Bir mısra, bir söz kabilinden Mehmet Hasret Sayı:
92 -
1-“bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur”… (NFK, Çile, 26. Basım, Aralık 1995, sayfa 20)
Çer çöpü yolumuzdan kaldıralım; dünyada acı varsa hepsi çöp gibi, posa gibi halimizden; o sebeple, yankı çöplerini, görüntü çöplerini, zımparadan dokunuş çöplerini, maddeleşmiş çöp kokularını, havada uçuşan vitrinlik leşleri, petrol alevinden gaz haline gelmiş eşyaları ve elbiseleri manzaramızdan bir bir kaldıralım…
Gökleri kurcalayan bir akılla, uzuvlarımızı gök haritalarının üzerine serelim, dünyayı o ele avuca sığmaz bünyeden öylece seyredelim, öylece hissedelim…
Bilinmezin kovasında sallanan aklımız, sonsuzluğun küpeştesinde kendine kalemden ve kâğıttan gölgeler arasın… Bir hattât nizamı arasın… Seni arasın, ey Rabbim; Sen ki, O sonsuz kudret sahibi meşhursun; “veraların verasında, onun da verasında” bilinmezsin…
Pergelimiz yok, cetvelimiz yok; arşınımız yok; karışlarımız, hayata karşı duruşumuzu ve aldığımız tavırları, bile ölçemez halde…
Bir saklı hazine peşindeyiz, kayıbız, cilt cilt kayıbız, cümle kalabalığında, kelime suretinde kayıbız; Sen’in lütfun olmasa Rabbim, biz daima ziyandayız…
2-“Ölüler yaşıyor, anlar yaşıyor, bütün hisler, fikirler, heyecanlar, fezada, aklın gidemeyeceği kadar uzak ve başka iklimde ve muallâkta, dumandan buz haline geçmiş billûr ve sivri kayalıklar şeklinde yaşıyor, her şey yaşıyor…” (NFK, Hikâyelerim, 11. Basım, Şubat 2001, sayfa 15)
Yerin kulağı var, her şey yaşıyor, bizde nasıl bir can varsa, eşyada da zikreden bir can var; her şey O’nu zikrediyor…
Var yokta devam ediyor; yokluk varlığı özlüyor; nasıl “asıl hayat burada olmayan”sa, duygularımız, görgülerimiz, fikirlerimiz, ilmî ve sanata bağlı etraflarımız, “burada olmayan”ın gizli süsünü, hakikat ikliminin hoş kokusunu taşıyor üzerlerinde…
Her şey, bir hafakan halinde eşyayı fetihle başlıyor…
3-“HUSREV-…Hayat, beklenmediklerle doludur. Şimdi şu tavan çöker ve hepimiz altında kalabiliriz. Hiç de olmaz demem. Hiç de hayret etmem. Ne bileyim, her şey olabilir. Her zaman beynimi tırmalamış bir misal hatırlarım. Bakın nasıl! Meselâ bir gün, Eminönü meydanında bir otomobil bir adamı çiğner. Hadisenin on dakika evveline gidelim. … Meselâ adam, … riyaziyesi vardır.
NEVZAT- Sen âdetâ kadere inanıyorsun!..
HUSREV- Kadere inanıyor muyum, onu siz keşfedin! Fakat hayatın gizli bir şuuru olduğuna inanmak istiyorum. Öyle bir şuur ki, kendisini, yok gösterecek kadar gizleyebilmiştir…” (NFK, Bir Adam Yaratmak, 27. Basım, Şubat 2010, sayfalar 44-45)
Yolda yürürken adımlarımdaki şuur nerede… Her şeyi bir boşluk kemiriyor, fanilik…
Bir iskeletim var ki, ayakta duruyorum; yoksa etten elbisemi nasıl taşırım; şu kafatasının tuttuğu çiçek buharından sima; buna bir gizli şuur ifadesi veren ne, (Yürüyen Kur’ân) olma cehdinin eşrefliği mi…
Şuuru olmayan hayatı üzerimden silmek istiyorum…
Şuur, şiir gibiyse, fazla söze gerek yok, oradaki ilim ele gelmez; sadece yaşanır…
“BİZCE ŞİİR, MUTLAK HAKİKATİ ARAMA İŞİDİR…
…
MUTLAK HAKİKAT ALLAH’TIR…” (NFK, Poetika-Çile, 26. Basım, Aralık 1995, sayfalar 473-474)
|