Neyin dirilişi Site Editörü Sayı:
84 - Nisan / Haziran 2015
Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile bir devir sona ermişti. Yeni bir devlet kurulmuş, bu devlet kendisini “güvene” almak için hanedanı yurtdışına çıkarmıştı. Bu işin maddi tarafıydı. Bir de gönüllerdeki saltanat vardı ki yeni devlet hem resmî olarak bu saltanatı kaldırmış hem de gönüllerdeki saltanatın yıkılması için çeşitli yollara başvurmuştu. Padişahın kaçtığı söylemi, Osmanlı deyince sürekli haremin ön plana çıkartılması, altı asırı geçen hükümdarlık süresinde özellikle kötü örneklerin daha çok üzerinde durulması bu yollardan örnekler...
Cumhuriyet bir devrimdir, bu nedenle devrimin kendini korumak için nizami, gayrinizami böyle yollara tevessül etmesi anormal değil. Dünya tarihi çok daha kötü örnekleri barındırıyor. Şu da var ki, her ne kadar rejim kendini korumak için böyle yollara başvursa da gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu var. Zamanla değerlendirmeler değişebiliyor ve kalplerdeki saltanatın üzerindeki küller kolayca temizlenebiliyor, biraz gayret ile tekrar bu muhabbet canlanabiliyor.
Osmanlı Tarihi incelendiğinde eleştirilmesi gereken birçok yön var, İslâm’da bir referansı olmayan hanedanın babadan oğula geçmesi bu konuların başında gelir. Bizim üzerinde durduğumuz, genel manâda Osmanlı’nın cihan ve cihat politikası, gittiği yerde yaptığı hizmetler, alimlere, velilere verilen kıymet, özet olarak dünyaya bakışı…
Bugün Osmanlı gibi olma heyecanı yaşanıyor, en azından bu heyecanın ne demek olduğunu bilen, bunu ümit eden bir kesim var. Bugün insanları heyecanlandıran, Türkiye’nin Osmanlı Devleti gibi mazlumların yanında, güçlü, sözü geçen bir devlet olma isteği ve daha önemlisi kapasitesi…
Geçtiğimiz günlerde Bosna’ya ziyaret nasip oldu, Saraybosna ve Mostar’a gittik. Mostar’da babası savaşta şehit olmuş, kendisi de o sıralarda 15 yaşındayken savaşı yaşamış, şimdi Mostar’ın güzel camilerinin birinde müezzinlik yapan bir kardeşimizle tanıştık. Türkiye’den geldiğimizi söyleyince elimi sıkıca tuttu, “birlik olmalıyız” dedi. Politikamız tam da bu olmalı: tevhid. Benzer sözleri birkaç yıl önceki Makedonya Kosova ziyaretimizde de duymuştuk.
Bu işin ne kadar ciddi olduğunu gezi ve benzer olaylarda kafasına bizans miğferi geçirenler, duvara “Zulüm 1453’de başladı” yazanlar ve geçtiğimiz günlerde şehit edilen Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın katillerine güzelleme yapanlar göstermişti. O yüzden devletimizin bu yönde bir politikası olması çok güzel, çok umut verici...
Bu politikanın sanat ile desteklenmesi ise çok önemli ve güzel bir fikir. “Diriliş” dizisinin bu yönde bir görevi olduğu herkesin ortak kanısı... Devlet bir yandan sanat ile bir yandan TİKA gibi kurumları ile bu politikasını sağlamlandırmaya çalışıyor ve başarılı oluyor.
Son söz olarak atamız Ertuğrul Gazi’nin hayatını anlatan Diriliş dizisi ile bir ipucu verelim. Dizinin en sevilen yanlarından biri İbnü’l Arabî hazretlerinin dizide yer alması… Sakarya Gazetesi Web TV’de Ali hocamızın konuk olduğu, Diriliş ve Ertuğrul Gazi’nin ele alındığı Basın Masası programında bu konu ele alındı. Dizinin tasavvufla ilgili yanının başarılı olması altında dizinin hem yapımcı hem danışmanlarının günümüz tasavvuf yollarından birine intisaplı olmaları var. Zikir ve usûl sahnelerinin gerçek usûllere birebir uygun olmasının nedeni bu...
Okurlarımız hem Kardelen Dergisi sohbetleri kayıtlarına hem de yukarıda bahsettiğimiz Basın Masası programının kaydına Kardelen Dergisi Youtube kanalından erişebilirler.
İyi okumalar.
|