Adalet Mülkün Temelidir Yavuz Sert Sayı:
112 -
Elinizde pasaport ve arasına sıkıştırılmış biletiniz ile bekleme salonunda yolcuların uçağa geçmelerini söyleyecek anonsu bekliyorsunuz. Yolculuğun heyecanı içinde, sizden birkaç metre uzaktaki görevlilerin konuşmaları dikkatinizi çekiyor. Görevlinin biri diğerine pilotlar hakkında duyduklarını anlatıyor: “Biliyor musun, uçağın pilotu kursunu başarılı olarak tamamlayamamış, araya çok önemli birini sokmuş da öyle alabilmiş lisansını.”
Çok sevdiğiniz bir yakınınız, gireceği ameliyata hazırlanıyor. Ameliyat önlüğünü giyen hastanızı odasından sedyede çıkartıyorsunuz ve ameliyathaneye doğru hasta bakıcılarla birlikte gidiyorsunuz. O telâşe içinde hasta bakıcılardan birinin kısık sesle diğer hasta bakıcıya şunları söylediğini duyuyorsunuz: “bu operatör yeni geldi hastaneye, aslında uzmanlık sınavını geçememiş ama Ankara’dan hallettirmiş.”
Böyle iki sahne hayal edin, ne yapardınız? Elbette uçuşu da, ameliyatı da hemen iptal ederdiniz değil mi? Çünkü söz konusu olan can… Canımızı ehil olmayan kişilere emanet etmek istemeyiz. Peki ya can söz konusu olmayan işlerimizi?
Evet, meselemiz liyâkat. Sayı konumuzun tanıtımında dediğimiz gibi, bu mesele o kadar mühim ki, bunu çözdüğümüz zaman diğer meseleler çorap söküğü gibi hızla çözülecek.
Konumuzla ilgili karşımızda üç temel kavram duruyor: emanet, ehliyet ve liyakat. Gelin bu kavramlara biraz daha yakından bakalım:
Emanet kelimesinin anlamı günümüzde “saklanması ve korunması için verilen eşyaya” indirgense de Kur'ân-ı Kerîm’de, üzerine sayfalarca kitap yazılsa bile daha güzel ifade edilmeyecek şekilde, işin ehline verilmesinin önemini vurgulayan şu âyette geçiyor: “Emaneti ehline veriniz. (Nisa, 58)”
Tefsirlerde bu âyetin nazil olma sebebi şu şekilde anlatılıyor: “Efendimiz Mekke’yi fethedince Kureyş kabilesinin çeşitli ailelerinde bulunan bazı selâhiyet ve vazifeleri yeniden düzenlemiş, bir kısmını kaldırmıştı. Kaldırmadığı hizmetler arasında Mescid-i Harâm ve çevresinin hizmetiyle su işleri vardı. Birinci hizmet Abdüddâroğulları adına Osman b. Talha’da, ikinci hizmet ise Hâşimoğulları’ndan –aynı zamanda Hz. Peygamber’in amcası olan– Abbas’ta idi. Hz. Peygamber, vazifelerle ilgili yeni bir düzenleme yapmak üzere Kâbe’nin anahtarını Osman’dan almıştı, amcası Abbas bu hizmetin de kendisine verilmesini talep etti. Bunun üzerine emanet âyeti geldi ve anahtar yine Osman b. Talha’ya teslim edildi.” (Diyanet Tefsiri)
“Emaneti ehline veriniz” âyet-i kerîmesinde geçen üç kelimeden ikisi temel kavram olarak zikrettiğimiz emanet ve ehil kelimeleri… Emanet emin kökünden geliyor, Efendimiz’in peygamberlik görevi başlamadan önce toplumun en güvenilir kişisi olduğunu belirten El-Emin ismini hatırlayalım. Emanetin kökünde güvenme ve inanma var. Emaneti “emanet” yapan verilen kişinin eminliğinde saklı. Emaneti ehline vermediğimizde ona “emanet” diyemeyiz. Emaneti bir görev veya bir eşya olarak düşünelim, o görev veya eşya emin olana verildiğinde emanet oluyor, yani özne emanet edilen kişi değil, emin olan doğru kişiyi bulacak olan…
Diğer kavramımız ehil. Ehli beytten hatırlayalım, ehil kelimesinin bir anlamı ev halkı, eş. İkinci bir anlamı da alışık olma... Bir kişinin yerinin, ailesinin yanı olması ne kadar doğal ve uygun ise emanetin de doğru kişide olması öyle… Tersini düşünürsek emaneti doğru yere yani işinin ehline vermemek, bir kişiyi ailesinden zorla ayırmak gibi bir zulüm… Liyâkat ise bu uygunluğa verilen ad. Kişiye layık olan ailesinin yanında olmaktır, emanete layık olan da ehline verilmesidir, işte bu layık olmaya liyakat diyoruz.
Efendimiz üsve-i hasene olduğuna göre emanetin ehline verilmesi konusunda yine en güzel örnekleri O’nda bulacağız demektir. Bendenize göre emanetin ehline verilmesi ile ilgili en çarpıcı örnek Efendimiz’in hicretleri sırasında yaşananlardır.
Ashabın Medine’ye hicreti sonrası Allah’ın izni ile Efendimiz de hicrete karar verir. Yol arkadaşı, Kur'ân-ı Kerîm’de bu arkadaşlığından dolayı ikinin ikincisi olarak zikredilen Hz. Ebubekir’dir. Asrı saadetin belki de en önemli hadiselerinden biridir bu yolculuk, Mekke’deki düşmanlar Efendimiz’i öldürmeye karar vermişlerdir. Bu nedenle yolculuğun gizli ve güvenli olarak yapılması gerekmektedir. Coğrafyanın getirdiği zorluklar da buna eklenince yolculuk için bir kılavuz ihtiyacı vardır. İşte Efendimiz’in kılavuz seçimi “emaneti ehline veriniz” konusunda insanlığa verilecek en güzel örneklerden biridir. Efendimiz bu hayati konuda müslümanlardan, yakınlarından birini seçmemiş, işinin ehli, güvenilir bir kılavuz ama müşrik olan Abdullah bin Ureykıt’u seçmiştir.
“Emaneti ehline veriniz” âyetinin inzaline daha seneler var ama Efendimiz gelecek olan âyete uygun hareket ediyor.
Kur'ân-ı Kerîm’de emanet kelimesinin geçtiği birkaç âyet var. Bunların ilki yukarıda bahsi geçen âyet, diğer ikisi müminlerin emanetlerine riayet ettiklerine dair âyetler. (Mu’minun-8, Meâric-32) Demek ki emanetini ehline vermek müminlik şiarı… Emanet kelimesinin geçtiği diğer bir âyet ise Ahzab suresi 72. âyet: “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.” Bu âyet ile “emaneti ehline veriniz” âyeti ilk bakışta çelişkili gözükebilir, zaten bu durum tefsirlerde hayli detaylandırılmış, meraklıları tefsirlere bakabilirler. Şu kadarını söyleyelim, insan özü itibari ile halifetullah, bu nedenle ehil olma potansiyeli var ancak zalimlerden olursa ehliyetini kaybediyor. Yer, gökler ve dağlar cansız olarak gözükse de “Görmez misin göklerde ve yeryüzünde bulunanlar; güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu hep O’na secde etmektedir (Hacc, 18)” âyetini hatırlarsak böyle olmadığını görürüz. İnsanın farkı akıl sahibi olmasıdır, belki de bu yüzden hem zalim hem de ehil olmuştur.
Ele aldığımız emanet, ehliyet ve liyakat kavramlarının arkasında çok önemli tek bir kavram var: “adalet”. Zaten “emaneti ehline veriniz” âyetinin devamında şöyle deniyor: “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.” Âdil olmadan emaneti nasıl ehline vereceğiz? Emaneti ehline vermek demek adaletli iş yapmak, âdil karar vermek demek değil mi?
Adalet günümüzün en büyük problemi. Adalet sağlansa bir çok problem çorap söküğü gibi düzelecek. Dünyada başarı adaletle gelir. Sünnetullahta dünya hayatının başarısı imana değil adalete bağlanmıştır. Dünyadaki münasebetler imana göre değil, adalete göre yapılır. Adalet ile imanın alakası yoktur. Efendimiz’in şöyle bir sözü var: “Âdil bir hükümdar zamanında doğduğum için iftihar ediyorum”. O âdil hükümdar kim biliyor musunuz, Nuşirevan, bir mecusi hükümdarı...
Benzer durumu hicret yurdu seçiminde de görüyoruz. Efendimiz aralarında çok sevdiği amcaoğlu Cafer bin Ebu Talib’in de bulunduğu ashabına hicret için Habeşistan’a gidin dedi. Çünkü Habeş kralı Necaşi âdil bir zat. Yine Efendimiz, kocası hicret sonrasında irtidat eden Ümmü Habibe validemizle nikâh kıymak için Necaşi’yi vekil kılmış ki o sırada Necaşi hâlâ hristiyan.
“Adalet mülkün temelidir” sözü bilinenin aksine yakın tarihte söylenmiş değildir, Hz. Ömer’e de atfedilen bu sözün daha eskilere, Eski Mısır’a kadar gittiği söyleniyor. Hz. Âdem’den beri tek dinin İslâm olduğunu bilirsek bu hikmetli sözün her dönemde neden geçerli olduğunu kolayca anlarız. Allah’tan gayri her şey O’nun mülküdür, işte adalet bu mülkün temelidir. Eğer adalet olmazsa bu temel sarsılır yani mülkün devamlılığı ancak adaletle mümkündür. Adaletin olmamasının neden bu kadar büyük zulüm olduğunu bu söz ne güzel anlatıyor.
Yapılan her adaletsizliğin, hak yemenin, emaneti ehline vermemenin “mülkün” temellerini sarstığını aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor. Araya torpil için adam sokarak yapılan işler, adam kayırmalar, haksız kazançlar… Her biri bu mülkün temelinden bir tuğla çekmek demek. Bu binanın sarsılması hem dünya hem ahiret hayatı için kötü sonuçlar doğuracaktır. Mutlak Âdil olan Allah bize merhameti ile muamele ediversin, bizleri haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan korusun.
|