Veda Berrin Akarsu Sayı:
87 - Ocak / Mart 2016
“Ben gidip yatayım artık evlât, çok uzun yoldan geldim. Hem burası gitgide kalabalıklaşıyor.” diyen tanıdık bir ses ve başımı şefkatle okşayan elin sıcaklığı ile uyandım. Başım dizinde uyuyakalmışım. Ne konuştuk ne kadar konuştuk hatırlamıyorum. Anlaşılan sükût sesi perdelemişti. “Bekle lütfen bir kez daha sarılayım sana” dedim. Onu kucakladım tüm kalbimle. İnce yapılı, narin, orta boylu ve kumraldı. Her daim takım elbise giyerdi. Yeleğinin sağ alt cebinde köstekli saati, ceketinin sol üst cebinde ise sakız gibi beyaz mendili eksik olmazdı. Kibar bir İstanbul beyefendisi, sakin ve ağırbaşlı bir Bursa efendisiydi. Ne de çok özlemişim. Sımsıkı sarılırken varlığını ruhumda hissettim. O yatmaya gidince ben de odama gidip uyumaya çalıştım. Ev ana baba günüydü. Düğün evi mi, mahşer yeri mi belli değil. Dalmışım. Sabah annemin çığlıkları ile uyandım. Gitti dedi gidivermiş! Dedem… Benimle vedalaşıp gitmişti. İçimdeki boşluğa çekildim birden. Yer çekiminden kurtulup askıda kaldığım boşluklardan defalarca kafa üstü çakıldım yeryüzüne. Yerle bir olmuştum. Aklım başımdan uçup yüreğimin girdaplarında kaybolmuştu. Sonra orada bana rastladı. Üçümüz hızını yitirmiş üç kayıp plânet gibi mavi gezegenden kopup bir karadeliğe doğru simsiyah bir gecenin içinden süzülüyorduk. Boşluk…
Dedem artık yoktu. “Nasıl bir rüya bu” dedim uyanınca anneme. “Hayra yormalı” dedi üstünde çok durmadan.
Şehir dışında üniversite okurken kaybetmiştim onu. “Seni bekledi hep. Gözleri aralıktı vedasında” dedi annem. Yetişemedim. Gittiğimde anılarla birlikte kokusu hâlâ odadaydı ama o yoktu. “Keşke son kez sarılabilseydim ona” demiştim yokluğunun ateşiyle kavrulurken.
|