Çamurdan kale Vural Gündüz Sayı:
97 -
Pişmiş kilden yapılan kaplar Anadolu insanının günlük hayatında tartışmasız önemli bir yere sahip olmuştur. Topraktan yapılan kaplar, asırlar boyu hikâyelere, masallara, destanlara, şiirlere hattâ resimlere ilham kaynaklığı etmiştir.
Toprak kaplar, içinde taşıdığı türlü türlü gıdanın insanın canına can katması da bu yüzden belki de. Toprak kaplar mutfakların bir köşesinde sessizce yerini alırken, hikâyelerini de gücü yettiğince sessizce fısıldamış kulaklarımıza ve ruhlarımıza asırlar boyunca.
Çamura ruhunu, alın terini katan Çömlekçi Mehmet de usta çırak ilişkisi içerisinde geleneklere bağlı olarak çömlekçiliği ilk günkü heyecanla gururla yapan son temsilcilerindendi. Çömlekçi Mehmet’in topraktan yaptığı yiyecek-içecek kapları, pişirme, taşıma, depolama kapları yıllarca elinde biçimlenmişti.
Çömlekçi Mehmet her zamanki gibi eski imalâthanesinin kapısını sımsıkı kapatıp çalışmaya başlamıştı. O, yörenin en iyi çömlekçisi idi. İşinde ustalaşmış, ince, kırışıklıklara teslim olmuş elleriyle tahta çarktaki çamura şekil veriyordu.
Çömlekçi Mehmet’in bir zamanlar çamurdan testi, bardak, küp ve benzeri eşyaları yapamayana kız verilmediğini düşünüp şimdilerde de bu sanatı yapacak öz çocukları dâhil çırak bulunamadığı acı gerçeği karşısında çaresizdi. Bir gerçek daha var ki o da Anadolu’da uzun yıllar hattâ yüzyıllar boyu uygulanan âdetler de giderek unutuluyor, kayboluyordu. Hiçbir şey eskisi gibi değildi.
Zamanla, doğal olarak topraktan üretilen ibrikler, kâseler, su testileri, çanak-çömlekler yerini alüminyum, plastik, çelik, emaye gibi malzemelerden yapılan kaplara bırakmıştı. Bir zamanların en revaçta mesleklerden biri olan çömlekçiliği unutturmuş, âdeta bitirme noktasına getirmişti. Çömlekçi Mehmet bunun farkındaydı. Alüminyum, plastik, çelik, emaye en ücra köylere bile girmişti. Atölyenin her yanı satılmayan çanak çömlekle doluydu. Öyle zamanlar oluyordu ki evin zaruri ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanıyordu. Bütün olumsuzluklara rağmen kesinlikle teslim olmuyordu.
Bir an yıllardır çektiği bu eziyetin boş olduğunu aklından geçiriyordu. Çocukluğundan ihtiyarladığı bugünlere kadar çömlekçiliğe can vermişti. Çömlekçilik ona babasından miras kalmıştı. Köyünde ve civarda çömlekçiler sülâlesi olarak tanınmışlardı. Ata sanatı ile gurur duyardı. Fakat oğlu çömlekçi olmak istememişti. Hâlbuki bütün aileyi olduğu gibi oğlunu da büyüten, bu günlere getiren bir avuç çamurdu aslında.
Tek erkek çocuğu gençliğe ulaştığı anda çalışmak için büyük şehre gitmişti. Bu olayın üzerinden birkaç yıl geçse de Çömlekçi Mehmet, oğlunun baba mesleğine burun kıvırmasını bağışlayamıyordu. Oğlunun “Modası geçmiş bir meslek ile ömrünü çürütmek istemiyorum.’’ demesi kalbinde onulmaz bir yara açmıştı.
Çömlek atölyesinin açık penceresinden içeri dolan rüzgârın etkisiyle ihtiyarın teninden ılık bir üşütme geçti. Belki de oğlu haklı idi. Günümüzde topraktan kaplar kimin neyine lazım? Üstelik alıcısı da hayli azalmıştı. Çamurdan yapılan eşyalar teknolojiye direnmeye çabalıyordu. Plastik ve çelikten yapılan mutfak araçları daha ucuz ve dayanıklı idiler. Belki gerçekten bu mesleği bırakmanın vakti gelmişti? Ama başka iş elinden gelmiyordu. Çarkın üstündeki çamur elinde, ayağı ise çarkı döndürüyordu. Çamur şekil almıyordu. Farkında değildi. Uzaklara dalmış gitmişti. Zihnindeki sorular rahat bırakmıyordu... Kapının tıklamasıyla kendini boğan düşüncelerden sıyrıldı. Ayağa kalkıp kapıya yürüdü. 4-5 adımlık mesafeyi kat edene kadar nefes nefese kalmış ve kapıyı ancak açabilmişti.
Çömlekçi Mehmet; genç eli yüzü düzgün, giyiminden selâm verişinden şehirli olduğu belli olan biriyle karşılaştı. “Elleri sihirli çömlek ustası siz misiniz?’’ dedi şehirli adam. Çömlekçi, “Ellerim sihirli mi bilmem; ama çömlekçiyim. N'oldu ki?’’ “Dostlardan işitim ki siz bu yörenin en iyi çömlekçiymişsiniz.’’ dedi.
“Buyur oğul içeri gir.’’ dedi genç adama. Çömlekçi Mehmet, alışık olmadığı naiflik karşında, “Çömlekçilikte ehil olup olmadığımı bilemem ama doğru işitmişsin, bu civarlarda çömlekçilik yapan bir ben kaldım. Buyur seni dinliyorum.’’ dedi
“Ben şehirde esnafım. Turisttik eşya satan bir dükkânım var. Dükkânımın müşterilerinin çoğu ecnebi, bu topraklara ait çanak çömlek ilgilerini çekiyor. Topraktan eşya yapan bir usta vardı. Yakınlarda öldü. Yerine bakan da olmayınca imalâthanesi kapandı. Dolayısı ile bizim satacağımız çanak çömlek de bulunmaz oldu. Bir sohbet esnasında bir dostum sizden bahsetti. Yaptığınız toprak işlerini anlata anlata bitiremedi. Çark üzerinde toprağı şekillendirmenizden o kadar etkilenmiş ki sizden bahsederken sihirli eller var o ustada diye bahsetti.’’
Genç adam, çömlekçi ustasının sadece kendine iş yapması için “Bey baba çok güzel işler yapacağız seninle.’’ diyordu.
Çömlekçi kulaklarına inanamıyordu. Bir ara gündüz düşü gördüğünü sandı. Karşısında duran pek de gençti. Dedikleri doğru muydu? Genç adam, “Sizinle iş yapmak istiyorum, mümkün müdür?” dedi.
Çömlekçi duyduklarını sindirmek istiyordu. Çömlekçilik bitti dedikleri bir zamanda çömlekçilik, küllerinden tekrar mı doğuyordu? Eski şaşalı günler tekrar geliyor muydu? Köyde itibarı çoktan eriyip gitmişti. Tekrar hem de şehirde onun yaptığı toprak eşyalara rağbet olacaktı. Bunu köylü de duyacak, bilecekti.
Çömlekçi ihtiyatı elden bırakmadan, “Nasıl olacak bu iş, genç adam?’’ dedi.
Bey baba diyerek söze başladı, “Siz usta ellerinizle toprağa şekil vereceksiniz ben de bunları dükkânımda satacağım. Merak etme, yaptıklarını aldığım an parasını ödeyeceğim. Ama senden bir ricam var. Bu yaptıklarının yanında benim sana örneklerini göndereceğim süs eşyalarını da yapmanı istiyorum.’’
Çömlekçi, “Merak etme sen. Ben çarkın üzerinde çamura her şekli veririm.’’ dedi. Genç adamın mutluluğu her halinden belli oluyordu. Otantik el yapımı diye istediği fiyata satacaktı. Ellerini ovuşturdu. Tokalaşıp “Anlaşmamızı onaylayalım.’’ dedi genç adam. Çömlekçiyi çabuk ikna ettiğine memnundu. Çömlekçi de genç adam da bu işten gayet memnun olmuşlardı.
Çömlekçi birden küçük bir çocuk gibi heyecanlanmıştı. Kendisi bunu gizleyemiyordu. Genç adam da neredeyse ihtiyar çömlekçi kadar heyecanlıydı.
“Kamyonetim dışarıda o zaman ilk alış verişimizi yapalım.’’ dedi genç adam.
Genç adam; çanak, çömlek, testi, bardak kısacası topraktan ne yapılmışsa kamyonete yükledi. Parasını verdi. İhtiyar adam çocuklar gibi şendi.
Genç adam kamyonete binip uzaklaşmaya başlamıştı.
Çömlekçi kapının ağzında durup gözlerini giden kamyonete dikmişti. İhtiyar aslında kimseyi, hiçbir şeyi görmüyordu. O, şimdi hayallerinin sarhoşluğundan ayılıp kapıyı kapatmayı bile aklına getirmiyordu. İmalâthanenin kapısını kapatıp çıktı. Köyün ezbere bildiği sokaklarında şimdi her zamankinden farklı olarak mağrur dolaşıyor ve çevredekilerin bakışlarını görmüyor, hayal kuruyordu.
Bu satış köyde duyulduktan sonra bu civarların en iyi çömlekçisi olduğunu ve bu sanatın ölmediğini herkese, en önemlisi ise oğluna kanıtlayacaktı. Çömlekçilik eski saygınlığına ulaşacaktı. Belki yeni çıraklar için kapısını yeniden aşındıracaklardı.
Çömlekçi sonraki günlerde eski neşesi gelmiş bir şekilde ayağı ile kendisi kadar eski tahta çarkı çeviriyor, elleri ile çamura can veriyordu.
Şehirden gelen genç adamın siparişlerinin ardı arkası kesilmiyordu. Bunu köyde bilmeyen kalmamıştı. Çömlekçi ustası eski günlere dönmenin mutluluğunu yaşıyordu. Şehre oğluna haber göndermiş gelişmelerden haberdar etmişti. Ama oğlu uğramamıştı. Nasılsa bir gün gelir, çömlekçiliğin ölmediğini o da görür diye içinden geçiriyordu.
Çömlekçinin günleri bir yıla yakın sipariş yetiştirmekle geçmişti. İşler iyi gidiyor, cebi para görmüştü. Köyde de itibarı yerindeydi. Her şey güzel gidiyordu; ama siparişleri azalmış son 2-3 aydır şehirdeki genç adamdan ses soluk çıkmıyordu.
Çömlekçi genç adama haber iletmeye utanıyordu. Birkaç gün daha beklemeye karar verdi. Sonunda ihtiyar çömlekçi cesaretini toplayıp genç adamı telefonla aradı, ama cevap gelmedi. Sonraki günlerde de onunla konuşmak mümkün olmadı. Hiçbir şey çömlekçinin güvenini, inancını sarsmadı. Her sabah tatlı rüyalardan uyanıyor, gün içinde de hayallerinde bu rüyaları yaşamaya devam ediyordu.
Günler hızla geçiyordu. Zaman ilerledikçe ihtiyarın hayal kırıklığı da büyüyordu. O emindi genç adam onun gibi çömlek ustasını kandırmaz, atlatmazdı. Çünkü yaptıkları ticarette, bir gün olsun bir yanlışını bir saygısızlığını görmemişti. Öyleyse neden telefonlarına cevap vermiyordu? Günler birbirini kovalıyor, çömlekçinin umudu azalıyordu. Ancak bunu ulu orta açığa vurmuyordu. Gittikçe dik yürüyüşlü çömlekçi, beli bükülmüş ihtiyara dönüşüyordu.
Çömlekçi, imalâthanesinde çarkın başında otururken kapı açıldı. Oğlunu görünce sevinçten yüreği çatlayacaktı. Oğlunu uzun süredir görmüyordu. Çömlekçinin oğlu her ne kadar köye uğramasa da her şeyden haberdardı. İçin için babasına kızıyor, çömlekçilik yapmaktaki ısrarına bir anlam veremiyordu. Elindeki torbadan bir çömlek çıkardı. Babasına doğru uzattı. Babası bu davranışa bir anlam veremedi. Ama eline alıp çömleği evire çevire incelemeye başladı. Yılların verdiği uzmanlıkla her dokunuşunda çömleğin kilinin fırınlamasının çok kalitesiz olduğunu anlamıştı. “Hayırdır oğul bu beş para etmez toprak parçasını ben ne yapacağım?’’ diye sordu. Dakikalar geçti, oğlu,’’ Baba bu Çin işi bir çömlek, senin çömlekleri, Çin çarptı!” derken biraz da alaycı bir ifade aldı, yüzünü. Çömlekçinin neredeyse kalbi duracaktı. Bir anlam veremiyordu bu duruma. Çömlekçinin oğlu, “Baba senin çömleklerini sattığın adam Çin’den daha ucuz alıyor, bu tür işleri.’’ dedi. Çömlekçi neredeyse nefes bile almadan bir süre bekledi. Çömlekçi gür sesle haykırdı, “Olamaz!’’ Bir müddet sonra kendini toparladı. Oğluyla son dertleşmesi olacaktı. Çarkın üzerindeki çamuru bir kenara itti.
“Oğlum, eğer bu dede-baba sanatını öğrenmeseydim, çocuk yaşta açlıktan, sefaletten ölüp giderdim. Her şeyimi bir avuç çamura borçluyum. Senin de çömlekçi olmanı çok istedim. Ama olmadın. Bilesin ki gönül koymuş değilim. Sadece, babanın ömrünü canını verdiği mesleği sen sürdür istedim. Adımız da sanatımız da sonsuza kadar yaşasın istedim.’’ dedi.
Çömlekçinin oğlu babasının son sözlerinden sonra babasının çamur içindeki ellerine sarıldı. Baba oğul ömürlerinde belki de ilk defa bu kadar yakındılar. İmalâthaneyi kapatıp evlerine gittiler. Çömlekçinin imalâthanedeki son sözlerinden sonra evde ağzını bıçak açmadı.
Evdekilerin uykusunun en tatlı anlarını yaşadığı anlarda çömlekçi yatağından kaktı. İmalâthanenin yolunu tuttu. Kapıyı açtı içeri girdi. Gözleri doldu. Yaşlar gözlerinden süzülüp yüzünden akmaya başladı. Odanın köşesindeki kili kardığı küreğe gözü ilişti. Uzanıp küreği aldı. Her şeyi kırıp dökmek istedi. Çamura şekil verdiği çarka, şekil verdiği çamuru pişirdiği fırına uzun uzun baktı. Bir taraftan da söyleniyordu “Bu eller ha!’’ diyordu. Çömlekçi bütün anılarını, ömrünü verdiği mabedini kendi elleri ile yıkmaya varmadı. Son bir defa baktı. Kapıyı kilitledi.
Çömlekçi Mehmet, o günden sonra imalâthaneye bir daha girmedi. Tahta çark bir daha çamura şekil vermek için dönmedi. Ve; çamurdan kale yıkıldı…
|