Bilmeyenlere de Bir ?ans Mustafa Kınıkoğlu Sayı:
52 - Nisan / Haziran 2006
Son yıllarda benim ve muhtemelen çoğu kimsenin dikkatini çeken bir husus var. O da, insanımızın, hattâ tüm dünya insanlarının, manevî konulara karşı olan hassaslığının ve duyarlılığının artması...
Örneğin Çanakkale… “Çanakkale Ruhu” her geçen sene, daha çok hissediliyor. Hattâ o kadar hissediliyor ki, bu gibi gelişmelerden rahatsız olanlar, Çanakkale için anlatılanlara hurafe iftirası atmaya başladılar. Yıllardır kutlanan Çanakkale zaferlerinde gündeme gelmedi de bu “hutrafeler” neden son yıllarda gündeme geldi? Demek ki artık durum onlar için öyle “dayanılmaz” bir hal aldı ki, böyle bir saldırıya gerek duydular.
Dünyada bir çok şeyin milâdı sayılan 11 Eylül olayları, bahsettiğimiz hassasiyetin artmasında da milâd sayılabilir. Malûm olaylardan sonra dinimiz yabancılar tarafından daha çok ilgi görmeye başladı, hattâ Kutsal Kitabımız en çok okunan kitaplar arasına girmişti.
Efendimizin doğduğu ay olan (milâdi takvime göre) nisan ayında kutlanan Kutlu Doğum Haftası da aynı “Çanakkale’de” olduğu gibi her geçen sene daha bir içtenlikle, daha çok katılımla kutlanıyor. Her ilde, ilçede Diyanet’in veya özel kuruluşların yaptığı organizasyonlara katılımın ne kadar çok olduğunu haberlerden duyduk. Yazılı ve görsel basında da Kutlu Doğum Haftası her geçen yıl daha ses getirir şekilde kutlanıyor. Hattâ bir işaret olarak kabul ederiz etmeyiz o ayrı ama Kutlu Doğum Haftası’nda yayınlanan Mevlidler ve Anma Programları, en çok izlenen yapımlar sıralamasında ilk sıralarda yer aldılar.
Tabiî herkesin bu programlardan beklentisi farklı olabilir. Daha doğrusu şöyle diyelim, bu tür programların hazırlanmasında, eğer program çok genel değil ise, gelecek davetlilere göre bir içerik belirlenmesinde fayda vardır. Yani Efendimiz’i çok iyi tanıyan, O’nun sünnetine uygun yaşayanlar için yapılan bir program, O’nu sadece ismi ile tanıyan, dini sadece nüfus kâğıdındaki bölüm ile sınırlı olanlar için hazırlanacak bir program ile aynı olamaz. Eğer iki tarafta aynı programa giderse, ikisinden birisi için bu programın verimsiz geçme ihtimali yüksektir bence... Bunu neden söylüyorum, geçenlerde bir gazetedeki ağabeyimiz, “Efendimiz çalgıyla da mı anılacaktı” diye bir yazı yazdı. Böyle bir yazı kaleme almasının sebebi, bir televizyon kanalında yayınlanan “Efendimize Saygı” gecesinde müzik eşliğinde ilâhi ve sesli eserlerin icra edilmesi…
O’nun hassasiyetini anlıyorum, samimiyetine inanarak takdir de ediyorum. Ancak ülkemizde herkes dindar değil. Herkes yazar ağabeyimiz kadar dinini, Efendimiz’i bilmiyor. Bilmeyenleri bir kenara mı atacağız? “Bu işin bir kuralı var, kurallara uyan programlara gelirlerse gelsinler yoksa kendileri bilir...” demekle, Efendimiz’i anlatma sorumluluğundan kurtulur muyuz?
Yazarın bahsettiği programın bir kısmını izledim. Ve bir görüntü dikkatimi çekti. Normalde Boğaz’daki eğlence mekânlarından çıkarken görüntülense şaşırmayacağımız bir televizyon sanatçısı, koro ile beraber Efendimiz’e salâvat getiriyordu. Sizce bu görüntü bile bu tür programların gereğini ortaya koymuyor mu? Sadece kendimizi düşünürsek, kimsenin gayreti hoşumuza gitmez, elbet bir yerlerde bir terslik buluruz. Ama ayağına gidilen bir hristiyan, anlatılanlardan etkilenerek müslüman olsa, veya katıldığı bu program vesilesi ile içinde bir şeyler kıpırdayan, programdan çıktıktan sonraki hayatını bambaşka şekilde yaşamaya niyetlenen sadece ve sadece 1 kişi olsa bu bile buna deymez mi?..
Müslüman bir ülkede doğmamızda, Efendimize ümmet olarak dünyaya gelmemizde bireysel etkimiz var mı? Bilmeyenlere de bir şans lütfen…
|