Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3947 kez okundu.     5 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

Burnu sürte sürte
Ali Erdal

  Sayı: 82 - Ekim / Aralık 2014

Millet; bir iman ve ideal etrafında toplanmış; buna göre bir geçmişi ve buna göre bir gelecek hayali ve plânı olan topluluktur. Müşterek inanç; yığını, ahaliyi, topluluğu, kalabalığı millet yapmıştır… Milletin teşkilâtlanmış hali de devlet… Milletin; yani kalabalığı millet yapan değerlerin devleti… İşte o zaman, yani dayanağı olduğu zaman devlet meşru olur, idarecileri meşru olur. Aralarından bir grup bu nizamı bozmak için harekete geçerse, devletin bu meşruiyete dayanarak, nizamı bozmak isteyenleri hizaya getirmek, gerekirse onları itlâf etmek hakkıdır. Haktan öte vazifesi... Dayandığı iman iki cihan saadeti sağlıyorsa bu yaptığı hem halkına, hem isyana cüret edenlere merhamet olur… Halkını huzurda tutar, nizamı bozanların daha fazla kötülük yapmalarına engel olur; hattâ iyi yapabilir.

Devlet meşruiyetini, dayandığı imandan alır önce… Arkasından milletinin desteğinden… Ve buna göre kurduğu nizamı koruyacak kudrette olmasından… Bu üç ayaktan birindeki arıza onu yıkılmaya doğru götürür. Bugün dünyayı, terör kasıp kavurmakta… Demek ki, birileri devletin dayandığı temellere inancını kaybetmiştir; millet desteği tehlikede ve devlet, otoritesini kaybetme yolundadır. Yani devletin meşruiyeti tehlikede... Önce karanlık gelmez, önce ışık gider… Önce devlet bozulur. İtaat edilme ehliyetini kaybeder… Devlet, “doğru fikrin” temsilcisidir ve “doğru fikirden üstün güç yoktur”. Eğer birileri mevcut nizama karşı harekete geçmişse, geçebilmişse önce devlet kendisini sorgulamalı, meşruiyetini gözden geçirmeli.

Dünyada her gün terör, şiddet, cinayet, katliam, uyuşturucu, kumar ve alkol iptilâsı artıyor. Yalan, talan, hırsızlık, soygun keza… Haklı veya haksız en ufak vesileyle cinnet geçirmiş gibi sokaklara dökülmeler… Hak arama bahanesiyle yakıp yıkmalar… Meşru devlette, hak aramanın meşru yolları olur; bu yolları devlet mümkün kılar. Meşruiyeti şaibeli devletten meşru yollarla hak aranmaz… İyilik de kötülük de istismar edilir… Demek dünyayı idare edenler, itaate lâyık görülmüyor. Devletin itaate lâyık olması yetmez, itaate lâyık olduğunu ispat da etmeli… Dayandığı iman manzumesinin “doğru” olduğuna da inandırmalı… Milletle hemhal olduğunu, milletin devletinin yanında olduğunu belli etmeli… Buna rağmen isyana cüret edecekleri yenecek kudrette olduğunu göstermeli. Işık olduktan sonra, karanlığın esamesi okunmaz! Aksi takdirde, iradesini bir kaynağa istinat ettiremeyen menfaat şebekesi haline döner. O zaman ona karşı mücadele ve mücadelede her yol mubah görülür... Lâ teşbih… Dinsizin hakkından, imansız...

Devletler her geçen gün bu liyakatlarını kaybediyor. Birbirlerinin içinde örgütler kurduruyorlar, var olanları destekliyorlar. Üstelik Batı’nın, fikirde ve eşyada her yeni icadı, yangına benzin döküyor... Bir kova su düşünün… Her meşruiyet kaybında altında bir delik açılıyor… Görüyor musunuz terörü neyin doğurduğunu? Neymiş, terör örgütünün karşısında devletler birlikte hareket edecekmiş… Bundan âlâ teröre destek mi olur… Tek başımıza devi yenemiyoruz… Sen devlet ol… Işık ol… Terörün esamesi okunmaz.

Eskiden “âsi” denirdi... İsyan eden bile kendine “âsi” diyerek, hak edene itaati prensipte kabul ederdi. Adaletsizliğe isyan ettiğini söylerdi. “Kabadayı” böyle doğdu. Osmanlı kabadayısı, emniyet kuvvetlerine “kanun” derdi ve onları öldürmezdi, çağırıldığı zaman kuzu kuzu karakola giderdi. Bugün, devletler, kendi meşruiyetlerinden kendilerinin de şüpheleri var ki, karşı çıkanlarına “âsi” diyemiyorlar, “terörist” diyorlar. Âsi, zulme başkaldırdığını söyler... Terörist ise, hiç bir açıklama yapmadan, sebep söylemeden yakar, yıkar, öldürür. Zâlim idareci, isyancısını doğuruyor; terör ise gayrimeşru sistemin veledi... Argo tabirle, −kusura bakmayın deyim yerine oturuyor− “fırlama”sı!.. Âsi, isyan ettiğinin adalete dönmesinden ümitlidir; adalet olursa isyan kalkacak… Terörist ise adaletin yerine getirilmeyeceğine ve getirilemeyeceğine muhakkak nazarıyle bakar. Âsi temel nizama, iman manzumesine ve millete karşı değildir; uygulamaya isyan etmektedir. Terörist ise iman manzumesine, nizama ve söylemlerinin tam tersine millete karşıdır. Milletin yekpare olması değil, “kalabalık” derekesine düşmesi teröristin işine gelir. Âsi ise haksızlığı görecek millete, dayanmak ister. Âsi, cezalandırılacak olandır; kendisi de bunu kabul eder. Terörist, kendinde ceza verme, hattâ zulmetme yetkisi görür... Âsi, yanlış uygulamanın; terörist meşruiyetini kaybetme yolundaki devletin mahsulü… Âsi meşruiyet ister; terörist meşruiyeti sorgular.

Önce devletler kendilerini sorgulamalı… Toplulukları idare etme hakkı kimin, hangi gücün?.. Hangi hak; sıradan kişileri “ekselânsları” yapar, yapabilir? Lâyık olanlar, neye göre ve nasıl belirlenir? Önce devletler ve devletliler, meşruiyetlerini ispat etmeli…

Fransız ihtilâline kadar devlet idare etme hakkı; yani devletin meşruiyeti, dünyanın her yerinde, Tanrı’ya nisbet ediliyordu. Saltanat sahibine ve hanedana karşı gelmek, insanüstü güce de karşı gelmekti. Böyle bir kudrete isyan; hele hak ve adalet üzereyse, kimsenin aklının ucundan dahi geçmezdi, geçemezdi; geçmemeliydi. Devletin sıkıntısına sabredilmeli ve isyana teşebbüs edilmemeliydi.

Fransız İhtilâli, toplulukları idare etme hak ve yetkisinin; insanüstü iradeye değil topluluğun ortak vicdanına ait olduğu düşüncesini doğurdu. Sistemi halkın istekleri kurmalı... İnsan meşruiyet makamını yere indirdi... Kendisinin üstündeki kudretten aldı, topluluğun ortak vicdanına verdi. Peki, “ortak vicdan” bu vebali taşıyacak seviyeye nasıl çıkacak? Anladık, “halk idaresi” de; hangi “halkın” idaresi?.. Bunun cevabı yok…

Fransız İhtilâli, istismarlara tepkiydi; terör ise hınç... Birincisinde insanlık haysiyeti; meşru bildiği otoriteye ‘beni anla, varlığımı idrak et’ dedi; ikincisinde ‘meşru olmayan defol!’ diye haykırıyor. İlkinde hayal kırıklığı öfkeye döndü, ikincisinde kuruluşta başlayan ve damla damla biriken öfke patladı. Yanlış veya doğru dayandığı meşruiyeti kaybeden devletin sonu izmihlâldir. Batı’nın yeni icadı demokrasi, canavarını meydana getirdi: Terör! Gayrimeşruluğun bedeli…

İnsanlığın bugünkü buhranı; başta ‘devlet’ olmak üzere hiç bir şeyin kontrol ve disiplin altına alınamaması... “Derin devlet”, “paralel yapı” bu kontrolsüzlüğün ve aczin tabiî sonucu… Dünyanın çivisi çıkmış. Devletler ve paktlar başta olmak üzere bütün kurum ve kuruluşlar kritersiz; keşifler ve icatlar disiplinsiz; teknik ve sanayi, haberleşme ve iletişim kontrolsüz; sanat başıboşluğun ve cinselliğin mahkûmu; ekonomi hırsın ve hırsızın oyuncağı; adalet mizansız, her şey nizamsız... Hal böyle olunca, hâkim ölçü menfaat... Güçlü olan haklı... Bu miyarsız ve mizansız kaygan zeminde her şey birbirini telef ediyor... Yanında ve karşısında olunacağı (konjonktür) belirliyor; prensipler değil... İnanışlar değil!.. Ahlâk değil!.. Meşruiyet değil. Kapıldım gidiyorum, nefsimin ve nefslerin rüzgârına…

Dünya; Batı’nın Faşizm’ini, Sosyalizm’ini, Komünizm’ini denedi ve iflâslarını gördü... Babadan oğula saltanatın zaaflarını gördü... Demokrasinin zaaflarını da görmekte… Şimdi düşünüyor... İçten içe kaynayan Doğu da; sömürdüğü ülkelerdeki rejimleri, işine geldiği gibi değiştiren, Avrupa’daki krallıklara ve İslâm dünyasında işine gelenlere ses çıkarmayan; yani kendi icadı demokrasiye ihanet eden, bir yandan da demokrasi nutukları atan şaşkın ve ikiyüzlü Batı da arayış içinde. Görüyor musunuz, dünyanın buhranını?

Devletlerin meşruiyetlerini bugün (esas)a değil de, istismara müsait bir (usul)e; herkese göre değişen (demokrasi)ye dayandırmaları, üstelik de onu putlaştırmaları; dünyanın en büyük buhranı... Ve bütün buhranların merkezi...

●İnsanüstü kudrete dayanmak, imtiyazlı bir sınıf meydana getirdiği için terkedilmiş...

●‘Üstün ırk’ hayali, başlamadan bitmiş...

●‘İşçi sınıfına’ dayanmak yüzyıl dolmadan iflâs etmiş...

●‘Müteşebbis sınıf’a yani zenginlere, parayı kontrol edenlere dayanmanın mahzuru ayan beyan...

Kaldı ‘demokrasi’ denilen ‘usul’e dört elle sarılmak... Halbuki dünya, (usul)den önce, (esas)a muhtaç.

Şimdi herkes görüyor ki halkın tercihi yönlendirilebiliyor, yani demokrasi alet edilebiliyor; halkın iktidarı maskesi ile egemenler sultası kurulabiliyor... Halk yanıltılabiliyor, halkın isteği diye menfaatler yutturulabiliyor. Desteğiyle sizi meşrulaştıracak halkı, buna lâyık hale, hangi iman manzumesi getirecek? Önce bunun cevabı lâzım değil mi? “Demokrasi getirmek” yalanıyla, ülkeler talan edilip kan gölüne çevrilebiliyor. İnsanları devletler öldürüyor… Hani “ortak vicdan”?.. Batı; önce icad ettiği putu, demokrasiyi övüyor, ondan sonra da onu menfaatine âlet ediyor. Helvadan put yapıp tapan, aç kalınca onu yiyen cahil, demokrasiyi önce put yapıp sonra istismar edenin yanında ne kadar hafif kalıyor değil mi?..

Bütün tecrübeler işaret ediyor ki, dünya buhranının merkezinde; her şeyi çekip çevirecek ve doğruda tutacak bir fikir ve iman manzumesinden mahrumiyet var... Yani meşruiyetten… ‘NASIL BİR YÖNETİM’den önce, ‘NEYİN EMRİNDE BİR YÖNETİM’… Dünya onu arıyor! Burnu sürte sürte ona gidiyor!..

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : ekrem yılmaz    03.01.2015
Yorum : Ali beyin videsunu izleyince yazılan yazı... *** YOLUMUZ - HALİMİZ - ÇAREMİZ (Ne olacak bu memleketin hâli !?) ekrem yılmaz * Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu ? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna ? ... Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun ! ** Evet, konusu sohbet olacak diye duyurulmuştu, fakat bu yol nedir ve usûlünü anlattı Ali bey, yüreğine sağlık. Elbette insanlığa her şeyi Öğreten Peygamberler ! Ve emaneti ondan alan Sahâbeler topluluğuRıdvanullahi aleyhim ecmain ve onlara tam bağlı çizgi : Selçıuklu ve örnek mediniyet kuran Osmanlı toplulukları... O büyük "tek örnek Sahabe"den aldığı ruha tam sadâkâtle bağlananlar, o muhteşem "böyle kuruldu kubbe"leri ve medeniyetini kurdular! Ama şimdi neyiz ve nerdeyiz? * Ali bey değindi: "Bize kalan, Onları sevenleri, sevenleri sevmek !" ve bu kıyamete kadar uzatılır da dedi. Sevenin de seveni; onun da seveni... Ama adı da konmalıydı, elbet başka sohbette bunun adını da koyar. Bu yolun icazetle devam ettiğini ve Üstadın O ve Ben eserinde belirttiği gibi, "Efendi Hazretlerinin İrşad kutbu olduğu ve yerine kimseyi bırakmadığı ile görevini de beraber alıp götürdüğü" gerçeği... (Muhibbullah IŞIKLAR... Kelebek Muhip - O Ve Ben) * "- İyi insanlar iyi atlarına binerek; iyi kadınlarını da terekelerine alarak, çekip gittiler" dünyamızdan (Esseyyid Abdülhakim Arvasî kuddise sirruh) * Hâl böyle olunca : Bugünün müslümanına kalan nedir? Elbet bir görev vardır ve ortalıkta o kadar talibi vardır ki, kendini Mehdi ve kurtarıcı ilân eden edene !.. * Ama, şükür ki sahtelikleri değişik vesilelerle orta yere dökülüyor. Kimini parelelcilik rüzgarı çarpıyor, kimini bir5 "yalan roman" denemesi! Ki hakettikleri karşılığı buluyorlar. Allahu Azimüşşan bu sâf milleti sahtelerden koruyor ve anlaşılan o ki, daha da koruyacak: TA Kİ YİĞİT DÜŞTÜĞÜ YRDEN KALKSIN! * Asrın İrşad Kutbu ve emanetçisi: Esseyyid Abdülhâkîm Arvasî kuddise sirruh... Onun manevi mantosu altına sığınır ve yolumuza devam eder ve sıramızı bekleriz. Şayet bir görev düşecekse zuhuru bu yoldan ve Üstad çizgisinden olacaktır: BU GÜN GİBİ AŞİKÂR VE KERÂMET ÇAPINDADIR ! Delili ne kadar lâzım değilse de pek çoktur ! * İdeolocya Örgüsü bu yolun mimarî dokusu ve haritası ve bu yüzyılın ve gelecek yüzyılların GÜNDEMİDİR ! Aynen Ali Erdal beyin Durun Kalabalıklar kitabında belirttiği ve Muzaffer Doğan beyin takdiminde vurguladığı gibi... * Aslında "kanun yoluyla zuhur" gerçekleşti ! Olan oldu; Bu da açık bir kerametiydi Üstadın! * Artık siz sağ be selamet ! * "... Doğsun Büyük Doğu benden doğarak" ! * Evet... Divânesi ikimiz kaldık: ALLAH YOLUNUN ! -- Divânelere de ihtiyacımız olduğunu çok kereler duyurdu ve çağrı da yaptı Üstad Necip Fazıl ! * Şimdi: --- Neredesiniz ey bu yolun divâneleri !!! Yerinize o kadar çok özenen var ki, hâkikatleri olmayınca da ağızlarına yüzlerine bulaştırıyorlar, müstehâklarını da buluyorlar. Yani aslî unsur gelene kadar yol da koruma altında: Bu ne lütûftur ya Rabbi !!! * 12 Rebiül-Evvel 1436 / 03 Ocak 2015 03:10.00 ...




Ekleyen : Ali ERDAL    28.12.2014
Yorum : Özgür... Senin "Kontrollu kaos" muydu, güzel bir tespitin var. Demokrasi de buna âlet ediliyor. İnşallah âlet edenler, muvaffak olamayacak. Dünya istese de istemese de hakikate doğru gidecek inşallah.




Ekleyen : özgür    11.12.2014
Yorum : Fikrin damıtılıp damıtılıp saf cevher haline geldiği, üzerine ciltler dolusu kirap yazılabilecek bir yazı.. Allah razı olsun. "Kaldı ‘demokrasi’ denilen ‘usul’e dört elle sarılmak... Halbuki dünya, (usul)den önce, (esas)a muhtaç. Şimdi herkes görüyor ki halkın tercihi yönlendirilebiliyor, yani demokrasi alet edilebiliyor; halkın iktidarı maskesi ile egemenler sultası kurulabiliyor... Halk yanıltılabiliyor, halkın isteği diye menfaatler yutturulabiliyor. Desteğiyle sizi meşrulaştıracak halkı, buna lâyık hale, hangi iman manzumesi getirecek? Önce bunun cevabı lâzım değil mi? “Demokrasi getirmek” yalanıyla, ülkeler talan edilip kan gölüne çevrilebiliyor. İnsanları devletler öldürüyor… Hani “ortak vicdan”?.. Batı; önce icad ettiği putu, demokrasiyi övüyor, ondan sonra da onu menfaatine âlet ediyor. Helvadan put yapıp tapan, aç kalınca onu yiyen cahil, demokrasiyi önce put yapıp sonra istismar edenin yanında ne kadar hafif kalıyor değil mi?.. Bütün tecrübeler işaret ediyor ki, dünya buhranının merkezinde; her şeyi çekip çevirecek ve doğruda tutacak bir fikir ve iman manzumesinden mahrumiyet var... Yani meşruiyetten… ‘NASIL BİR YÖNETİM’den önce, ‘NEYİN EMRİNDE BİR YÖNETİM’… Dünya onu arıyor! Burnu sürte sürte ona gidiyor!.."




Ekleyen : ekrem yılmaz    05.12.2014
Yorum : Şu sohbet fikri ne güzel bir şey olmuş, renk katar ve dinamizm getirir, hiç tesiri ve faydası olmaz olur mu? "Allah verilen emekleri zayi eder mi hiç" ? Güzel olmuş, hiç de boşluğa ve duvara konuşmadınız Ali bey hocam, bana anlattınız ve dinledim, kim bilir daha kimler dinlemiştir veya daha da dinler, gelecek sohbete kadar, 15 gün içinde... :))) gelecek 5 dakikalık sohbetin konusu "sohbet"miş, bu yolun oluş ve olduruş usûlü... "Din-i İslâm sohbetten ibarettir, yolumuzun esası sohbettir, sohbet muhabbeti intaç eder" buyuruyor Esseyyid Abdülhakim Arvasi kuddise sirruh /Necip Fazıl Üstadın Mürşidi)




Ekleyen : ekrem yılmaz    09.11.2014
Yorum : "Allahı var nesi yok ?; nesi var Allahı yok!" Esseyyid Abdülhakim Arvasî *** Bu sözü Üstad Necip Fazıl şu şekilde yazmıştır Efendisinden: "Allahtan mahrum olan neye mâliktir; Allaha mâlik olan neden mahrumdur ?" *** Yani yukarıda anlatılmak ve verilmek istenenin RUHU...





 
İranın neye ihtiyacı var?... - Sayı 122
Kırk... - Sayı 121
Kırk gün bir ölüyü bekley... - Sayı 121
Sıradan bir filme bu alâk... - Sayı 121
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Cinayet, hırsızlık, fuhuş, içki, kumar ve uyuşturucu karışımından ibaret düzeni ambalajlayıp medeniyetin ta kendisi diye yutturmak isteyen “tek dişi kalmış canavar”a karşı hani, “iman dolu göğsümüz” vardı?
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
Öz musikimizin piri: Mustafa Itrî Efendi
Tevhid yoksa huzur da yok
Gülerek günah işleyen ağlayarak cehennem
İranın neye ihtiyacı var?


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14503047
 Bugün : 3200
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 628837
 Bugün : 51
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 60
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim