Prof. Dr. Ömer Faruk Harman Röportajı Yavuz Sert Sayı:
96 -
Kudüs deyince ülkemizde ilk akla gelen isimlerin başında gelen hemşehrimiz, Prof. Dr. Ömer Faruk Harman Hocamız ile Kudüs’ün tarihini, şehrin yahudiler açısından önemini ve müslümanların Kudüs dâvâsını konuştuk.
–Yahudilere müslümanlar zalim ve lânetli kavim derken onlar kendilerine seçilmiş ümmet diyorlar. Peki Kur'ân-ı Kerîm ve diğer kutsal kitaplara göre Allahu Tealâ yahudilere nasıl bakıyor?
–Cenâb-ı Hakk'ın belirli bir ırkı veya kavmi ilâ yevmil kıyâme lânetlemiş olması ilâhî adaletle bağdaşmaz. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyruluyor: “Allah katında en üstününüz takva noktasında Allah'a en yakın, en mut-taki olanınızdır.” Lânetlenmiş olmak için bir ırka mensub olmak değil ilâhî kurallara emirlere uyup uymamak önemlidir.
Yahudi kutsal kitabında Tanrı, İsrailoğulları’nı kendisine has kavim, seçilmiş millet olarak takdim ediyor. Yahudi inancına göre Tevrat kutsallar kutsalıdır, Tanrı evreni yaratmadan Tevrat'ı yaratmış ve bu yarattığı Tevrat evreni yaratırken Tanrı'ya danışmanlık yapmıştır. Tanrı Tevrat'ı bütün milletlere teklif etmiş, hiçbiri kabul etmemiş İsrailoğulları kabul etmiştir. Tevrat'ı kabul etmek hem çok büyük bir şeref hem çok büyük bir sorumluluk gerektiriyor. Yahudi bu inancından hareketle “Tevrat bize verildi, Tevrat son derece kutsal bir kitap, biz Tanrının seçkin kavmiyiz” diyor.
Tanrı ise bugünkü Tevrat'ta, “siz benim emirlerime, şeriatime uyarsanız, bana has kavim olacaksınız, mil-letler arasında benim kavmim sadece siz olacaksınız” diyor. Seçilmiş millet inancı Tevrat'a göre İsrailoğulla-rı’nın Tevrat'a muhatap olmaları, Tevrat’ın kendilerine verilmiş olması, öteki milletlere kitap verilmezken kendilerine kitabın verilmesi ve içlerinden peygamberlerin çıkmasıdır.
Kur'ân-ı Kerîm'e bakacak olursak Mekke dönemi âyetlerinde İsrailoğulları’na çağrıda bulunulmuştur: “Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimeti ve vaktiyle sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.” Âlemlere üstün kılınış verilen nimetlere bağlı olan bir üstünlüktür. Bu nimet biraz önce söylediğimiz gibi Tevrat'tı. Diğer bir âyet-i kerîme şöyledir: “Tevratı biz indirdik, onda hidayet ve nur vardır." Bu ilâhî kitap İsrailoğulları’na verilmiştir. Kur'ân'da "Biz Davud'a Zebur'u verdik" âyeti de vardır. Zebur kitabında şer’i hükümler yoktur, Zebur kitabı Cenâb-ı Hakk’a yönelik yakarışlardan, yalvarışlardan, münacaatlardan oluşuyor. Hz. Davud da İsrailoğulları içinden çıkmıştır.
Ancak yahudiler için Hz. Davud ve Hz. Süleyman, onların söylemleri ile David ve Şalome kraldırlar, pey-gamber değildirler. Bize göre ise hem Hz. Davud hem Hz. Süleyman kendilerinde hükümdarlık ve nübüvvet cem olmuş iki önemli şahsiyettir. Hattâ Yahudi kutsal kitabı Tevrat’ta Hz. Davud'a bir takım olumsuzluklar isnad edilir. Yahudi kutsal kitabına göre Hz. Davud, Orya adlı bir askerin hanımı ile, asker cephede iken zina eder. Sonra da cepheden askeri çağırır, eline bir mektup verir, bunu ordu komutanına ver der. Mektupta komutana hitaben, bu adamı savaşın en kızgın safhasında ön safa sür ki ölsün, yazılıdır. Adam orada ölür, Hz. Davud da kadın ile evlenir. Tevrat'a göre Hz. Davud zina ile itham edilmektedir. Oğlu Hz. Süleyman'ın bin karısı vardır, yedi yüzü kral kızı, üç yüz de cariye... Hz. Süleyman ahir ömründe putperest hanımlarının arzularına uyarak putlara kurban kesmiştir. Yahudinin kendi krallarına bakışı bu şekildedir.
Halbuki bizim kitabımızda Hz. Davud, Savt-ı Dâvud yani sesinin gür oluşu, Zebur'u gür sesi ile okuyuşu, savm-ı Dâvud orucu, kral olmasına rağmen kendi el emeği ile yani zırh yapıp onu satarak geçinmesi, Allah'a karşı takvası, saygısı gibi nitelikleri ile öne çıkan bir peygamberdir. Zina gibi Hz. Âdem’den beri yasak olan bir fiil ile bırakın irtibatlı olmayı, onun semtine bile uğramamıştır. Hz. Davud'a hakettiği yeri veren Kur'ân'dır, müslümanlıktır.
Hz. Süleyman dönemi İsrail tarihinde en müreffeh dönemdir. Emrinde cinlerden ordusu var. Cinlerden ordusu derken cin yabancı anlamına da gelmektedir. Mâbedin inşaasında Fenikeli işçiler çalışmıştır. Hz. Sü-leyman'a bir de hikmet verilmiştir. Ekin tarlasına giren bir sürünün verdiği zarar ile ilgili çözüm, iki kadının çocuğu sahiplenmesi meselesi gibi çözümleri ünlüdür. Yani Kur'ân, Hz. Davud ve Hz. Süleyman'a peygam-ber olmalarının gerektirdiği o nezih statüyü sağlar ve muhafaza ederken yahudi kutsal kitabı onları sıradan-laştırmaktadır. Zaten yahudiler peygamberlerini sıradanlaştırıyorlar. Hristiyanlar ise sevgide çok aşırı giderek ilâhlaştırıyorlar. Halbuki İslâm ümmeti ne sıradanlaştırma ne ilâhlaştırma yapar. Peygamberimizi çok severiz ama onu ne sıradan bir insanmış gibi pespayeleştiririz, ne de sevgide aşırı gidip ilâhlaştırırız. Zaten Efendi-miz "ben de sizin gibi bir insanım, ne var ki bana vahyolunuyor" diyerek hududu çizmiştir.
İsrailoğullarının seçilmişliği onlara Tevrat'ın verilmesi ve içlerinden pek çok peygamberin çıkmış olmasıy-dı. Burada bir yanlış anlamayı önlemek lâzım. Kur'ân-ı Kerîm'de adı açık zikredilen yirmi beş peygamber var, bu peygamberlerin kâhir ekseriyeti İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerdir. Yalnız bu bizi tarihte pey-gamberlik sadece İsrailoğulları’na gönderilmiştir gibi bir yanlışa götürmemelidir. Cenâb-ı Hâk Kur'ân-ı Ke-rim'de "Elçi göndermediğimiz hiçbir kavme azap etmeyiz" buyurmak suretiyle her kavme doğru nedir, kötü nedir, öğretici, anlatıcı birilerini gönderiyor ki ondan sonra uyulmasını istiyor. Peki niye Kur'ân-ı Kerîm sa-dece İsrailoğulları’na gelen peygamberlerden bahsetti? Milâdî yedinci yüzyılda Hindistan var, Budizm var, Şintoizm var, başka dinler var. Çünkü Kur'ân-ı Kerim öncelikle muhatap kitlenin bilgi birikimi ve kültür hazinesindeki bilgileri kullanarak o kıssalardan hisse alınmasını istiyor. Kur'ân’ın amacı tarih yazmak değil. “Vaktiyle şöyle oldu, şu itaat etmedi, şu cezaya çarptırıldı. Ey Hz. Muhammed'in muhatabı olan insanlar, bakın görün siz de..." Veya “Hz Nuh o kadar sene kavmi ile uğraştı, yola gelmediler. Ey Resûlum, sen de kavminle uğraşıyorsun, inanmayan var, sana engel olan var, ama sabret" gibi kıssalar önemlidir.
–Yahudi tarihine bakıldığında sürekli bir yerlerden kovulduklarını, göç ettiklerini görüyoruz. Çoğu zaman onlar da mazlum oldular diyebilir miyiz?
–İsrail kelimesi ilk defa Hz. Yakup'un ikinci adı veya lâkabı olarak kullanılmıştır. Hz. Yakup, Hz. İbra-him'in torunu. Hz. İbrahim'in ikinci oğlu İshak, onun oğlu Yakup. Hz. Yakup’un yani İsrail'in dört hanı-mından olan on iki oğluna da İsrailoğulları deniyor. Hz Musa, Hz. Yakup'un bu on iki oğlundan Levi'nin soyundan gelmektedir. Hz. Musa’ya ilâhî kitap Tevrat verilmiştir ve Hz. Musa'nın tebliğ ettiği din Hz. Mu-sa'dan altı asır kadar sonra yahudilik adını almıştır. Çünkü Hz. Musa'dan sonra vaadedilmiş topraklara Hz. Musa girememiştir, İsrail'in on iki kabilesi girmiştir. Birkaç asır süren bir mücadeleden sonra Hz. Davud'un Kudüs'ü alması ile devletin merkezi Kudüs oluyor ve on iki kabile Filistin coğrafyasına yerleşiyor. Kuzeyde İsrail, on kabile, güneyde Kudüs merkez olmak üzere, Yahuda bölgesinde iki kabile yerleşiyorlar.
İsrailoğulları Hz. Davud ile yerleşik hayata geçmişlerdir ve milâttan önce bin üç yılında Kudüs başkent olmuştur. Kuzeydeki kabileler ve güneydeki kabileler birleşip tek devlet yani İsrail devletini oluşturmuşlardır. Bu devletin ilk kralı Saul’dur, Kur'ân'da Tâlût diye geçer ama hakiki ilk kralı Hz. Davud'dur, ikinci kralı Hz. Süleyman’dır. Hz. Süleyman'ın milâttan önce 930 yılında vefatından sonra ülke ikiye bölünür, kuzeyde baş-kenti Samiriyye olan İsrail krallığı kurulur, güneyde başkenti Kudüs olan Yahuda krallığı... İsrail krallığı 722'ye kadar bağımsız kalmıştır, milâttan önce 722'de Âsurlular tarafından yıkılmış, yahudiler Asur topraklarına sürülmüş, Asur topraklarından insanlar da Kuzey Filistin'e yerleştirilmişlerdir. Güneydeki Yahuda krallığı milâttan önce 587 yılına kadar ayakta kalmıştır. 587 yılında Babil kralı Buhtunnasır, Nebukadnezar’dır asıl adı, bu krallığı yıkmıştır, Kudüs'ü yakmış yıkmıştır, bu yıkımda Süleyman mâbedi de yıkılmıştır. Yahudilerin bir kısmını esir olarak Babilonya'ya yani Irak topraklarına götürmüştür.
Yahudilerin o topraklardaki bağımsızlığı Hz. Davud zamanında 33 yıl, oğlu Hz. Süleyman zamanında 40 yıldır. Ondan sonra ülke ikiye bölünmüştür, kuzeydeki İsrail krallığı 208 yıl, güneyde Yahuda krallığı 343 yıl bağımsız kalabilmiştir. Yahudilerin tarihte bağımsız olduğu süre bu kadardır.
Ondan sonra o bölgeye önce Babilliler hâkim oldular, 538'de Persler Babil'i yenince bölgede Pers hâki-miyeti başladı. Perslerin yahudilerle arası iyiydi, Pers kralı Sirus yahudilere “özgürsünüz, yurdunuza dönün” dedi. 515 yılında bir başka Pers kralı I. Darius yahudilerin mâbed yapımına yardımcı oldu, Süleyman mâbedi ikinci kez yapıldı, bunlar olurken bölge Pers hâkimiyetinde... Pers hâkimiyeti milâttan önce 330'lu yıllarda, Büyük İskender'in bölgeye gelmesine kadar sürdü. Büyük İskender 320’lerde ölünce komutanları arasında taht mücadelesi başladı. Bu komutanlardan Ptolameios ailesi oraya hâkim oldu. Sonra, milâttan önce 200 yılında Grek Seleikoslar bölgeye hâkim oldular. Hattâ Kral IV. Antiokus 168’de Süleyman mâbedine başta Zeus olmak üzere Yunan ilâhlarının statülerini koymuştur. Tapınağın sunağında domuz kestirmiş ve “bunla-ra tapacaksınız” demiştir. Devletleri zaten elden gitmişti, mâbed de gidince yahudiler ayaklandılar, buna Mac-cabi isyanları denir. 166'da Kudüs'ü tekrar elde ettiler, putları temizlediler. 142 yılında ise yahudiler bağımsız-lık elde ettiler ama bu bağımsızlık 63 yılında Roma'nın bölgeye hâkim olması ile bitti. Roma'nın Filistin coğ-rafyasındaki hâkimiyeti milâttan sonra 637 yılına kadar sürdü. 637'de Hz. Ömer Kudüs'ü aldı ve bölgedeki Roma hâkimiyeti sona erdi.
Yahudiler milâttan sonra 66'da Roma'ya karşı ayaklanmışlardı, Roma bu ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastırdı. Çok kişi öldü, ikinci kez yapılan mâbed de yıkıldı. Roma bu olaydan sonra yahudilere bu bölgede hayat hakkı tanımadı. 132'de gene ayaklandılar, 3 yıl kadar sürdü, ancak 3 yıl sonunda bu ayaklanma da çok kanlı bir şekilde bastırıldı. Kudüs şehri bu ayaklanmada harap oldu. 136'da Adriyanus şehri yeniden kurdu. Şehrin adını da Ailia Kapitolina diye değiştirdi, Ailia kendi ön adı... Sonra Süleyman mâbedinin olduğu yere, bugün Kubbet’üs Sahra ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu Harem-i Şerîf dediğimiz bölgeye Roma ilâhı Jüpiter adına bir pagan tapınak yaptırdı. 313'de Hristiyanlık Roma imparatorluğunda serbestlik kazanınca imparator Konstantin Hristiyanlığı kabul etti, Diriliş kilisesini yaptı. Hristiyanlık devlet dini olarak kabul edince bu pa-gan tapınak yıkılmıştır.
–Şu anda ağlama duvarı olarak bilinen taşlar o pagan tapınağın kalıntıları mı?
Ağlama duvarının Hz. Süleyman'ın inşaatı ile alâkası yoktur. Hz. Süleyman milâttan önce 960'da oraya mâbed yapmıştı, 587'de o mâbed yıkıldı. 515'de ikinci kez yapıldı, milâttan önce 20 yılında kral Hirodes mâbedi genişletti ve çevreye bir kuşatma duvarı çektirdi. Bugün ağlama duvarı dediğimiz, milâttan önce yir-mili yıllarda rekonstrüksüyon işine başlayan Kral Hirodes'in ki bu kırk yıl kadar sürmüştür, mâbedin çevresi-ne çektirdiği kuşatma duvarının batı istikametindeki kalıntısıdır.
Mâbed, milâttan sonra yetmiş yılında ikinci ve son kez yıkıldı, yerine pagan tapınak yapıldı, Roma hristi-yan olduktan sonra pagan tapınak da yıkıldı dedik. Ama Roma Süleyman mâbedinin üçüncü kez yapmadı ve yaptırmadı. Bunun nedeni şudur, Matta inciline göre Hz. İsa bir gün havarileri ile birlikte mâbedin önünden geçerken mâbedi gösterdi ve dedi ki “bu gördüğünüz yapıdan ileride taş üzerinde taş kalmayacak.” Hristiyan Roma mâbedi tekrar yapsa İsa Mesih'in bu sözü açığa düşecek.
Yahudiler bu topraklara ancak müslümanların bölgeye hakim olmasından sonra girebildi. Kudüs 637'de müslümanların eline geçti, ta 1099 yılına kadar... 1099'da haçlılar Kudüs'ü aldılar, 1187'ye kadar Kudüs tam bir zulüm mekânı oldu. Yahudiler ve müslümanlar öldürüldüler. 1187'de Selahaddin Eyyubî Kudüs'ü aldı, ondan sonra şehir hep müslümanların elindeydi. En son Memlüklüler’den 1516'nın son günlerinde Yavuz Sultan Selim Kudüs'ü aldı, 1917'ye kadar kesintisiz dört yüz sene bölge Osmanlı hâkimiyetinde kaldı. Kudüs o dönemde gerçek bir barış şehri olmuştur. Kudüs'ün adı İbranice'de Yeruşalim'dir, Arapça'ya tam çevirir-sek Darüsselâm veya Medinetüsselam yani Barış Şehri demektir. Salem adlı bir putun adından da geldiğini söyleyenler vardır. Kudüs'ün gerçek barış şehri oluşu müslümanların orayı alışından sonradır.
Yahudilerin Kudüs'ü başkent olarak kullanmaları orada yaşamaları ancak dört asır kadardır ama müslü-manların Kudüs'e sahip olup Kudüs'e hizmetleri bin küsür seneden fazladır.
–Müslüamnlar olarak Kudüs dâvâsına basıl bakmamız gerekiyor?
–Kudüsle ilgili dâvâ öncelikle Kudüs'ün biz müslümanlar açısından taşıdığı değer nedir, yeri nedir, ko-numu nedir, bunları bilmekten geçmektedir.
Kudüs, Yahudi dünyasına Hz. Davud ile girmiştir. Hz. Musa'nın dünyasında Kudüs yok. Hz. Davud fet-hettikten sonra Kudüs yahudilerin siyasî başkenti ve merkezleri oldu. Hz. Süleyman'ın orada mâbedi yapma-sından sonra Kudüs Yahudi dünyasının siyasî merkezi olması yanında dinî merkez de oldu. Bazı ibadetler mâbede bağlı olarak yapılıyordu. Meselâ yahudilerde en önemli ibadet kurbandır. Kurban, Kudüs mâbedin-de, yahudi din görevlilerinin riyasetinde kesilmelidir. Mâbed olmayınca bugün yahudilerde kurban ibadeti yoktur. Hac mekânı sadece Kudüs ve mâbeddir. Yahudi dinine göre her yahudi erkeği yılın üç bayramında yani pesah Mısır’dan çıkış, şavot gül bayramı, sukot çardaklar bayramında Kudüs’e gidip mâbedde ispat-ı vücut eylemek zorundadır. Hac yahudilikte sadece erkeklere farzdır.
Her yahudinin hülyasında kutsal kitaptaki plânına göre Süleyman mâbedini yeniden inşa vardır. O inşa için de bugünkü Hârem-i Şerif dediğimiz 144 dönümlük arazide Kubbet’üs Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yı-kılması gerekiyor. Süleyman mâbedinin kutsallar kutsalı denen odası tam olarak Kubbetüs Sahra’nın bulun-duğu hacer-i muallağın üzerindeydi. İsrail tüneller vs ile bunu kolaylaştırmaya çalışıyor. 69'da meşhur minber yakıldı. El-halil camisinde ‘94 yılında inananlara ateş açıldı, otuza yakın insan öldürüldü. Ama İslâm dünyası-nın tepkisi var mı?
Yahudiler mâbedin tekrar ancak Mesih tarafından yapılacağına inanıyorlar. Bu onları biraz frenliyor. Bu-günün İsrail devletinde, 48'de devletin kuruluşunu Mesih'in işine müdahale ettiniz diye devleti meşru sayma-yan yahudiler vardır.
Peki bizim için Kudüs'ün önemi nedir? Önce şunu söyleyelim. Kudüs'e ilk giden Hz. İbrahim, ilk fethe-den Hz. Davud, sonra Hz. Süleyman, sonra orada görev yapan başka peygamberler var, Hz. Zekeriya var, Hz. Yahya var, Hz. İsa var. Bu saydığım peygamberlerin hepsi biz müslümanların da peygamberleridir. On-lardan herhangi birini inkâr bizi İslâm dairesinden çıkarır. O peygamberlere lâyık olanlar yahudiler mi, biz müslümanlar mıyız? Yahudiler peygamberlerine iftira ettiler. Hz. Davud'a, Hz. Süleyman'a... Hz. Zekeriya’yı, oğlu Yahya'yı öldürttüler. Hz. İsa'yı öldürmek için plânlar yaptılar, incillerin iddiasına göre çarmıha gerdiler. Ama bize göre peygamberler ismet sıfatı taşırlar, günahtan berîdirler. O peygamberlere, peygamberlik niteli-ğine uygun mertebeyi veren yegâne millet biziz. Ne ilâhlaştırmak sureti ile onlara saygısızlık ettik ne sıradan-laştırmak sureti ile…
Orası bizim ilk kıblemizdir. O bölge Kur'ân’da mukaddes bölge diye geçer. Hz. Musa kavmini Lut gölü civarına getirdiğinde "Ey kavmim, Allah'ın size vermeyi vaadettiği mukaddes diyara girin" demiştir. Kur'ân’a göre o bölge mukaddestir, mübarektir, bereketli kılınmıştır. Dinimize göre yegâne kutsal Cenâb-ı Hak’tır. Cenâb-ı Hakk’ın kelâmı ile tecelli ettiği yer ve vahyin muhatabı olan kişi de ilâhî kelâm sebebi ile kutsiyet ka-zanır. Dolayısı ile orası farklı dönemlerde ilâhî vahyin farklı peygamberlere geldiği, vahyin tecelli ve tezahür ettiği mekân olması nedeni ile kutsaldır. Mescid-i Aksa bizim kıblemizdir, hadise göre yeryüzünün ikinci mescididir. İlk mescid Kabe'dir.
Peygamberimizin isrâ mucizesinin varış noktası, miraç mucizesinin başlangıç noktasıdır. Peygamberimiz miraçta Cenâb-ı Hak ile aracısız konuşmanın şerefini taşıdığı için dönüşte bütün peygamberler, Efendimiz'in “ceddim İbrahim” dediği Hz. İbrahim de dahil, peygamberimizin arkasında saf tutmuşlardır. Kudüs'ün önemi bu nedenlerledir, yoksa taşından toprağından değildir.
Peki ne yapmalıyız? Kutsallarımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Kudüs peygamberimizin ve tüm müslü-manların iki yıla yakın Mekke'de, on altı, on yedi ay da Medine'de yönelerek namaz kıldıkları kıblemizdir. Orası Süleyman mâbedinin olduğu yerdir, o mâbed ki Hz. Zekeriya’nın namaz kıldığı yerdir, o mâbed ki Hz. Meryem'in emanet edildiği yerdir, o mâbed ki Hz. İsa'nın gelip yahudi din adamları ile dini meseleleri çatır çatır tartıştığı yerdir. Dolayısı ile bizim için son derece mübarek ve mukaddes bir mekândır.
Dinler için kutsal olan şeylere herkesin saygı duyması gerekiyor. Kur'ân'da bir âyet var, "siz putperestlerin tanrılarına sövmeyin ki onlar da sizin Rabbinize saygısızlık etmesinler." Bugün İsrail orayı başkent yapmak sureti ile sadece kendine mülk edinmek istiyor. Hristiyan dünyası Diriliş kilisesi nedeni ile o bölgeyi son de-rece kutsal kabul ediyor. Ama İsrail'in uygulaması tahakkümdür, başkasına hayat hakkı tanımamaktır.
On emirden birisi, komşunun malına tamah etmeyeceksindir. Bugün Filistin’de yerleşimciler var, Filistin-li’nin evini yıkıyor, toprağını alıyor, oraya İsrailli yerleşiyor. Hani komşunun malına tamah etmeyecektin? Müslüman izzetini, hakkını korumalıdır.
Orayı Hz. Ömer aldığında, Selahaddin Eyyubi aldığında Kudüs halkına emanname verdi. İnancınızda ibadetinizde özgürsünüz dediler. Efendimiz Medine'ye geldiğinde orada yaşayanların haklarını tanıdı. Sela-haddin Eyyubî orayı aldığında oranın halkı haçlıların zulmünden sonra özgürlüğe kavuştular. Yavuz orayı ihsanlara boğdu aldığında. Kudüs'ün tekrar barış yurdu olabilmesi İsrail'in bu iddia ve politikalarından vaz-geçmesine, diğer bir ifade ile İslâm'ın barış anlayışının, tıpkı geçmişte olduğu gibi, yeretmesine ve yerleşme-sine bağlıdır. Bunun için müslümanlıkta en büyük eksiklik şuur meselesi... Üniversitede öğrencilere soruyo-rum, orada muhteşem kubbesi ile Kubbet’üs Sahra var, sol tarafta Mescid-i Aksa var, bunları kim yaptı? Öyle duruyorlar. Sen bunu bilmezsen, nasıl savunacaksın?
1948'in 14 Mayıs’ında, Tel Aviv'de Haim Weizmann, David Ben Gurion İsrail devletini ilan ettiler. Devle-tin ilânından on bir dakika sonra Amerikan başkanı Truman, İsrail'i tanıdı. Amerika'daki yahudi lobisi teşek-kür için gittiklerinde Truman dedi ki: “Ben sizin Sirüsünüzüm.” Sirüs kim, Yahudileri Babil esareti sonrasın-da özgürlüğe kavuşturan Pers Kralı... Bakın bu olay milâttan önce 538'de oldu. Milâttan sonra 1948'de Ame-rikan başkanı vakti ile Sirus'un yaptığı işi biliyor ve gelenlere "o sizi Babil esaretinden özgürlüğe kavuşturdu, ben de bugün sizin kurduğunuz devleti tanıyorum." diyor.
11 Aralık 1917'de İngiliz general Allenby, Kudüs'e girdi, dedi ki “Haçlı savaşları şimdi neticeye ulaştı.” 1187'de Selahaddin Eyyubî'nin Kudüs'ü alışının intikamını taşıyor. Ben Kudüs’e gittiğimde tam o ağlama duvarının önüne inmek üzereydim ki ikindi ezanı okunmaya başladı. O sırada bir haykırış, çığlık duydum. On kadar İsrailli çocuk elleri ile kulaklarını tıkamışlar, alabildiğine haykırıyorlar. Ezan sesini duymamak ve bastırmak için... Çocuklarını böyle yetiştiriyorlar, devlet adamları geçmişlerini böyle biliyorlar. Biz ise Kubbe-tüs Sahra’yı, Mescid-i Aksa’yı kim yaptı bilmiyoruz. Kudüs bizim için neyi ifade ediyor, bilmiyoruz. Öğren-memiz, okumamız gerekiyor.
Bugün bir milyar altı yüz milyon müslüman var dünyada. Orada Filistinliler’in çoğu başka yerlerde göç-mendir. Gidin orada Doğu Kudüs ile Batı Kudüs farkını görün. İsrail'in elindeki Batı Kudüs mamur bir şehir, Doğu Kudüs gariban... Mescid-i Aksa’nın Harem-i Şerif’e on bir kapısı var, yedisi açık. Girmek istedi-ğinizde her kapıda İsrail askerleri var, izin vermezlerse giremiyorsunuz. El Halil kentinde Halilulrahman ca-misine gireceğiz, Hz. İbrahim'in sandukası var orada. Dönen turnikeler var, birinden geçtik, diğerini açmadı-lar. Düğmeye basmasalar orada bekleyeceksin. Kudüs bugün mazlum ve mahsun, özgürlüğe kavuşması lâzım. Bunun için de önce bilgilenmemiz gerek, bilgi güçtür. Bilgili olan güçlüdür. Bugün silâhlarımızın bazıla-rını kendimiz yapabiliyoruz, sonuçları ortada...
Kudüsle alakalı kaç doktora tezi var, kaç çalışmamız var. Yahudinin bugün dört büyük ansiklopedisi var. Adamlar çalışıyor.
–Ben de Türkçe eser bulmakta zorlanmıştım hocam. Sizin kitabınız vardı, Fahir Armaoğlu hocanın kitabı vardı. Bir de Kudüs Ey Kudüs... O kitapta gördüm ki sistem çalışmak üzerine…
–Kişi için ancak çalıştığı vardır. Cenâb-ı Hak çalışana veriyor. Bugün İsrail devletinin bir yılda ürettiği bilgi bütün İslâm ülkelerinin ürettiği bilgiden fazla.
–Hocam son olarak Kudüsle ilgili hadisi şerifleri sormak istiyorum. Efendimiz zamanında orada bir mescid yok, Mescid-i Aksa yok. Meselâ Hz. Meymune validemize hitaben söylenen, oraya gidemeseniz de zeytinyağı göndermekle ilgili hadis-i şerif...
–İsrâ ve miraç mucizesi hicretten bir buçuk, iki yıl önce oldu, 620’lerde. 620'de o bölge müslümanların değil. Müslümanlar o bölgeyi 637'de aldılar. O tarihte orada mâbed yoktu. Hz. Süleyman'ın yaptığı mâbed milâttan önce 587'de yıkıldı, 515'de yapılan ikinci mâbed milâttan önce 20’lerde yenilendi, genişletildi, milât-tan sonra 70’de yıkıldı. Oraya pagan tapınak yapıldı, o da 4. yüzyılda yıkıldı. Roma bir daha oraya İsa Me-sih'in sözü gereği tapınak yaptırtmadı.
Mescid-i Aksa ille bir yapı değildir, Mescid-i Aksa bugün Harem-i Şerif dediğimiz o bölgenin adıdır. 144 dönümlük yerin adı... Tarihin bir döneminde Mescid-i Aksa şehrin tümünün de adı olmuş.
Hz. Peygamber İsrâ ve Miraç için gittiğinde orada bir yapı yok. Peki, ertesi gün anlatırken kaç kapısı var-dır diye sordular? Peygamberimiz “aradan perde kalktı, gözümün önüne getirildi, kapıları saydım, söyledim” diye cevap vermişti. İşte o kapılar, şehrin kapılarıdır.
Mescid-i Aksa için tartışmalar olmuştur. O bölge için Kur'ân-ı Kerîm'de, Bizansla İran’ın savaşında, yer yüzünün Hicaz’a en yakın bölgesi denmektedir. Ama Mescid-i Aksa en uzak mescid demek, o zaman Mes-cid-i Aksa semada bir makam olmalı diyenler olmuştur. İyi ama Efendimizin hadisi var, üç mescide ibadet için ziyaret yapılır diye?
İsrâ suresinde buyruluyor ki; “İsrailoğulları iki bozgunculuk hareketi yapacaklar, birincinin vakti geldiğinde üzerlerine çok güçlü kullarımızı gönderdik.” Bu birincisi milâttan önce 587 Babil kralı Buhtunnasr'ın Kudüs'ü yakıp yıkmasıdır. İkinci isyan hareketi milâttan sonra 70’de... "İkinci isyan hareketinizin zamanı geldiğinde yüzünüzü kara çıkarsınlar, ilkinde olduğu gibi tekrar mescide girsinler diye üzerinize kullarımızı gönderdik" Burada bahsedilen mescid Buhtunnasr’ın yıktığı daha sonra tekrar yapılan ve Romalılar’ın yıktığı mesciddir. O mescid kalmadı ama yeri halen duruyor. İşte orası İsrâ suresi birinci âyetteki Mescid-i Aksa’dır.
–Zaten Hz. Ömer Efendimiz de kilisede namaz kılmak yerine oradaki kalıntıları temizleyip namaz kıldı, değil mi?
–Patrik Sophronios şehrin anahtarlarını Hz. Ömer'e verdi. Namaz vakti de girmişti, Hz. Ömer namaz deyince patrik kılması için kiliseyi gösterdi. O da “ben kılarsam sonra müslümanlar da burada kılar ve kilise camiye çevrilir” dedi. Uzakça bir yere çekildi ve namazını kıldı. Hz. Ömer'in namazını kıldığı yer şimdiki diri-liş kilisesinin avlusunun bittiği yerdir. Orada Mescid-i Ömer’ül Hattab diye bir mescid vardır. Hz. Ömer sonra patriğe “bana Beytü’l Makdis'in yerini göster” dedi. Patrikle birlikte Harem-i Şerif'e geldiler, orada şimdiki hacerü’l muallak dediğimiz taş açıkta... Yapı yok, mezbelelik... O yapılar Emeviler zamanında yapıldı. Hz. Ömer o bölgeyi temizletti ve oraya bir mescid yapılmasını istedi. Sembolik mescid yapıldı, o mescidin yerine daha sonra bugünkü Mescid-i Aksa yapıldı. Önce Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan Kubbet’üs Sahra’yı yaptı. O kaya kütlesini örten kubbe... Sonra da oğlu I. Velîd Mescid-i Aksa’yı yaptı.
Yahudiler o kaya kütlesinin Allahın arşından bir parça olduğuna inanıyorlar, yeryüzünün ilk yaratılışının orada başladığına ve Hz. İbrahim oğlu İshak'ı orada kurban etmek istediğine...
Prof.Dr. Ömer Faruk HARMAN
Bilecik/Söğüt’te doğdu (1950). İstanbul İmam-Hatip Okulunu (1968) ve Pertevniyal Lisesini bitirdi (1969). İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünden (1972) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi sosyoloji Bölümünden mezun oldu (1973). Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Dinler Tarihi anabilim Dalında Doktor (1983), Doçent (1988) ve Profesör oldu (1994). 1985 yılında bir yıl süreyle Paris’te alanıyla ilgili araş-tırmalar yaptı. 1986’dan itibaren Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi’nde, İslâm Ansiklopedi-sinin hazırlanmasında Dinler Tarihi İlim Heyeti Başkanı, aynı zamanda müellif redaktör olarak görev yaptı ve alanıyla ilgili çok sayıda madde kaleme aldı. 2005-2009 yıllarında T.C. Paris Büyükelçiliği nezdinde Din Hiz-metleri Müşaviri olarak görev yaptı. 2009 yılında yurtdışı görevinin sona ermesini takiben tekrar Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesine döndü. Ocak 2017’de yaş haddinden emekli oldu. Halen İbn Haldun Üni-versitesi İslâmî İlimler Fakültesinde Dinler Tarihi Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. Evli ve üç çocuk babası olup Arapça ve Fransızca bilmektedir.
|