevgi olduğu gerçeğini de Bülent, Ali’den öğreniyordu
Bülent öğretmen, o seneyi öylece bitirdi. Hayat, çok şey öğretmişti ona. Sadece ona mı? Diğer çocuklara ve öğretmenlere de öğretti.
Ali, boya sandığından kurtulmuştu. Okuyup öğretmen olmaya karar vermişti.
Bülent “Bir an onu takım elbise içinde, bal rengi gözleri minik öğrencilerin üzerinde gezinen, tatlı gülüşlü bir öğretmen olarak hayal etti.’’
Sonra da “İnşallah inşallah’’ dedi.
|