Entellektüel bir haslet olarak farkındalık Yusuf Bilal Aydeniz Sayı:
83 - Ocak / Mart 2015
Bir sorunu çözebilmek için, öncelikle söz konusu sorunun tespit, teşhis ve teşrih sürecinden geçmesi gerekiyor. Yoksa sağlıklı bir analiz ve buna bağlı olarak bir çözüm yolu üretilemez. Üstad Sezai Karakoç'un bir söylemi vardır. O, bu söylemini poetikasını ve şiir mantığını/formunu/çağa uyumunu açıklamak için kullanır. O söylem şudur: "Batı terazisinde tartılmak" Evet, ben bu söylemi güncelleyip, uyarlayarak sözü şuraya getirmek istiyorum. F. Fukuyama'nın "Tarihin Sonu ve Son İnsan" kitabını ve S. Huntington'ın meşhur "Medeniyetler Çatışması" kitabında, bir yanıyla oryantalist, bir yanıyla stratejist bir tutumla İslâm Medeniyeti ele alınmış durumda. Onlar, Çin Medeniyeti ile İslâm Medeniyeti'ni bir belâ, bir tehlike olarak görürler. Burada sormamız gereken soru şudur: Batı'nın terazisi ne kadar güvenilir, ne kadar hassas? Ve gerçekten bu terazi, gerek tarihten aldığı otantik ilhamla, gerek kültürel/politik birikimiyle, gerekse çağa sunduğu insanî değerler envanteri bakımından İslâm’ı bihakkın tartmak için gerekli mücehheze hâiz mi? Yoksa şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin mi söylüyor? 90’lı yıllarda, şimdi ismini hatırlamadığım bir İngiliz kralı ezcümle şunları söylüyordu: "Bu savaş yalnızca Filistin-İsrail savaşı değildir. Bu savaş İslâm’a yapılan bir savaştır."Huntington’ın stratejik olarak hataları olsa da, İngiliz kralının sözü bu çatışmayı doğrulayan niteliktedir. Bu sürece kadar etnosentrik (ırka dayalı) yaklaşımlı savaşlar olsa da modern zamanlarda ciddi bir kırılma yaşamıştır. Modern zamanlarda yapılan savaşların, genel görünür müsebbibi olarak ekonomi/sermaye ve müstemleke(sömürge) görünse de arka plânda uykuda bekletilen bir din olgusu vardır. Şayet, öyle olmasaydı bugün jeostratejik ve neo-politik uzuvları gelişmekte(ara ara yara alsa da) olan Türkiye ile batılı devletlerin büyük çoğunluğu işbirliği yapardı. Batıdaki insanların çoğunluğu (herhangi bir dine mensup olmayanı bile) en büyük tehlike olarak İslâm’ı görüyor. Ve nesillere böyle anlatıyor. Nitekim bu zihniyetin çarpıklığını 11 Eylül saldırılarında da gördük. Bir de İslâm terminolojisinden bakarsak savaşların nedeni salt ekonomi, özgürlük ve sömürge olsaydı; Allah, benim yolumda cihad edin (savaşın) der miydi? Amerika eski başkanlarından C.Bush, 2.Körfez Savaşı’nın başladığı zamanlarda, "2. harçlı savaşları başlıyor" demişti. Bu sözün bir algı travması meydana getirmek için söylendiğine inanmıyorum. Birebir gerçek hayatta olanı söylemiş; ama biraz nakıs yani eksik kalmış. Buna mukabil, daha önceden Cemil Meriç, "Olimpos Dağı’nın çocukları, Hira Dağı’nın çocuklarını asla kabullenmeyeceklerdir." demişti. Ancak ben, savaşların sadece haç ve hilâl arasında olduğuna inanmıyorum. İşin içinde birden çok argümanın olduğuna ve âdeta ortada pekiştirilmiş bir gücün olduğuna inanıyorum. Bu gücün de şah damarının İslâm karşıtlığı olduğu görüşündeyim. Yoksa ekonomi bir ülkenin ayakta kalması için tabii ki başat etmenlerdendir; ama dinin de etkisi küçümsenmeyecek kadar etkilidir. Mesela, siz hiç Avrupa ülkelerinde ya da diğer ülkelerde kitlesel anlamda bir hristiyanın yahut yahudinin veya nüfus ve nufüz bakımından etkili olan bir dine mensup olan insanlara saldırıldığını, evlerinin yıkıldığını, ülkelerden göç (hicret) ettiğini gördünüz mü? Bir ateist bile hiçbir dinle ilgisi olmaması gerekirken, hepsine aynı mesafede olması gerekirken, o ateistin bile en çok saldırdığı din İslâm oluyor. Bir başka şekilde söylemem gerekirse; dünyada Amerikan ırkı diye bir ırk yoktur; zengin olan herkes Amerikalı olabilir. Siz zengin olursanız bir Amerikalıyla anlaşabilirsiniz, hattâ ortak iş alanları da kurabilirsiniz. Ama aynı dine mensup olmadığınız için, bahusus Müslüman olduğunuz için onlarla aranızda hep bir mesafe olacaktır ve sizi asla sevmeyeceklerdir. Peki, neden diğer dinlere değil de İslâm’a saldırıyorlar ve İslâm’a karşı önyargılılar? Çünkü İslâm evrensel bir dindir. Bu hususta Hristiyanlık da evrenseldir ama künhü/özü (mahiyeti) noktasında sıkıntı vardır. İslâm ölüye değil, diriye dönük bir dindir. İslâm aksiyon ister, hayatın her alanında kendi emirlerinin yerine getirilmesini ister. İslâm’ın kendi içinde, kendine özgü bir yönetim nizamı, ekonomik yapılanması ve strüktürü, insanlığa bir bildirisi (manifestosu), bireysel hayattan aile hayatına, aile hayatından toplum ve millet hayatına dair hükümleri söz konusudur. Bu hükümlerin büyük çoğunluğu da insanın içinde bulunduğu yaşam biçimini değiştirmesini ister ama insan için bu bir zindan, geçilmez bir tünel olduğu için Âdemoğlu pek yanaşmaz. Pavlus’un Hristiyanlıktaki şeriatı kaldırdığı gibi bir şeriat kalkması İslâm’da mümkün ve olası değildir. Çünkü bu din Allah’ın koruması altındadır. Sonuç olarak, meydana gelen hâdiseleri iyi anlamak zorundayız. Olaylara değil, olgulara bakılarak meseleler daha iyi anlaşılabilir. Siz bugün; Afganistan, Suriye, Mısır, Bosna, Keşmir, Patani, Libya, Ürdün, Irak ve Filistin meselelerinin işaret fişeğinin son 10-15 yılda atıldığını düşünürseniz, yanılırsınız. Ataletten sıyrılmış entelektüel bir birikimle yaşadığı çağı tanımlayabilen, tanıyan ve çağının önünü görebilen insanlarla ancak millet olarak terakki edebiliriz. Dilimize pelesenk olmuş kelimeler ve cümleler dizgisiyle bir yere varmamız mümkün değildir. Bizler lâfla gemisini yürüten siyasiler olmadığımız gibi, onları da buna davet ediyoruz. Bu hepimizin boynunun borcu.
|