Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3225 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

Tasavvuf: insanı olgunlaştırma sanatı
Site Editörü

  Sayı: 95 -

Ağzımıza attığımız bir meyve daha tam olmamışsa, yüzümüzü ekşiterek “bu daha olgunlaşmamış” deriz. Ham meyve sert olur, tadı oturmamıştır, ağızda kekremsi bir tat bırakır. Adı üstünde hamdır, olgunlaşması için güneş, su, topraktan alacağı mineraller, hava ve en önemlisi zamana ihtiyacı vardır.

Yazı için kalemi elinize aldığınızda da -bakmayın kalem dediğime, bilgisayar başına geçtiğimiz zaman demek lazım- ilk yazdığınız cümleler, muhtemeldir ki yazının son halinde yer almazlar veya değişirler. Cümleler de olgunlaşırlar. Hattâ, kalemi elinize almadan önce, birikiminize göre zihninizde konunun olgunlaşması da bir zaman alır.

İnsan da böyledir. İnsanın da olgunu makbuldür, hamı makbul değildir. Daha doğru ifade ile insanın kâmil olanı makbuldür, kemâlat sahibi olanı. Ama insanın meyveden bir farkı vardır. Meyvelerin kısmı küllisi güneş, hava, su gibi kaynaklarla beslendikleri zaman olgunlaşırlar. Onların olgunlaşması demek, yaratılma gayeleri olan, başta insanlar olmak üzere kurda, kuşa besin olmaya hazır hale gelmeleri demektir. Ama insanın sadece yaşayarak, dert çekerek, başına çeşitli belalar gelmesi ile olgunlaşması hemen hemen imkânsızdır. İnsanın kâmil hale gelmesi başına gelenlerle değil bunlara karşı nasıl bir davranış sergilediği ile ilgilidir. Meyvelerde olduğu gibi insanın da gayesi vardır, bu gaye kâmil bir mümin olarak Rabbine ulaşmaktır.

Tasavvufun birçok tanımı var. Bendenizin bu tanımlardan çıkardığım özet şudur: “tasavvuf, insanı olgunlaştırma sanatıdır”. Bu sanatın uygulandığı döneme seyr-i sülûk denir. Kişi sülûkunu tamama erdirirse olgun insan yani “insân-ı kâmil” olur. Bu yolda öğretmeni yine bir “insân-ı kâmildir”.

Bugün bu kâmil hâl uzak diyarlardaki bir hayal olarak görülüyor. Tasavvuf deyince akla keramet içeren menkıbeler, sema eden Mevlevî dervişleri geliyor. O kerametleri şimdilik bir kenara bırakalım, dervişler de dönedursunlar, biz sadece biraz olgunlaşalım, biraz incelelim, yeter. Zamanımızın insân-ı kâmillerinden biri böyle tarif etmişti tasavvufu: “Müslümanlık ince insanlıktır, dervişlik ince müslümanlık…” Biz önce ince insan olalım, sonrasına bakarız. Misal evden, özellikle camiden çıkarken ayakkabıları “paatttt” diye yukarıdan gürültü ve toz çıkaracak şekilde yere atmayalım, güzelce yere koyalım. Veya abdest aldığımız sırada ağzımızı ve burnumuzu temizlerken etrafımızdakileri rahatsız edecek şekilde -çok afedersiniz- sümkürmeyelim, tükürmeyelim. Bunları yaparsak, belki dervişlerin her varlık Efendimiz’in nurundan yaratılmıştır diye yatmadan önce yastıklarını, giymeden önce ceketlerini, içindeki su veya çayı içmeden önce bardaklarını öpmesi gibi biz de her şeyde o Nûr-u Muhammedîyi görüyormuş gibi hareket ederiz ama önce ince insan olmamız lazım.

Büyükler buyurmuşlar ki, Efendimiz’in kâli yani sözü şeriat, hâli yani davranışları tarikattır. Efendimiz’in hayatını bilmek bu incelikleri öğrenmek için ilk yapılması gereken şeydir. (Bu cümleyi en başta kendi nefsime söylüyorum elbette) Böylece tasavvufun aslında bir lokma bir hırka olmadığını, Efendimiz’in yed-i mübarekleri ile yetim başı okşadığı gibi aynı eli ile kılıç da salladığını da öğrenebiliriz. Bir yandan kendisi ile konuşana bütün vücudu ile dönen, üstelik karşısındakini hiç sözünü kesmeden dinleyen -mutlak olarak- âlemdeki tek insân-ı kâmilden insanlara karşı nasıl davranmamız gerektiği inceliğini öğrenirken, bir yandan da kendisi hakkında hakaretâmiz şiirler yazan bir şairin katlini emir buyurarak böyle bir durumdaki haddin ne olduğunu da öğrenmiş oluruz.

Bugün tasavvufun birçokları tarafından sadece hoşgörü, bir lokma bir hırka, bir yanağına vurana diğer yanağını uzatmak olarak algılanması tasavvuf mektepleri olan tekkelerin 1925’de kapatılması sonrasında ortaya çıkan ihtiyacın, nâlayık kişiler ve kurumlar tarafından doldurulmaya çalışılmasındandır. İşin aslını ancak gerçek insân-ı kâmillerden öğrenmek mümkündür. Diyeceksiniz ki, bu devirde nerede bulacağız böyle bir insan-ı kâmili? 

Bendeniz buna cevap veremem ama derler ki “aramakla bulunmaz, bulanlar arayanlardır”


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
Tevhid yoksa huzur da yok... - Sayı 122
Anlam peşinde... - Sayı 121
Zor zamanların cesur sesi... - Sayı 120
Sosyal medyanın gücü... - Sayı 119
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Kalem, İlahi Kelam’ın yazılmasına ve yayılmasına, yani insanın iki dünyasının da saadetle olmasına vasıta oluyor.
Kalem, insanın iki dünyasını da mahveden bâtıl fikirlerin yazılmasına ve yayılmasına alet edilebiliyor…
Kalemle kazığın şekil olarak birbirine benzemesini bir inceliğe işaret olarak göremez misiniz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
Öz musikimizin piri: Mustafa Itrî Efendi
Tevhid yoksa huzur da yok
Gülerek günah işleyen ağlayarak cehennem
İranın neye ihtiyacı var?


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14503060
 Bugün : 3213
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 628841
 Bugün : 54
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 60
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim