Ahlâk Kürsü Kainatın Efendisi Sayı:
90 - Ekim / Aral?k 2016
(Ahlâk bahsi devamı ediyor.)
Kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Allah Sevgilisi’nin cömertlikleri de her mikyasın üstünde… Evvelâ “sehâ” denilen cömertliğin ne olduğu üstünde duralım:
O, aziz bir sıfattır ve karşılığı, yani zıddı olan sıfat hasisliktir. Menfaatinin karşılığı ve zıddı zarar olduğu gibi… Hasislik nefs sıfatındandır. Onun içindir ki Allah hasisliği nefse bağlayıp buyurmuştur:
“Onlar ki nefslerini hasislikten sakınırlar ve mal hırsı bakımından nefslerine aykırı davranırlar, iki dünyada zafer buluculardır.”
Cömertlikte “sehâ” dedikleri hal “cûd”dan üstündür. “Cûd” lâyık olandan esirgememektir. Cûd çalışmakla, iradî hareketle elde edilebilir. Fakat “Sehâ” ve zıddı olan aşırı hasislik böyle değildir; tabiî ve halkîdir. Her “Sehâ” sahibi “cûd”a maliktir, fakat her “cûd” sahibi “Sehâ”ya malik değil…
“Sehâ” odur ki herhangi bir şeyin ikram edildiği zaman gönül zevki ve şevkiyle verilmiş olsun ve asla kalbe keder girmesin… Eğer maslahat icabı verilmiş ve ihsandan zevk ve sevinç hasıl olmamış ise hareket “Cûd” sınırlarını geçemez.. “Sehâ”ya erişemez. “Sehâ” denilen meleke de hiçbir menfaat hesabı yoktur ve yalnız yüce bir ruhun tecellisi vardır.
Allah’ın Resûlü’nün nefis olan nefsleri nefsler arasında en ulvîsi olup, keremli mizaçları her bakımdan duygu, tavır ve edada insanoğlunun ufuk noktasını göstermekteydi. Böyle olunca kendilerinin, “sehâ”da da en üstün olmamaları kabil değildi.
İmam-ı Müslîm:
“Allah’ın Resûlü’nden hiçbir şey istenmemiştir ki, onu hemen bahşetmemiş olsunlar…”
Bir gün huzurlarına gelen birine koca bir sürü koyun bağışladılar. Adam kabilesine gidip haykırdı:
“M…..’e teslim olunuz! O, fakirlikten korkmayan bir insan gibi bağışlıyor!”
Ve ilâve etti:
“O şimdiye kadar benim gözümde insanların en kötüsüydü. Bana öyle bir bağışta bulundu ki, nazarımda insanlarının en iyisi oldu.”
Demek istiyordu ki:
“Sonunda korkmayarak elindeki avucundakini bağışlayan insanın Allah’a ne büyük tevekkül ve güveni olmak lazım!...”
Sözünde devam etti:
“Ben O’nun Allah ile işi olduğuna inandım ve iman getirdim. Siz de iman ediniz!”
Huneyn Gazâsında o insana 100 koyun vermişlerdi. İmam-ı Vâkıdî rivayetince Allah’ın Resulü, Huneyn Gazâsında Saffân’a bir çayır dolusu koyun ve deve bağışladı.
Bunun üzerine Saffân dedi:
“Böyle bir cömertliğe hiçbir nefs katlanamaz; ancak Peygamber nefsi katlanabilir!”
Kâinatın Fahri, Saffân’a bir defa da böyle bir ihsanda bulunmuşlardı ki, ondaki küfür marazına bundan daha tesirli ilaç olamazdı. Nitekim Saffân, bu ilâcın tesiriyle Müslüman oldu. Allah Resûlü’nün, Saffân’ı hem dünya ölçüleriyle zengin etmeleri hem de bu yoldan onu cehennem azabından korumaları ve cennete lâyık kılmaları, şefkat ve merhametlerindendir.
Hazret-i Ali, Allah’ın Resulünü vasfederken şöyle buyurmuştur.
“Halkın, eli açıklık ve doğruluktan en üstünü...”
İmam-ı Buharî’den Câbir Hazreleri:
“Allah’ın Resûlü’nden bir şey istenilip de O’nun yok dediği olmamıştır!”
İbn-i Hâcer:
“Cabir’in rivayetindeki mânâ şudur ki, Allah Resulü kendilerinde mevcut ve verilmesi caiz olan hiçbir şeye “hayır!” demezlerdi; yoksa sükût buyurulardı.”
Bir kere kendilerine 90 bin akçe getirmişlerdi. Bu parayı hasır üstüne döktüler ve taksim ettiler. Hiçbir ferdin isteği reddedilmedi. Para bitince biri geldi ve Allah’ın Resûlü’nden yardım istedi:
Buyurdular:
“Verecek şey kalmadı. Fakat sen git pazardan dilediğini al! Bir yerden geldiği zaman parasını biz öderiz!”
Hazret-i Ömer atıldı.
“Ey, Allah’ın Resulü, Allah senin elinde olmayan şeyi teklif etmedi.”
Hazret-i Ömer’in bu sözü Kâinatın Efendisine hoş gelmedi.
Ensâr topluluğundan biri araya girdi:
“Ey Allah’ın Resulü sen dilediğini bağışla ve Allah’ın sana az vermek ihtimali gibi bir kaygıya düşme!”
Allah’ın Resulü bu sözden hazzettiler, gülümsediler ve dediler:
“Bana böyle emrolundu!”
Böyle davranışların bir sırrı da insanları kendilerine yaklaştırmak ve İlâhî emirlere ısındırmaktı.
Huneyn Gazasında bir kadın gelip, Allah’ın Resûlü’nün Hevâzin topluluğu içinde geçirdiği çocukluk zamanlarını ve emdiği sütü anlatan bir şiir okudu. Bu yüzden onlardan alınan ganimeti iade ettiler ve kadına şöyle ihsanlarda bulundular ki, yükleri sayıca yüzleri geçti.
Sahih-i Buharî’den Enes Bin Mâlik rivayetine göre, Allah’ın Resûlü’ne Buhreyn mallarını getirdikleri zaman hepsinin mescide dökülmesini emrettiler. Mallar mescide döküldü. Allah Resulü namaz kılmak üzere mescide çıktılar. Asla mallara nazar etmeden mihraba girip namazı tamamladılar. Ondan sonra malın yanına oturup gördükleri her ferde ihsanda bulunmaya başladılar.
Amcaları Hazret-i Abbas şöyle rica etti:
“Allah’ın Resulü, bana da ihsanda bulun!”
Abbas’ın dilediği, maldan çokça bir şey almaktı.
Allah’ın Resulü:
“Al, yâ Abbas dilediğin gibi al!”
Buyurdular:
Hazret-i Abbas muradınca kaftanının içini doldurdu. Bir miktar malı da sırtına almak istedi. Fakat ayağa kalkamadı!
“Ey, Allah’ın Resulü, emir ver de beni arkamdan kaldırsınlar!”
Allah’ın Resulü bu teklifi kabul etmediler.
O zaman Abbas:
“Ey Allah’ın Resulü, bizzat sen kaldır!”
Diye yalvardı. Yine red…
Malı bir kısmını döküp yine aynı ricalarda bulundu:
“Emir verin kaldırsınlar!”
“Hayır!”
“Sen kaldır!”
“Hayır!”
Abbas bir kısım fire daha verip kalkabildi, boynu ve sırtı çil çil paralarla dolu çıkıp gitti!
Kâinatın Efendisi, Hazret-i Abbas’ın belirttiği hırs ve tamaha taaccüple bakıp, amcalarının ardından nazar ediyorlardı. Bahreyn ganimetlerinden bir akçe bile kalmayıp hepsi tükeninceye kadar ihsanda devam ettiler.
Bir gün Câbir Hazretleri, Allah’ın Resulünü devesine almış bir yere gidiyordu.
Allah’ın Resulü buyurdular:
“ Yâ Câbir, deveni bana sat!”
Câbir:
“Ey Allah’ın Resulü, dedi: anam babam sana feda olsun, devem senindir!”
Câbir böylelikle deveyi bağışladığını anlatmak istiyordu. Kâinatın Efendisi ısrar ettiler:
“Hayır, sat!”
Câbir de sattı. Hazret-i Bilâl, devenin parasını ödedi.
O zaman Allah’ın Resulü, Câbir’e döndüler.
“Devenin parası da kendisi de senindir! Hediyemi al!”
Bu rivayet İmam-ı Buharî İmam-ı Müslim ve başka Hadîs âlimlerinde aynen mevcuttur. Allah Resûlü’nün ellerinde mal adına ne varsa hepsini ihsan etmeleri sadece Allah içindi. Kâh kâfir ve muhtaçlara verirlerdi, kâh Allah için cihada harcarlardı ve kâh bir kimsenin gönlünü almak için sarf ederlerdi. Bunlar, İslâm’a gelmeleriyle dinin kuvvet bulacağı şahsiyetlerdi. Bu bakımdan onlar fakir olmadıkları halde sadece üstün ve İslâmî şahsiyet icabı kendilerine bol bol hediye verilir ve hatırları hoş edilirdi. Bu vasıtayla nice kimseye iman nasip oldu ve İslâm kuvvetlendi.
Kendi evlâtlarına ve yakınlarına ihsan etmektense, din uğruna böyle insanları bağlamayı tercih ederlerdi. İhsan ve bağışları o kadar bol, taşkındı ki, onu Kisrâlar ve Kayserler bile yapamazdı. Ama kendileri, muazzez nefisleri için darlık ve fakirlik üzerindeydiler. Zaman olurdu ki, bir ay müddetle evlerinde ateş yanmazdı; ve açlıktan mübarek karınlarına taş bağlarlardı.
Bir kere bir gazâda esirler getirilmişti. Hazret-i Fatıma mukaddes babasına:
“Ey Allah’ın Resulü dedi, benim hizmetçim yok! Bana bir esir ihsan et!”
Şu cevabı aldı:
“Tesbih, tahmîd ve tekbir ile uğraş! Ben sana esir bağışlayıp Suffa Ehlini aç bırakamam!”
“Suffa Ehli” dedikleri, sahabilerin, hiçbir şeye malik olmayan fakirler kadrosuydu. Yatacak ve oturacak yerleri bile yoktu. Peygamber mescidinin sofasında barınırlardı. Sahabilerin zenginleri onları alırlar, evlerine götürürler ve doyururlardı. Kâinatın Efendisi, bunlar dururken en sevgili evlâdına esir bağışlamadığına göre, hem cömertlik, hem de nefsaniyet dışı prensip ölçülerini anlayabiliriz.
İmam-ı Buharî, Sehl Bin Saad Hazretlerinden şu hikâyeyi rivayet etmiştir:
Kadının biri, Allah Resûlü’ne güzel bir hırka takdim ediyor:
“Ey Allah’ın Resulü: bu hırkayı size getirdim ki, mübarek sırtınıza geçiresiniz.”
Allah Resulü, hırkayı ihtiyaçları olduğu için onu alıp sırtlarına geçiriyorlar.
O sırada biri gelip:
“Ey Allah’ın Resulü; ne güzel hırka! Onu bana ver!” Diyor. Kâinatın Efendisi hemen hırkayı üzerlerinden çıkarıp isteyene veriyorlar.
İhsan ve zerafet derecesinin bu kadarı görülmemiştir.
Sofi taifesinin büyükleri, bu Hadîse dayanarak, müritlerin, şeyhlerinden tasavvuf libası mânâsında, hırka istemelerinin caiz olduğunu belirtmişlerdir. Nitekim, şeyhin müridlerine hırka giydirmesindeki cevaz hükmünü, Allah Resûlü’nün İmam-ı Halid’e hırka giydirmesinden çıkarmışlardır. Hasan Basri Hazretlerinin de Hazret-i Ali’den hırka giydiği rivayeti vardır. Fakat bütün bunların hepsini iddia edenler ve Allah’ın Resûlü’nün hırka giydirişindeki üslûbu sofîlerin usullerinde bambaşka gören de mevcuttur.
(Devam edecek)
|