Yyi ki Kardelenler var? Dergi Editörü Sayı:
53 - Temmuz / Eylül 2006
İNSAN
İnsan, bir mes’ut zalim, insan bir mağdur cahil;
Tekne kırık, su azgın ve kayıplarda sahil…
Necip Fazıl (1983)
Üzerine gelen tanka, taş atan Filistinli çocuk semboldür, bayraklaşmayı hak eden ancak bayraklaşamayan bir sembol. Attığı taşın demir yığınına hiçbir zarar veremeyeceğini bildiği halde, eline geçirdiği tek silâhla; taşla, vatanını savunan bu çocuğun hakkını veremedi Arap dünyası...
Çocuğuyla birlikte kaldığı çatışmanın ortasında, bulduğu ilk siperin arkasına saklanan, kendi canından çok evlâdınınkini kurtarmak için feryad ü figan eden, yalvaran, yakaran, bütün bu çabalarına rağmen kahpe bir kurşuna “cananını” kurban veren babanın hakkını da veremediler…
Daha İntifada’nın ilk yıllarında kemikleri kırılasıya kadar taşlarla dövülen gençlerin hakkını da…
Bilmediğimiz, görmediğimiz, duymadığımız daha nicelerinin de öyle…
Mücadelenin fikir plânında olduğunu anlamadıktan sonra zalimi ve mazlumu değişmeyecek bir kısırdöngü, bu… “Güneşi ceketinin astarında kaybeden” koca bir dünya, olan bitenleri anlamsız gözlerle izliyor. Zalimin vurmaktan, yıkmaktan, öldürmekten çok kamuoyunu kazanmak için mücadele verdiğini ve asıl savaşın kamuoyu nezdinde kazanıldığını göremiyor Araplar… Belki de görmek istemiyorlar.
Oysaki haklı mücadelesini anlatabileceği yayın organları olsaydı Filistin’in, taş atan çocuğu kapak yapan çok değil bir gazetesi bir dergisi, zalim yine bu kadar rahat hareket edebilir miydi… Bütün dünya dillerinde, olamıyorsa en çok kullanılan dillerde basılan böyle bir gazetede, dergide mücadelenin fikir yanı anlatılsaydı, zalim yine bu kadar rahat hareket edebilir miydi… Birilerinin izlememize izin verdiği kadar önümüze servis edilen görüntüleri orada yaşananlar hakkında fikir edinmek için yeterli bulanlar, bunların üzerimizde meydana getirdiği ümitsizlik, yılgınlık, korku gibi psikolojik ve sosyolojik etkileri de izah etmeliler.
Editörü olduğum, yazılarım da sayfalarında yer bulduğu için değil, hep birlikte bütün bu olanları okumaya, yazmaya, düşünmeye, fikretmeye zemin olduğundan, Kardelen ve benzerlerinin mevcudiyeti ve bu topraklarda yeşermesi gelecek için ümit veriyor. İyi ki Kardelenler var…
Söz buraya gelince, elinizdeki sayısıyla 15. yaşına giren Kardelen’de eğer varsa bir başarının, hazırlamaktaki çilesi, vebali, sorumluluğu bizim üzerimizde olmakla birlikte onu bu yaşa getiren okuyucusuna ait olduğunu belirtmek gerekiyor. Türk ruh kökünün “toplum mühendislerinin” plânlarını bozacak güçte olduğunu 49. sayısına konu edinen Kardelen, 15 yıl ve 49 sayılık veriminin nereye dayandığının da ipucunu vermiş oluyor, böylece.
Düşünürün “olmak mı olmamak mı” şeklinde ifade ettiği yol ayrımını anlamlı bulanlar, mensubu olduğumuz milletimiz de dâhil olmak üzere bütün insanlığın “olmak veya ölmek” tercihlerine muhatap bir zaman diliminden geçtiğini takdir edeceklerdir. Hiçlik denizinin en derin yerinde boğulmak üzere olan dünyada, özellikle doğu milletlerinin “ruh kökleri”nden başka sarılacak can simidi olmadığını anlamaları gerekiyor.
Türk ruh kökü ise, daha nice emsalleri ile birlikte arka kapağımızdaki “sadaka taşı”nda gizli. Sadaka taşının ruhuna nüfuz ettiğimizde, Filistinli baba dâhil her şeyin hakkını teslim etmiş olacağız…
Mübarek vakitleri idrak ettiğimiz şu günlerde, bütün gönüldaşlarımızın üç aylarını tebrik ederiz.
|