Bir tufanın ardından: Filistin Yavuz Sert Sayı:
119 -
7 Ekim 2023 Cumartesi… Dünyanın gündemi sabah saatlerinde Filistin’den gelen bir haberle keskin bir şekilde değişti. Büyük bir operasyon başlamıştı ancak bu defa başlatan İsrail değildi. Hamas’ın silâhlı kanadı İzzeddin Kassam tugayları, Aksa Tufanı ismini verdikleri bir operasyon başlatmış ve saldırının ilk saatlerinde birçok İsrail hedefini başarılı şekilde vurmuşlardı.
İsrail hükümetinin aynı gün savaş kararı alması yaşananların daha öncekilere benzemediğinin bir göstergesiydi. Operasyon hem İsrail hem dünya için şaşırtıcıydı, istihbarat gücü ile bilinen bu terör devleti bu defa nasıl olduysa hazırlıksız yakalanmıştı. Yıllardır ölçüsüz şekilde bir mücadeleye sahne olan bu topraklar bu kez İsrail’in büyük kayıplar verdiği bir güne şahit oluyordu. En azından ilk gün için durum bu şekildeydi.
İsrail ve Filistin arasındaki çatışmaya 7 Ekim günü olanlar üzerinden bakan biri, Hamas’ın durup dururken neden böyle bir saldırı yaptığını sorgulayabilir ancak bu mantıklı olmaz. Neden mantıksız olduğunu anlamak için biraz geriye gitmemiz gerekiyor. Geriye derken milattan önceki dönemlere, Hazreti Musa’nın ümmeti ile buraya geldiği zamanlara veya Bizanslıların bu topraklarda kök söktürdüğü zamanlara değil. 19. yüzyılın son yıllarına gitmemiz yeterli.
Malumuâliniz, 1917 yılının Aralık ayına kadar bu topraklar Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altındaydı. Yavuz Sultan Selim Han’ın 1516’daki fethinden itibaren tam 401 yıl sürdü bu hâkimiyet. Şam vilayetine bağlı olarak yönetilen Filistin dört sancağa ayrılmıştı: Kudüs, Gazze, Nabluz ve Safed. 1917’de 1. Dünya savaşının bir sonucu olarak Osmanlı Devleti bu topraklardan çekilmek zorunda kaldı ve İngiliz hâkimiyeti başladı.
Bugünkü durumun yaşanmasında İngilizlerin rolü büyük. İnsan ister istemez Kızılderililerin olduğu söylenen şu atasözünü hatırlıyor: Eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.
19. yüzyılın ikinci yarısında dünyada bir yandan milliyetçiliğin ve ulus devlet akımının artması, bir yandan Yahudilerin bulundukları ülkelerde yaşadıkları sıkıntılar Yahudi ileri gelenlerinin vatan arayışlarına başlamaları ile sonuçlanmıştı. Fransız bir yahudi subayının haksız yere vatana ihanetle suçlanması ile başlayan süreç, bu olayı izlemekle görevli gazeteci Theodor Herzl’in yaşanan bu haksızlıktan hareketle yüzyılın sonlarında ilk siyon kongresini toplaması ile zirve yapıyor. Bu kongrede ilk kez yahudilerin Filistin topraklarında bir ülke talepleri dile getiriliyor. Böyle bir talep için o zamanın süper gücü İngiltere’nin ve toprak sahibi Osmanlı Devleti’nin desteğini almak önemli. Bu nedenle Herzl’in II. Abdülhamit ile görüşme talepleri olduğu ve uzun sürse de bu amacına ulaştığı biliniyor.
İngilizlere gelecek olursak, İngilizler vatanları olmayan yahudilerin bir ülke kurmalarına sıcak bakıyorlar. Bu desteklerinin çeşitli sebepleri var; birincisi I. dünya savaşının ve sömürge düzeninin İngiltere ekonomisine etkisi ve bu etki nedeniyle kötü günler geçiren İngiltere’nin zengin Yahudilerin desteğini kazanarak ekonomisini düzeltmek istemesi. Yahudi devletinin kurulmasına giden yolda önemli kilometre taşlarından biri Balfour deklarasyonudur. 1917’de ilki yayınlanan deklarasyonda İngiliz hükumetinin dışişleri bakanı Balfour, siyonist hareketin liderlerinden olan Lord Rothschild'e bir mektup göndererek, Filistin topraklarında bir yahudi devleti kurulması konusunda İngiliz hükûmetinin destek vereceğini bildirmiştir. Rothschild ailesi yahudi cemaatinin ileri gelenlerinden olması yanında aynı zamanda banka sahibi bir aileydi. Hükumetin banka sahibi bir aile üzerinden yahudi devleti kurulmasına verdiği destek, finansal beklentiyi gösteriyor. Diğer bir sebep de Arap ülkelerinin arasında, Süveyş kanalının açılmasıyla Hint bölgesine ulaşımda kritik öneme sahip bu topraklarda müslüman ve Arap olmayan bir ülke varlığının işlerine gelme olarak değerlendirilebilir.
Evet, siyonistlerin en büyük güçlerinden biri finans, finansal sistemin başında olduklarından yani paraya sahip olduklarından dolayı bugün ABD, dün İngiltere onlara karşı ses çıkaramıyor, çıkarmıyor. Daha önce bir devletleri olmamış ve zorunluluktan sürekli göçebe hayatı yaşayan yahudiler bu nedenle daha çok ticaretle uğraşmışlar ve bu alanda başarılı olmuşlar. Bu başarıları ellerindeki sermayeyi cazip hale getirmiş.
İngiltere her ne kadar Siyonistlere ülke kurmaları konusunda destek vermiş olsa da 1947’de Filistin’deki manda yönetiminden çekilerek toprakları Birleşmiş Milletlere devrettiklerini açıkladılar. Bu haber ilk duyulduğunda Siyonistler üzüldü, Araplar sevindi ama gelen günler tam tersini gösterdi. İngiltere her hareketinde siyasî dengeyi tutmaya çalışıyordu. Bir yandan Hindistan yolunda kendi politikalarına yakın bir yahudi devletini desteklerken, bir yandan Arapların da gönlünü kırmak istemiyordu. Hattâ Araplara da bu topraklarda devlet kurma sözleri vardı ki üç ülke böyle kuruldu ama Filistinlilere verilen söz tutulmadı. Yönetimin Birleşmiş Milletlere geçişi sonrasında yahudiler 14 Mayıs 1948’de İsrail devletini kurdular. 7 Ekim’de Hamasın saldırıları karşısında İsrail’in hemen savaş ilân etmesi gibi İsrail devletinin kuruluşunun açıklanmasının 1 saat sonrasında Arap birliği İsrail’e savaş kararı almıştı.
İsrail'in son asırda savaştığı ülkeler Arap Birliğinin üyesi olan Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak. Bu ülkeler arasında dünyada söz sahibi olabilecek tek ülke Mısır. İsrail'i destekleyen ülkelerin en başında gelen Amerika Birleşik Devletlerinin bu ülkelerde yaptıklarını düşününce İsrail'in karşısında güçlü bir Arap ülkesi olmaması için yıllar boyunca ne kadar gayret ettiklerini ve ne yazık ki başarılı olduklarını görüyoruz. Körfez savaşı ile Irak adeta silindir gibi ezildi, Mısır'da merhum cumhurbaşkanı Mursi devrildi, Suriye ortadoğunun en karışık yerlerinden biri haline geldi, cetvelle çizilmiş Ürdün kendi halinde etkisiz bir ülke... Meselâ bugün Mursi hayatta olsaydı Mısır'ın tavrı en azından Türkiye’nin sözlü olarak verdiği tepkiye yakın olurdu. Ama ne Mısır ne de ülkemiz henüz daha fazlasını yapamıyor.
İsrail - Filistin meselesi denince akla ilk gelen görsellerden biri yıllara göre işgali gösteren haritadır. Yıllar boyunca İsrail’in topraklarını artırdığını gösteren bu harita siyonistlerin ne kadar yayılmacı olduklarını göstermek için kullanılır. Bu haritayı doğru okuduğumuzdan emin değilim. Evet, 80’ler sonrasında İsrail’in anlaşmalara aykırı olarak çeşitli bahanelerle Filistinliler’in ellerinden arazileri gaspettiği doğrudur ancak haritada belirtilen 1948, 1967 yılındaki değişimler böyle küçük gasplar ile değil Arap Birliği-İsrail savaşları sonucunda şekillenmiştir. Hattâ 1967 savaşında İsrail o kadar çok toprak kazanmıştır ki, Sina yarımadasını bile işgal etmiştir. Daha sonra Sovyetlerin Mısır’ı desteklemesi, Arap ülkelerinin petrol ambargosu başlatması sonucunda ABD ve diğer bazı ülkelerin baskısı ile geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Demem o ki; İsrail’i, topraklarını savaşla ya da gaspla büyüt diye eleştirmek, ayıplamak sorunları çözmüyor. Konuyu dâvâ olarak görmedikçe ve bu dâvâyı gerçekleştirecek güç sahibi olmadıkça böyle sözlü tepkilerle avunmak zorunda kalacağız. İsrail’in etrafı müslüman ve Arap devletlerle çevrili olmasına rağmen, bir ülke dahi İsrail’i geri adım attıracak bırakın bir hareketi açıklama dahi yapamadı. Çarpışmaların başından itibaren tek somut aksiyon şu an düzenli bir devlet olduğu dahi tartışılır Yemenli husilerin İsrail’e giden gemileri vurmaları veya durdurmalarıydı. Geçtiğimiz günlerde Malezya, limanlarını İsrail’e giden ve İsrail’den gelen gemilere kapatarak en somut adım atan devlet oldu. Yemenli Husilerin gemi ticaretini etkileyen adımları çok zarar vermiş olmalı ki bugünlerde çeşitli ülkelerin birlikte olaya müdahalesi konuşuluyor. Türkiye de sözlü tepkisi en güçlü olan ülkeler arasındaydı ancak yeterli güç olmayınca bu kadar oluyor. Her ne kadar İsrail’e karşı bir dünya kamuoyu oluşsa da İsrail her gün birçok can almaya devam ediyor.
7 ekimden sonra yaşanan olaylarda dikkat çeken noktalar vardı. Hamas ve İsrail’in esir takası sonrasında hamasın salıverdiği rehinelerin verdiği görüntüler müslümanların esirlere nasıl davrandığını tüm dünyaya gösterdi. Ne yedilerse bize de yedirdiler diyen de vardı, kadın esirlere kadın askerlerin yardımcı olduğunu söyleyen de. Ayrılırken yüzlerinin aldığı hal, Hamas’ın esirlere nasıl davrandığını gösteriyordu. İsrail’in esirleri ise yapılan işkencelerin izlerini taşıyorlardı. İsrailli bir kadın askerin Gazze sahilinde durup “sahilleri çok güzelmiş burada denize girerken de foto paylaşacağım” demesi işgalci olduklarının bir itirafı gibiydi.
Kuruluşu seksenli yıllara uzanan Hamas, Mısırlı Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünün Filistin kolu olarak kuruldu. Açık bir şekilde sünnî köklere sahip olan örgütün bugün daha çok İranla birlikte hareket ettiği değerlendiriliyor. Bunun nedeni etraftaki sünnî Arap devletlerinin Hamas’a yakın destek vermemesi. Hattâ Hamaslı yöneticilerden bu ülkelerde hapiste yatanlar oldu, halen de var. Zaten çok zor şartlar altında yaşamaya ve savaşmaya çalışan bu insanların İran veya kendisine destek olan herhangi bir ülkeye yakın olması şaşırtıcı değil.
İsrail’in çoluk çocuk demeden, hastane okul demeden her şeyi ve herkesi vurması ne kadar zalim bir terör devleti olduğunu tüm dünyaya gösterdi. 16 Aralık günü üç tane beyaz bayrak taşıyan kişi öldürüldü İsrail tarafından, daha sonra bu üç kişinin yahudi rehineler olduğu anlaşıldı. Bu da gösterdi ki, İsrail, teslim olsun olmasın, önüne kim çıkarsa çıksın öldürüyordu. Artık ABD başkanı bile İsrail’i ve Netenyahu’yu eleştiren cümleler kurmaya başladı. Rakamlar inanılmaz, şehit sayısı neredeyse Gazze nüfusunun yüzde biri. Bu çok açık bir soykırım. Terörün tanımında sivilleri öldürmek ve toplu şekilde korkuya neden olmak var. İsrail bunların ikisini birden yaparak açıkça terör devleti olduğunu ortaya koyuyor. Filistinliler ise tarihin görmediği bir kahramanlık ve yalnızlık içinde bu zulme kafa tutuyorlar.
Bu zulümden ne kadar bahsedilse az olur. Şehit sayısı yirmi bini geçti. Dile kolay. Her biri bir can, bir evlât, bir anne, bir baba, bir kardeş… Güçlü olmaktan başka çare yok. Ekonomik olarak, askerî olarak, sosyal olarak çok güçlü olmalıyız ki zulme dur diyebilelim, mazluma arka çıkabilelim. Bunun için fert fert ne yapabiliriz, ne yapmalıyız diye düşünmeniz lâzım. İşimizi iyi, doğru, ahlâklı bir şekilde yapacağız, tevhid ehli olacağız. Kısa veya uzun başka bir çaresi yok, nasıl yıllar evvelinden atılan savunma yatırımları meyvelerini yeni vermeye başladılar, sabırlı olacağız. Tevhid ehli olmanın nasıl sonuçlar getirdiğini boykotta gördük. Firmalara yapılan boykota farklı görüşten de olsa katılanlar sayesinde firmalar büyük zarara uğradılar. Starbucks firması sonunda biz barış yanlısıyız diye açıklama bile yaptı. Birçok firma kampanya yaparak zararını azaltmaya çalışsa da boykotun işe yaradığını görünce halk daha da azimle boykota devam ediyor.
Allah hak yolundan ayırmasın, bizi mazlumlara arka çıkacak, zalimin zulmüne engel olacak şekilde güçlü kılsın, bu konuda gayretimizi artırsın.
|