Kudüsü tefekkür Dergi Editörü Sayı:
96 -
Türkçe’ye “Milyoner” olarak tercüme edilen bir Hint filmi “Slumdog Millionaire”… Cemal Malik isimli genç kahramanının, “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasından büyük ödülü kazanmasını konu edinen, kaç defa izlediğimi unuttuğum ama her seferinde ayrı bir keyif aldığım bol Oscar’lı bir eser. Sıradan insanların, sıradan hayatlarının da aslında ne harikuladelikler taşıdığını hissettiren, yarışma sorularının her birinin Cemal’in hayatının bir köşesinden cevaplanmasıyla da kader bahsine dikkat çeken sıcacık bir film… Cemal’inki gibi ne sırlar taşıyor hayatımız. Gökte, yerde inanmak için mucizeler arayan bir cemiyette, anlayabilene aşk olsun…
80 ihtilalinden birkaç yıl sonra okula başladığıma göre az sonra anlatacaklarımı izlediğimde henüz ilkokul çağında olmam gerek. İhtilalin estirdiği sam yelinin etkisiyle fikirden uzak, magazin ikliminin hayata hâkim kılınmaya başladığı yıllar. Tek kanallı siyah beyaz televizyonun suya sabuna dokunmayan haber bülteninde bir görüntü: Bir tepenin yamacında her türlü teçhizatla donanımlı iki asker, aralarına aldıkları bir gence ellerindeki taşlarla vuruyorlar. Hem de ne vurmak, sırtına, kollarına, başına.
İnsafsızca ve öldüresiye. Evde bir infial… Peki, bu genç ve ona bu aşağılık muameleyi yapanlar kimmiş? Kemikleri kırılana kadar öldüresiye dövülen genç bir Filistinli, vuranlar da İsrail askeri. Habere kulak kesiliyoruz, gencin ne kabahati, suçu varmış ki bu muameleye maruz kalmış. Öğreniyoruz ki tek kabahati, suçu Filistinli bir Müslüman olması. Vatanı için önüne çıkan işgalcilerin tankına taş atmış… Çocuk dünyamda kabaran öfkemin şiddetini şimdi bile kaleme almakta zorlanıyorum…
Kudüs mevzuu, 96. Sayı konusu ilân edilince uzun bir müddet düşündüm. En az iki yazı kaleme almam gereken konu hakkında ne biliyorum da ne yazacağım… İlk kanaatim; ne kadar da az şey biliyorum Kudüs hakkında oldu… Hayır dedim zaman geçtikçe, bu kanaatim yanlış. Ne kadar da az fark ediyorum bildiğimi zannettiklerimi. Hayır, hayır dedim, bir müddet daha düşündükten sonra, bu da doğru değil, asıl önemlisi ne kadar da az tefekkür ediyorum bildiğimi zannettiklerim hakkında. Oysaki hemen ilk akla gelenlere bakın; ilk kıble, Mirac’a durak, peygamberler yurdu, hakkındaki âyetler, ziyareti ve orada kılınacak namazı tavsiye eden hadisler… Az şey mi bunlar…
Yukarıda bahsi geçen Hint filminin kahramanı gibi kırklı yaşlarında bir Müslüman olarak geriye dönüp baktığımda bazı meseleler üzerinde ancak bugün tefekkür edebiliyor, o günkü sorularıma ancak bugün cevap bulabiliyorum. İki şehir, iki büyük acı unutulmuyor. Çocukluk hafızamda derin izler bırakan Kudüs, gençlik çağlarımızın derin acısı Bosna. Bu iki şehrin, bilinçaltımızda bıraktığı tek duygu var maalesef; öfke. Sadece Müslüman oldukları için uğradıkları zulme ve o zulmü yapanlara duyulan öfke.
Öfkemiz o kadar büyük ki tefekkürümüzün önüne geçmiş. Bu sayı vesilesiyle Kudüs’ü ele almasaydık geçmişten gelen öfkemi yenip üzerinde tefekkür edebilir miydim, bilemiyorum.
İmân öfkesine evet. Ama o da sınırlar içinde. Düşününce nice yönlerden ele alınıp faydalı olunacak bir meseleyi duygulara feda etmeden…
Kardelen olarak bu sayıda Kudüs’ü ele aldık. İlk kıblemizi, Mirac’ın durak yerini, Allah’ın âyetlerinin, Resülü’nün hadislerinin muhatabı mukaddes beldeyi. Camisini, okulunu aydınlatan kandillerinin içindeki zeytinyağı olmak arzusuyla tefekkür ettik.
Takdirlerinize sunuyoruz…
İyi okumalar…
|