Peşin hükümler Cahit Ay Sayı:
92 -
Cumhuriyet devri Türk şiirine damgasını vurmuş iki şair: Necip Fazıl ve Nazım Hikmet… Günümüz insanının anlamadan, samimiyetini ölçmeden, dâvalarını ve zekâlarını görmeden, kendinden olmayana önyargı ile davranışından onlar da nasibini almışlar.
Bir yanda İslâmcı geçinen ama inceliklerinden mahrum, İslâm’ı su katılmadık yobazlıkla ele alan ve sırf İslâm dediği için Necip Fazıl’ı öven, eserlerini anlamak ve çilesini görmek gayretine girmeyenler… Ve onların tabiriyle şiirin “ş” sinden haberi olmayan, eserlerinin düzyazıdan bir farkı bulunmayan, hayatı boyunca bir işe yaramamış Nazım Hikmet…
Öte yandan zaten yanlış olan dâvalarını, onun fikir adamları Marks ve Lenin’den okuyup yapılmak isteneni anlamak ve sözde esaslarla kurulmuş sistemlerin analizlerini çıkarmak kabiliyetinden yoksun olanlar ve Nazım Hikmet’i “komünizm” dediği için destekleyenler… Zaten sakat olan dâvâlarının, daha da sakatlanmışını desteklemek ne gaflet!.. Ve bu sefer, bunların tabiriyle yobaz, işi gücü bir takım kelime oyunlarıyla insanların kafalarını bulandırmak olan lâf ebesi, gerici Necip Fazıl…
Şunu anlamak gerekir ki, bir insan öncelikle dâvâsında samimi olmalı ve onun çilesini çekmelidir. Hangi dâvâya gönül vermiş olursa olsun insan, samimiyeti ölçüsünde değer kazanır. Yanlış dâvâda bile olsa, inanmış bir insanı takdir etmek gerekir. Zira oldukları gibi görünmeyenler ve göründükleri gibi olmayanlar daha tehlikelidir.
Nazım Hikmet’e mahkemede soruyorlar:
–Komünist misin?..
Cevap veriyor:
–Topuğumdan saçıma kadar!
İşte dâvâsına inanmış olmanın en açık delili…
Hasan Ali Yücel, Necip Fazıl’a diyor ki, “Akademideki hocalığınızla Büyük Doğu’dan birini seçmenizi ihtar ederim!” Necip Fazıl’ın cevabı: “Elli kişilik bir sınıftansa, bütün vatana hitap edici kürsüyü, yani Büyük Doğu’yu seçtiğimi ihtarınıza karşı ihtar ederim.”
İşte dâvâsına inanmış olmanın en açık delili…
“Nazım şuydu, buydu; hususiyle benim gözümde kurgulu bir robot, muhteşem bir ahmaktan başka bir şey değildi ama inanmış adamdı. Bu bakımdan samimiydi ve inancının kahramanıydı. Nazım Hikmet, hakikatleri olduğu gibi görmek lâzım, bir şiir kumaşına sahip bir insandı. O usta bir tebliğciydi, bir şiir nefesi vardı.”
Necip Fazıl
“Benim rejimim olsa seni asardım. Ama inanmış olmanın haysiyetini ve sanatta ‘eski’nin en yükseği olmandaki değeri inkâr etmezdim.”
Nazım Hikmet
İşte iki şairin birbirlerinin haklarını teslim etmeleri… Onlar bu düşüncedeyken, yollarını takip ettiklerini söyleyenlerin karşı dâvâ şairini beş para etmez görmeleri ne büyük tezat.
Kimsenin iddia etme hakkı yoktur ki, Nazım Hikmet, Türk geleneklerini tamamiyle inkâr eden bir şair olsun. Onun savunduğu komünizme göre din yok, madde üstü inanış yok, aile yok… Buna rağmen, “yârin yanağından gayrı paylaşmak için her şeyi” diyen bir şaire karşı bu iddia ne kadar tutarlı olur?
“Çekilmez bir adam oldum yine: uykusuz, aksi, nâlet.
Yine her seferki gibi haksızım.
Sebep yok, olması da imkânsız.
Bu yaptığım iş ayıp, rezalet.
Fakat elimde değil.
Seni kıskanıyorum beni affet…”
Diyen şaire karşı bu iddia ne kadar tutarlı olur?
Meselemiz Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’le sınırlı kalmıyor. Çünkü düşünüp değerlendiremeyen bir toplum haline getirilişimiz sebebiyle hemen hemen her konuda bize gösterildiği gibi kabul ediyor ve başkalarının aşılamalarıyla karar veriyoruz. Bundan kurtulmak, nasıl, niçin sorularını kendimize sormaya başladığımız ve cevaplarını bulmak için kafa patlattığımız zaman mümkün olacaktır.
Yiğidi öldürelim ama hakkını teslim edelim. Edebiyat, “edeb” den, yani sınırları tam ve doğru çizmekten gelir…
|