Hamd ve şükür... Dergi Editörü Sayı:
92 -
GELİR
…
Hasretle beklenen gelir mutlaka;
Sultan fikir, şanlı otağa gelir.
Yırtılır güneşin kapkara zarı,
Dünyamız yepyeni bir çağa gelir.
Füzeler kağnıya döner ve nöbet,
Işıktan da hızlı Burağa gelir.
Gökyüzü, yeryüzü, helâlleşirler,
Nur, kaçtığı yerden toprağa gelir.
Birleşir, kupkuru dalla yanık kök,
Yemyeşil bir ışık, yaprağa gelir.
Kal’anın burcunda çakar işaret;
Millet, dalga dalga bayrağa gelir.
Ulu Hakan Abdülhâmid Han’ı ele aldığımız 91. Sayımızın sohbetinde, ekmek gibi, su gibi, güneş gibi hayatı yaşanır kılan her ne varsa en az onlar kadar “fikir kahramanı”na ihtiyaç duyduğumuzu belirtmiş ve Ulu Hakan’da fikir kahramanına olan ihtiyacımızın, devlet reisindeki yansımasını gördüğümüzü söylemiştik. Sohbetimizin sonunda da bir sonraki sayıda “fikir kahramanımız” Üstad’ı ele alacağımızı ilân etmiştik. İşte şimdi o sayıyla karşınızdayız. Bize, 34. Sayımızdan sonra bir kere daha Üstad’a dair dergi hazırlama imkânını bahşeden Allah’a hamd ederiz…
Mekkeli müşrik o güne kadar yok saydığı, önemsemediği, küçük gördüğü, başını hemen ezeceğini zannettiği dâvânın yani İslâm’ın, artık bir güç olarak karşısına dikildiğini fark ettiği anda kendi muvazeneci, menfaatçi, pazarlıkçı karakteri icabı O’na (sav) dâvâsından dönmesi karşılığında içinde paranın, iktidarın, kadının olduğu dünyaları vermeyi teklif etti. Elbette ki “en büyük dâvânın en büyük lideri” (sav) bu teklifi kabul etmeyecekti. Bu vesileyle mübarek dudaklardan dökülen cümle, kıyamete kadar yaşayacak bir ölçüyü de insanlığa kazandırmış oldu:
–Bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz davamdan dönmem!..
Bu ölçü karşısında geceler kadar susmak, ummanlar kadar derinleşmek veya kütüphaneler dolusu konuşmak sizin tercihiniz...
Akıp giden hayatın içinde öyle bir an olur ki; duyduğunuz bir ses, gördüğünüz bir şekil, burnunuza gelen bir koku, sizi bulunduğunuz zaman ve mekândan alır başka yerlere götürür. Hatıralarınız arasında kilitli kalmış bir yerlerin kapısı açılıverir ve geçmişte kalan o an bütün çıplaklığıyla, en ince ayrıntısına kadar önünüze seriliverir. Âdetâ yeniden hissedersiniz o an’ı. Etkisinden kurtulup eski hayatınıza avdet ettiğinizde ise artık bir şeyler değişmiştir iç dünyanızda, her şey daha farklı gözükmeye başlar...
Dâvâ ve dâvâsına sahip çıkan adam, öyle hâkim bir renk, öyle hâkim bir ses, öyle hâkim bir koku ki onu ve dâvâsını bir kez, bir anlığına görmek, duymak, hissetmek bile hayatınızın bir an’ında sizi kendisine çekmeye ve iç muhasebesi yaptırmaya yetiyor... Aslında dâvâ adamının şahsında kader, sizi hesaba çekiyor. Onu bilene, duyana, görene kadar ne yaptığınız ve yapmadığınız sizin meseleniz ama mademki artık onu bildiniz, gördünüz, duydunuz bundan sonraki hayatınızı yeniden ona göre şekillendirmek mecburiyetindesiniz. Görüşlerini kabul et veya etme ama kabul ederken de itiraz ederken de dâvâ adamı hayatınızın merkezine yerleşmiştir artık.
Üstad, Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber’in (sav) koyduğu ölçü üzerinde, İslâm’ın 15. Asrında bize lütfedilmiş hâkim bir renk, hâkim bir ses, hâkim bir koku… Dâvâ adamı, fikir kahramanı ve şair…
“Öyle bir noktaya gidiliyor ki… Kendinizi tarafsız görüyorsanız, onunla art niyetsiz olarak yüzleşmedikçe; düşman görüyorsanız kıyasıya hesaplaşmadıkça; dostsanız ve fikir birliği içindeyseniz, eserlerini gönülden kavrayıp ona göre derin nefs muhasebenizi yapmadıkça hiçbir sahada, iyi veya kötü, cemiyetin bütününü kucaklayacak faaliyet mümkün olmayacaktır.” (Durun Kalabalıklar, Ali Erdal)
Allahım senin şahitliğine sığınıyorum. Gönlümüzden geçenleri biliyorsun. Üstad hakkında çok şey söylemek arzumu yanlış bir şey kaleme alırım duygusuyla frenliyorum. Bütün incelikleri, ölçüleri biz O’ndan öğrendik, öğrenmeye devam ediyoruz.
Sana hamd ve şükür…
O’nun bize öğrettiği Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber’e gönül dolusu salât ve selâm…
O’nun bize öğrettiği bütün sahabe ve tabiine selâm…
O’nun bize öğrettiği bu yolun bütün büyüklerine selâm, tazim ve hürmet…
O’nu bize öğretenlere dua…
O’na ve bize rahmet…
İyi okumalar…
|