Deveci Mustafa Bey ve Madalyası Celal Devecioğlu Sayı:
91 - Ocak / Mart 2017
Zaman 1900’lü yılların başı… Nisan 1877’de başlayan “93 Harbi”nden sonra harpte olmamış Osmanlı Devleti rahat yıllar yaşamakta. Bilecik’te Türk, Rum, Ermeni, Yahudi ve diğer unsurlar iyi geçinmekte, herkes işinde gücünde çalışmakta olduğu bir sırada rahmetli babam 22 yaşında ve Mekke Posta Müdürü olan eniştesi Hacı Mustafa Bey’in Bilecik’teki otel, han ve arazilerini işletmekte iken Ermeni vatandaşlardan üç kişi gelir. Daha önce öldüğünü babamın da bildiği bir kişinin karısının da o günlerde vefat etmiş olduğunu, yanlarındaki 15 yaş civârındaki çocuğun yetim ve öksüz kaldığını bildirirler. “Bizimkilere teslim edemeyiz, sana inanırız. Sen buna bakıp yetiştireceksin, o da sana hizmet edecek” deyip emrivâki ile ve babamın isteksizliğine rağmen bırakıp gitmişler.
Babam da çocuğu kovamamış, otelden bir oda verip elbise yaptırdıktan sonra otelin kahvehânesinde çalıştırırken babamla birlikte çocuk da alışmış, sabahları erken kalkıp, kahvehanenin ocağını yaktığı halde, bir sabah babam kalkmış çocuk meydanda yok. Başka birisini kaldırıp ocağı yaktırmışsa da canı rahat etmemiş. Acaba çocuk niye kalkmadı diye odasına gitmiş. Bir de baksın ki, Binbaşı (N… Bey) çocuğun kapısına dikilmiş, elinde kılıç, çocuğu kötü emeli için tehdit ediyor. Babam hemen binbaşının gırtlağını sıkıp, bir çelmede yere vuruyor ve iyice çiğniyor. Binbaşı bağırıyorsa da kimse duymuyor. Bir ara kurtulup kapıya doğru koşuyorsa da, açamayınca babam tekrar tekme altına alıp bir daha çiğnerken dışarıdaki çarşı esnafından bâzıları gelip binbaşıyı babamın elinden alıp kaçırıyorlar. Babam öfkesini alamamış, yakalamak için peşine düşüyor. Binbaşı elinde kılıçla kaçarken babam da onu kovalıyor. Hatta Emirler Mahallesi’nden bir kadın, üst taraftaki postahâneye mektup atmış dönerken ikisinin arasında kalıp azami derecede korkuyor ve ölünceye kadar bu olayı anlatır dururdu.
Ermeniler babamı teskin edip kahve içirdikten sonra, hemen sayfada görülen fotoğrafı çekip mensuplarına dağıtıyor ve üç adet de kendisine veriyorlar. Babamın öfkesinden benzi sararmış, boynu şişmiş ve yakasından bir düğme çözmüşler; durumu resminden belli.
Ermeniler olayı etraflıca öğrendikten sonra hemen postahâneye koşup, Cennetmekân Sultan Hamid’in kendisine durumu arz edip, “Deveci Koca Mustafa Bey olmasaydı Türkler ve Ermeniler birbirine girecekti” diye babamı azami derecede övüyorlar. Babam o zaman 22 yaşında, 1.80 boyunda; binbaşı ise 55 yaş civârında, 1.90 boyunda imiş.
Sultan Hamid Han İstanbul’da bâzı yerlere yerleştirmek için ata yurdu Bilecik, Söğüt ve çevresinden adam bulmayı düşünürken gelen telgraflar kendisini düşündürüyor. Babamı hemen almak istiyorsa da içine şüphe kaçıyor. Pek çok methettiklerine göre Ermenilerle bir ilişkisi olmasın diye düşünerek, Bilecik’e yüksek rütbeli iki sivil zabıta gönderiyor. Bu gelenlerin yaptıkları tahkikatta babamın Kayı boyundan katıksız Türk olduğu anlaşılıyor.
Sultan Hamid Han, durumu öğrendikten sonra hemen makam kapısının önünde oturan başyaveri Çakmak Hacı Mehmed’i çağırıp, “Mehmed Efendi bana Bilecik’ten dürüst, cesur bir adam lâzım; düşün bakalım!” diyor. Hacı Mehmed bâzı isimleri saydıktan sonra Pâdişah Sultan Hamid Han, “Mehmed Efendi Devecinin Koca Mustafa Bey nasıl?” deyince Yâver Hacı Mehmed, “Pâdişâhım sen onu nereden biliyorsun? O benim arkadaşım. Yirmi dört saat izin ver getireyim” diyor. Pâdişah kırk sekiz saat izinle gönderiyor.
Babama gelen Başyâver Hacı Mehmed, “Mustafa seni Pâdişah Efendimiz istiyor, herhalde ve hemen gideceğiz!” diyor. Babam şaşkınlık içinde kalıyor ve gidiyor. Pâdişah gözleri yaşararak babamı kucaklayıp, alnından defalarca öptükten sonra 3-5 gün sarayda misâfir ediyor. Ondan sonra beş ay süre ile kursa tâbi tutuyor. Konuşulabilecek kadar Fransızca öğretiyor ve daha sonra Fransız sefârethânesine teşrifatçı (hafiye) olarak yerleştiriyor. Geceleri de ahlâksızlık yuvalarını tâkip ve tespitle görevlendiriliyor ve “ben icâp edenlere emir vereceğim pek mühim gördüğün hallerde gece uyumuş dâhi olsam beni uyandırıp raporunu geceden vereceksin” diyor.
Bir müddet bu sûretle çalışmakta iken babamın sefârethânede bulunması Fransızlar’ın, İstanbul’da çalışması da ahlâksızlık yuvalarını çalıştıranların işlerine gelmediği ve çok düşman kazandığı Pâdişâh’ın mâlûmu olduğundan ve kendi yakın geleceği hakkında bir takım şüpheleri olduğu için, bir gün babamı çağırıp “Mustafa Bey, seni çok sevdim, bana çok güzel hizmet ve yardım ettin. Rabbi Teâlâ senden râzı olsun, işlerin dolayısıyla çok düşman kazandığını sen de biliyorsun, benim yüzümden başına kötü bir hal gelmesin diye ve kıyamadığımdan seni Samsun Postahânesine tâyin ettirdim. Selâmetle gidip başarılar gösteresin.” Deyip aşağıda resmi bulunan madalyayı veriyor.
Madalyanın yüzünde Osmanlı Arması, arkasında “Liyâkat madalyası, sadâkat ve şecaat ibraz edenlere mahsustur 1308” yazılı. Mânâsı ise, Pâdişâh’a gönülden bağlı olup korunması hususunda yiğitlik gösterenlerin hak ettikleri ve lâyık oldukları madalya demek oluyor.
Allah ikisine de rahmet eylesin. (Kardelen; Yıl: 8 Sayı: 24, Ocak/Mart 2000)
|