YYYECEK ? Y?ECEK GYYECEK Kürsü Nizam Sayı:
53 - Temmuz / Eylül 2006
Mümine; insanların şer’î emir ve selim akılla buldukları gıda maddeleri, domuz eti müstesna, topyekûn helâl… Kabuklu deniz hayvanları mekruh…
Et nevinden yiyeceklerde, ister av hayvanı, ister ehli hayvan, ilk şart “Ehl-i kitap”dan biri (Müslüman – Hristiyan, Yahudi) tarafından kesilmiş bir hayvana ait olması ve müslümanda kesme fiiline “Besmele”yle başlaması… Kâfir ve putperestin avladığı veya kestiği hayvan, bile bile yenmez…
Kanı akmasın diye alnından topuzla vurulup öldürülen hayvanın da eti yenmez. Kesilmeden, yahut avlanmadan ölü bulunan hayvanın eti tamamiyle haram… Balık sudan canlı çıkarılmış olarak helâl, su üstüne ölü çıkmış ve toplanmış olarak haram…
Eti yenilen hayvanların tutuluş, öldürülüş şekli ve dinî edebe uyulup uyulmamış olması, bilinmesi imkânsız hallerden olduğu için etleri dışından inceleyip ateşe sürmekte, “Besmele”yi yiyene bırakıp rahmete sığın- makta ve aşırı vehme düşmemekte hikmet vardır.
Nebatlar arasında bile, uyuşturucu, zarar verici nesneler bakımından ihtiyat şarttır ve Hak onu kullarının selim akıl ve duygularına bırakmıştır.
Bize tiksinti veren, fakat hristiyanların imrenerek yediği sümüklü böcek, kabuklu hayvanlara karşı istikrah hissinin ne kadar yerinde olduğuna misal…
İçecek şeylerde biricik aziz madde su ve onun etrafında sekr vermeyici (baş döndürmeyici) bütün meşrubat, ille alkol teşhisi zahmetine girişmeksizin mübah… Kimyacının alkol tespiti şeriatın “bütün sekr vericiler” hükmüne esas teşkil edemez. Kimya, meyvelerde de alkol bulabilir; ama buluşu din muradına uymaz. Hüküm sekr verici maddenin tesir sebebine değil, insandaki eserine göredir. Bir avuç tuz atmakla şaraptan sirkeye dönen maddeden sanki alkol uçup gitmiş midir; yoksa zararsız hale mi döndürülmüş… Bu bahiste aklî ilimleri şeraite yol gösterici kabul etmek, “suret-i hak” yoliyle onu küçültmek olur. Şeraite bindirme selâhiyeti hiçbir aklî ilimde mevcut değildir. İndirme selâhiyetinin de mevcut olmadığı gibi… Nitekim “alkolsüzdür” hükmünü vermekle, sekr vericiliği meydanda olan hiçbir madde mübaha giremez. Sekr vericiliği ortada olan bir içkinin, ister şarap, ister viski, ister votka, ister rakı, ister konyak, ister bira, hattâ fondan çikolatası içinde tek damla liköre kadar, zerresi dahi haramdır. Azı çoğu diye de bir hesap yapılamaz. 1 kilosu hafifçe baş döndüren bir içkinin bir gramı da haram… Din bize alkol lâfı etmemiş, “hamîr” ve “sekr” işaretini vermiştir. Bu ölçüye göre dine bindirmeye kalkışan ve bir nevi kıyasa yeltenen akılcıların hali gülünçtür. Yobazlığın bu çeşidine mukabil “Hamîr – tahammur etme” vâkıasını yalnız şaraba teşmil eden ve bazı içkilerde az veya çok nispeti kuran anlayışlar da aynı yobaz soyundan… “Yobaz” anlamayan ve üstün anlayışa ayak direyen demektir.
Kolonya ve bazı hariçten kullanılır maddelere alkolün haramlığı ve dolayısıyla “necis” olduğu noktasından şüphe göziyle bakmak da yersiz. Her haram maddenin necis olmadığı bir tarafa, alkolün tıbbî zaruretlerden ötürü dıştan kullanılmasında herhangi bir günah vehmedilemez. Böyleyken ve dinde fazla kurcalamak yasakken gönül işi ittika serbest, fakat cemiyete teşmili muhataralıdır.
Giyimde kadına ipek helâl, erkeğe değil… İşte haramın daima necis belirtmediğine bir misal… Altun eşya ve ziynet kadına helâl, erkeğe haram… Altun ve gümüş yemek takımı tümüyle yasak…
Müslüman olmayan milletin kılık ve kıyafetini taklit, kavmî noktadan mümkün olsa da dinî remz belirtici şekillerde asla caiz değil… Libası madde olarak alabilir, fakat mânâya bağlı olanını alamazsınız; alırsanız kendinizi o mânâya bağlamış olursunuz. Bir kadın ziynet olsun diye nasıl boynuna bir istavroz geçiremezse, bir erkek de papazların “zünnar” dedikleri, belden aşağı uzatılan ilmikli kordonunu kullanamaz. Bu mesele bilhassa başa geçirilen serpuşta tecelli eder.
Bütün iş, tutum, eda ve dış görünüşlerimizde, taklitçi değil, taklit edilen mevkiinde olmayı emredici bir şahsiyet humması sahibi olmak… Ölçü budur! Batılı, hürmetini başını açarak gösterir, bizse örterek belirtiriz; Batılı örtülü başla azamet taslar, bizse açık başta yalnız mahviyet ifadesi görürüz. O, büyüğünün karşısına ihtiram zanniyle başını açarak çıkar; bizse nefsimizi küçültmek kaydiyle başımızı açabilir, iş ihtirama gelince kapatırız. Giyim, kuşam ve örtünme işinde bile dış şekiller, içimizin habercisi olmak zorundadır.
Vücudumuza lâstik eldiven gibi sımsıkı geçirilen ve altındaki şekli büsbütün açığa vuran giyim şekilleri örtü sırrına aykırı ve bazı yerlerde çıplaklıktan beter…
Azamet taslayıcı hiçbir şekil, İslâm ruhiyle bağdaştırılamaz.
Kılık ve edasında erkeğe dönen kadınla, kadına özenen erkek, hilkati tağyir (yaratılışı değiştirme) suçu altındadır ve lânetlenmişlerdir.
KURBAN
Kurban, her sene Zilhicce ayının onuncu günü (Kurban Bayramı) hali vakti yerinde olana ve zekât haddi üstündeki zengine vacip… Allah için kesilen koyun, yaşını doldurmuş olacak, hasta ve uzuvları eksik olmayacak… Koyun (koç olması tercihli) tek kişiye, sığır ve deve de 7 kişiye bedel…
Bayram namazından sonra kesilir ve adına kestirenle beraber ev halkı tarafından yenilebilir. Elbette ki, kısmen dağıtılması daha güzel…
Nezir kurbanını sahibi ve “usul ve füruğ” denilen en yakınları yiyemez. Doğrudan doğruya fakirlere mahsus…
Bir de “Akika”, asıl ismiyle “Nesika” kurbanı… Doğan çocuğun 7. veya 14. ve hattâ 21. günü, hayırlı olması dileğiyle kesilen koyun… Bu iş Hanefî mezhebinde sadece mübah… Tatbik edip etmemekte hürsünüz… (Muamele bölümü sona erdi)
İKİ HADİS (Derleyen Hidayet DİLER)
KARDEŞİNİN HAKKI
Resûlullah Aleyhisselam’a delil ve şahitleri bulunmayan iki kişi, kendilerine ait bir miras davasının halledilip hükme bağlanması için geldiler. Resûlullah onlara: “Kime, diğer kardeşinin hakkından fazla bir şey vermeye hükmedersem, sakın onu almasın. Çünkü kendisine ancak Cehennem’den bir parça verilmiş olur.” dedi.
Bu sözler üzerine, davası görülen şahısların ikisi de ağlamaya başladılar ve ikisi de birbirlerine: “Benim hakkım senin olsun.” dediler.
Bunu üzerine peygamberimiz: “Aranızda kura çektikten sonra mirasınızı ayırın. Hakkınız neyse onu da arayın. Payınıza düşeni aldıktan sonra birbirinizle helalleşin,” buyurdu. (Ebu Davut)
KULLUĞUNDAN RAZI
Peygamber Aleyhisselâm'ın mağara dostu, Hz. Ebû Bekir, varını yoğunu Allah yolunda harcamıştı. Hele Hicret zamanı harcadıkları, o zor zamanlarda müslümanların imdadına yetişmiş ve rahat bir nefes almalarını sağlamıştı.
Bir gün, Allah’ın Resulü’nün mescidinde oturmuştu. Sırtında aba benzeri bir hırka vardı. Mekke’nin en zengin ve en asil insanı olarak bilinen Hz. Ebû Bekir, bu hırkayı, sedir ağacının dikenleriyle tutturmuş, eliyle de sağını solunu kapatmaya çalışıyordu.
O sırada vahiy meleği Cebrail geldi ve peygamber Aleyhisselâ’ma şöyle bir haber getirdi: “Ey Allahın Resûlü! Allah Ebû Bekir’e selam ediyor ve diyor ki, “Ben onun kulluğundan razıyım, o da benim Rablığımdan razı mıdır?”
Peygamber efendimiz bu sözleri kendisine ulaştırdığında, o büyük insan, utancından yerin dibine geçmiş gibi oldu. Ağlamaya başladı. Güçlükle şunları söyledi:
“Ya Resûlullah, ben kimim ki Rabbimden razı olmayayım? Benim için takdir ettiği şeylerden nasıl hoşnut olmam ki?” (Taberâni)
|