Vatan sevgisi ve gurbet Kubilay Ertekin Sayı:
82 - Ekim / Aralık 2014
Bu cümlenin aslı; “Hubbül vatan-minel îmân” vatan sevgisi îmândandır hadîs-i şerifine dayanmaktadır. Gurbet; ise vatancüdâ olmak, ondan ayrı düşmek, muhâcir olup hicret etmek demektir. Gurbeti tercih etmek bâzen istekle, bâzen de mecbûrendir. Sebebi ise bir zamanlar ülkemizde yaşandığı gibi öz yurdunda gördüğü zulüm, haksızlık, zorlanma, dışlanma, ayırımcılık, istiskal ve hakâretten, mâruz kaldığı huzursuzluklardan dolayı kişinin bunalıp orada yaşayamaz bir hâle gelmesi ve sonunda gurbeti tercih etmek zorunda kalması demektir. Hikmet sahiplerinden biri “Vatanını sevenler, sebepsiz yere ülkesini terk etmezler” demiştir. Bu konuyu (Tasvir-i Ahlâk) kitabını günümüzün konuşma diline göre hazırlarken “Gurbet” kelimesine gelince onu kendi duygu ve düşüncelerime göre biraz daha detaylandırıp, bu cümlenin bendeki etkisini, buna rağmen bazılarının sorumsuzluğunu, gurbete mecbur ve mahkûm olan bu gurbetzedelerin hâli-pür melâllerini, o an içinde bulunduğu zor şartları ve bunca olayların Müslümanlar aleyhine gelişen durumlara karşı dikkat çekmek gerektiğini düşündüm. Günümüzde cereyan eden şekliyle siyâsi-sosyal, ideolojik hâdise ve yapılanmaları, Müslümanların içte ve dışta mâruz kaldığı durumlara göre gurbet acısının-vatan muhabbetinin farklı yönlerini anlatmak istedim. Gurbetin hasretin mağdur ve mazlumlarının acılarıyla yüreği yanık gurbetzedelerden bir kesimin mâruz kaldığı duygu-düşünce ve hislerini, olaylara ve “Gurbete” bir de bu açıdan bakmak gerektiğini düşündüm. 7-8 sahife tutacak olan bu konuda, bakalım Mevlâ ne gösterecek, ortaya neler çıkacak ve kalem hangi yaralara dokunup, neleri gündeme getirecektir.
Bazı gurbetzede mustarip kimseler, içine düştükleri bu elemli durumların sâdece kendileriyle kalmasını ve bu acıların başkalarına da sirâyet etmemesi, aynı elem ve kederlere diğer insanların da mâruz kalmaması için şu şekilde dua ve temennilerde bulunmuşlardır. Bu da insanların dertlerine, acılarına ortak olmanın başka bir özelliği…
“Gelmişim ben dehre, pür derd-i elem, âh etmeye.
Olmasın benden beter, hiç kimse Allâh etmeye!..”
Aslında en büyük dert, en derin acı ve ıstırabın verdiği gurbet; kişinin dînî inanç ve ideallerinden, mukaddes değerlerinden, ahlâkî özellik ve güzelliklerden mahrum olması, ayrı kalmasıdır. Bunları yaşama ortamının bulunmayışı acısını hissetmesi ve hissetmeyen bir gürûh içinde yaşamasıdır. Ayrıca o değerlerin gözünün önünde ve zamanla azar azar sistemli bir şekilde cemiyet hayâtından uzaklaştığını görmenin “gurbeti” hasreti, elemi çok daha derindir. Bir gönül ehli bunu şöyle ifâde etmiş:
“Bize bir nazar oldu, cumamız pazar oldu.
Bize ne olduysa, hep azar-azar oldu.”
O yüzden insanın içindeki gurbet, yurdunda gurbetzede olma hissi daha derin, onun verdiği elem ve ıstırap daha fazla. Belki görünüşte gurbet sayılmasa da, bence asıl gurbet budur. Bu duygulara sahip bir insan, büyük bir kalabalığın içinde de gurbettedir. O kimseler kesrette, vahdeti yaşamaktadırlar. Kendi yurdunda, kendi halkı içinde gurbeti, hasreti yaşayanlar, bu ıstırapla muzdarip olanlar az değildir. Nitekim büyük şair, edip, fikir ve çile adamı merhum Necip Fâzıl; “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” diyerek bu duyguların insana nasıl bir ıstırap, elem ve işkence yaşattığını göstermek, anlatmak istemiştir. Bu mağdurlarından birisi de yaşananları şöyle dile getirmiştir:
“Ağlayan, bil ki bu âlemde, gülenden çoktur.
Ezelî cilve-i mâkûsu, budur devrânın!.
Duyduğun kahkahalar, bezm-i ekâbirde bugün
Mün’akis nevhâsıdır, zümrei betbahâtın”
İstiklâl şairimiz merhum M. Âkif’ de pek çok şiirlerinde bu konudaki elem ve ıstırabını, mâruz kaldığı haksızlığı, vatancüdâ hâlini, hissettiği yalnızlığı ve içindeki gurbet-hasret duygusunu şöyle ifade etmiştir:
“Ne zevkinde hayâtın, ne cûy-ı bârında.
Vatan-cüdâ gibiyim kendi öz diyârımda.”
Gurbet hakkında çok şeyler yazılıp, şiirler, maniler düzülmüş, ağıtlar yakılmıştır. Hem ne hâcet iki cihan serveri Efendimiz bile (sav) bizzat bu gurbeti, hasreti yaşamış ve yurdundan, yuvasından ayrılıp gurbete, hicrete zorlanan en büyük gurbetzedelerden birisidir. Mekke’nin o sarp ve sert kayalıkları içinde, kaya gibi sert ve muannit müşrikleri, bedevileri İslâm’a davet için, kaç kere kirli ayaklarına kadar gidip; haymeleri-çadırları, vahâları, sahralârı, bâdiye ve çöllerdeki yerlerine kadar gidip; Hakkı ve hakikati anlatmıştı.
O dönem insanlarını -câhiliyet gereği- putlara, taşlara, ağaçlara, akrebe, yılana, çıyana, çakıl taşına, deve idrarına tapınmaktan koruyup, kurtarmak için ne çileler çekmiştir. Nice zorluğa, hakârete mâruz kalıp, işkence ve ölüm tehditlerine, tehlikelerine muhâtap olmuştur. Ayrılık ve gurbet acısına rağmen o câhil, bedevî halka İslâm’ı anlatmak için insanüstü gayret ve zorluğa, işkence ve hakâretlere mâruz kalıp nice cefâlara katlanmıştır. Onların aralarındaki asırlarca süren kini, nefreti, içki, zina ve câniliğin kötülüklerini bedevi ve çöl insanına anlata anlata, sonunda onlardan kısa bir zaman zarfında muazzam ve muhteşem bir devlet kurup, dünyayı bu vahşetten, putperestlikten sakındırıp, sâhil-i selâmet ulaştırmıştır. İnsanlığa haysiyet ve şeref kazandırmıştır. Bugün bizim hiçbir bedel ödemeden hazır bulup bir mirasyedi gibi davrandığımız ve kıymetini bilmediğimiz ilâhî bir nimete sahip olmamızı Efendimiz (sa)sağlamıştır. Her türlü salâtü selâm, tahıyyâtü ihtirâm, iki cihan serveri olan Efendimiz’e, âline ve ashâbının üzerine olsun… İnsanlık bugünkü durumunu O’na (sa) borçludur. O ve ashâbı kirâmı birer hidâyet yıldızı gibiydiler. En zor zamanlarda “Anam-babam sana feda olsun yâ Rasûl Allah!” deyip kendilerini ölümün kucağına bir takoz gibi atıp, şehit olmasalardı, bizlerin bu aziz dinimizi yaşamamız mümkün olmazdı. Bu konuda İslâm’dan önceki Arabistan’ın câhiliyet dönemini en güzel tasvir eden yine büyük şairimiz Mehmet Âkif merhum olmuştur:
“Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer, yırtıcılıkta.
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi.
Aczin ki, ezilmekti, bütün hakkı dirildi.
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi.
Şehbâini, adl isteyenlerin yurduna gerdi.
Medyûn ona cem’iyyeti, medyun ona ferdi.
Dünya neye sahipse onun vergisidir hep.
Medyundur o mâsûma, bütün bir beşeriyet!
Yârâp, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.”
Ayrıca gurbetin, hasretin, şehitliğin, vatan müdafaası ve muhabbetinin ne demek olduğunu ve ecdâdımızın bu vatan uğrunda nelere katlandığının en güzel tarifini yine merhum şairimiz M. Âkif yapmıştır
“Ecdadını zannetme ki asırlarca uyurdu.
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?”
Devri cehaletten başlayan inanç ve İslâm düşmanlığı, çeşitli dönemlerden geçerek, şekil, metot değiştirip günümüze kadar gelmiştir. Hangi isim ve sıfatla olursa olsun, Hak ile bâtıl mücâdelesi sürmektedir. Burada çok önemli ve hayâtî olan; ismen-şeklen Müslüman olanların bu mücâdelenin neresinde olduklarıdır. İmansızda vatan sevgisi olmaz!. ‘Münâfık kâfirden eşettir.’ Dinsizlik anarşi kaynağıdır. Zamânın tiranları, nemrutları hâli-habîsinde zulüm ve ceberutla bu şerirleri kullanabilir ve bir müddet o kirli, kanlı saltanatlarını sürdürebilir ama, o geberince yetiştirdiği onca zakkum meyveleri onun ebedî azâbı ve kabrinde sürekli hortlatılmasının sebebi olurlar… Bir hikmet sahibi o tiplerin son durumlarını şöyle ifade etmiştir:
“Cihan ne şâha, ne şevketmeâba kalmıştır.
Serîr ü tâc u hazâin, türâba kalmıştır.
İnleyen hâmeden, eflâke ser çeken fermân.
Mezar taşında küçülüp, kitâbe kalmıştır.”
İşte bütün zâlimlerin, firavun taslaklarının habis âkibetleri, leşlerine siper olan küçük bir mezar taşıdır. Veya Allâh’ın (cc) rahmetinden mahrum bir beton yığını...
Ne hikmettir bilinmez, Müslüman ülkelerde önceleri Hızır şeklinde tezâhür eden birçok kurtarıcılar (!) sonradan birer hınzır oluyorlar. Ne hazindir ki bir Müslüman ülkesi olan yurdumuzda da aynı şeyler tecelli etmiştir. Zamanla gelişen korkunç bir inanç düşmanlığı salgını meydana getirilmiş ve sapık ideolojiler dinin yerini almış durumdadır. Bu vandalizme, sefihliğe ve yozlaşmaya kaynak ve koruyucu olanlar, destek verenler ise; mâlum mâhut parti, sendika, medya, iş çevreleri, marksist, materyalistler, batı hayranı şahsiyet ve haysiyet yoksunlarıdır… (Devam edecek)
|