Habil?in Ten G?mle?ini Giymek? Mehmet Hasret Sayı:
53 - Temmuz / Eylül 2006
Dickens’ın romanı Nicholas Nickleby’de, hasta bir çocuğa hitaben şöyle bir replik geçer: “Bir enkaz olarak uyumuştun, bir aktör olarak uyandın.” Romanın dokusundan çıkıp gelen hayaletler bir tarafa, dünyanın uyuduğu ve dünya üzerindeki bütün algıların bir hastalık hali yaşadığı bir gerçek olarak karşımızda durmakta. Dünya, üzerindeki narkoz püskürtülerini atıp ne vakit uyuduğu çevreden farklı bir çevreye doğacak ve bir rolden çok, yeni bir insanlık bedeninin gereklerini kuşanacaktır; işin o tarafı biraz karanlıktır.
Bir anlayışa göre bütün zamanların şifresi DNA’larımıza gömülüdür. DNA’lar, zaman ve mekân kabartmalarını içlerinde tutabilen, bir nevi, kayıt cihazları gibidir. Fantastik ölçüde biz, DNA’ları ten gömleğimizi oluşturan, iletken ilmekler olarak görmekteyiz. Arketiplerin, canlı piktografları…
İlk insandan bu yana, belki soluğumuzda gümüş şeritler halinde yoğrulmuş zıt yükler, şablonlar, masallar, hikâyeler, roller, görüntüler, olaylar ve olayların içinde kıvranan şahsiyetler var… Bu şahsiyetlerden biri Habil’i, öbürü Kabil’i işaret etmekte… Habil ve Kabil de Hz. Adem’den geldiğine göre; bir tende hem Habil, hem Kabil genetiği bir savaş halinde…
Gökler burulup yerküre pamuk gibi savrulduğu zaman, güneş söndüğü ve yıldızlar döküldüğü zaman bizi son halimize getirecek keyfiyet neyse, günümüz manzarasının keyfiyeti de neredeyse odur.
Oturup kalktığınız vakit; gerindiğiniz, toparlanıp yürüdüğünüz ve bir hedefi amaç edinip ilerlediğiniz vakit sizden nasıl bir ruh tütüyor; bu sizin diriliğinizin veya çürüyüp kokuşmuşluğunuzun bir delili olacaktır. Etrafınızda olup bitene ilgi tarzınız ve ona karşı bir içindelik hali çatmanız; yani aslında “var-oluş üslûbu”nuz, sizin Habil ve Kabil genetiğine bağlı olarak esas oluş kampınızı belli edecektir. Habil mi, Kabil mi…
Ellerindeki sermayeyi nereye sığdıracağını bilemeyenler, tenlerine Kabil’i buyur etmeyi ve asırlardır Kabil’i şehvet algıları etrafında ağırlamayı âdeta kendilerine bir borç bilmiş- lerdir… Bol sıfırlı sistemleri, üzerini örttükleri kadar gedikler ürettiği ve bir düzene girmiş göründüğü oranda karmaşıklaştığından dolayıdır ki kendi kendini çökertecek seviyeye gelmiştir.
Habil teninden olmak ve o teni giyebilmek adına beraber yaşamanın formüllerini derleme çabasında olmayı tercih eden bizler ise, etki alanımızı dünyanın bir parçası olarak düşüne- meyiz; o yüzden, etki alanımız (‘hinterland’ımız) bütün anakaralarıyla sonsuzlukta yuvarlanan bütün bir yerküre ve o yerküreye renk cümbüşleri katan bütün akıl kutupları ve medeniyetlerdir.
Biz üç adımlık kara parçaları, püsürlük madenler ve dahi öbek öbek lâğım çukurlarına çalışan para yığınları peşindeki üç kuruşluk, perdearkası korkuluğu siluetlere benzemeyiz; bizim bulunduğumuz cephe Hz. Adem’den bu yana bellidir: Biz arz yuvarlağının neresinde bir haksızlık olsa; orada dil, kültür, medeniyet, insanlık namusu ve vicdanı olarak cismiyle beliren; bunun için bedenini, aklını, terbiyesini, tecrübesini ve ilmini kara çehreli çizgilere karşı çalıştıran bir cepheden geliyoruz.
Biz, İstanbul’dan Halep’e ve Halep’ten Medine’ye kadar tren rayları döşeye döşeye beraber yaşamanın ortak kumaşını örmüş; sonra Peygamber coğrafyasına girildi ve İki Cihan Güneşi’nin kabirlerine yaklaşıldı diye rayların altına sünger koyacak ve o coğrafyada abdestsiz dolaşmayı kendi nefsine haram sayacak ölçüde hassas komutanlar cephesinden geliyoruz.
İnsanlık ruhuna sıçrattıkları kanın hesabını veremeyecek olanlar, duysunlar ve bilsinler ki; sonsuz ufuklar arasında algı bulutları altına gizlenmiş, icat edemedikleri ne türlü alaşım, yonga, duyu ve icat biçimi varsa biz icat edecek; edebiyatta, sanatta ve her ne türlü düşünen kafa ürünü alanda bulamadıkları ve çatamadıkları ne keyfiyette bir üslup varsa bütün hasletleri ve semereleriyle biz ortaya koyacağız.
Üzerimizdeki vebal, enkaz halinde bir dünyada insanlık onuru taşıyan kanla beslenen kuduz “nefs”lerden uzak, yepyeni bir insanlığın mayasını tutturmaktır. O halde geliyoruz; rüzgâr topuklu atlarla ve yıldırımdan kılıçlarla geliyoruz; etimizdeki Kabil kurtçuklarını döküp Habil tenini kuşanarak geliyoruz. Bir enkaz olarak uyumuştuk; inşallah insanlığın berrak tenler giymiş, yeni komutanları olarak uyanacağız.
|