Nereye Bu Gidi? Fatma G?lbahar Ma?at Sayı:
51 - Ocak / Mart 2006
Politikacı değilim. Siyaset yapmak da değil amacım. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorum, bu ülkenin vatandaşıyım. Televizyondan, gazetelerden ve son zamanlarda hızlı bir şekilde hayatımıza giriş yapan internet nimetinden yararlanarak, ülkemde olanları takip edebiliyor, kendimce yorumlar yapabiliyorum. Gözlemlerim neticesinde, ortak bir düşünce, ortak bir kanaat veya ortak bir hasar tespiti göremiyorum bir türlü. Her fikirden ideolojiye sahip aydın(!) kesimine sahip olduğumuzdan kaynaklanıyor olsa gerek, aynı noktaya herkes farklı bakabiliyor. Bu kötü bir şey mi?.. Pek çok açıdan hayır elbette. Ancak, milleti toptan ilgilendiren, hepimizin yarası diyebileceğimiz konularda dahi bakıyoruz ki, yine bir birlik, tek düşüncelilik yok.
İçim o kadar kabarık, yüreğim o kadar dolu ki, derin bir nefes alıp, içimde beni daraltan ne varsa dışarı püskürtmek istiyorum. Aslında neler demek istiyorum, nereden başlamalıyım ondan da emin değilim. Bu yüzden, ben de yüreğimin sesini dinleyerek, içimi acıtan, nereye kadar dedirten gençliğimizin, çocuklarımızın, yarınlarına darbe indiren sinsi plâncıların, kokmuş zihniyetlerini anlatmaya çalışarak başlayacağım
Gencim ben, çalışkanlığımın, üretkenliğimin başın- dayım. Ülkem de benim gibi genç. Üstelikte, tüm dünya ülkelerini, kıskançlıkla baktıracak kadar genç benim ülkem. İşte beni üzen de bu ya!.. Gençliğimiz, gençliğimizden kaynaklanan hatalarımız, büyüklerimizin bizi sürükledikleri, telâfisi mümkün olmayan uçurum dipleri…
Bir yanda Avrupalı olacağız diye bonkörce özgürlük ve hak dağıtanlar, diğer yanda ahlâk ve namus bekçiliği yapacağız diye, kendilerinin olmayan haklara tecavüz edenler… Gençliği, iki kıskaç arasında ezmeye, sindirmeye, taptaze hamurken, yaradılışına aykırı şekillendirmeye çalışıyorlar. Kendi arzu ve nefislerinin hoşuna giden yanlış fikirleri, davranışları ve hissiyatları, satılmış beyinleriyle onlara aşılamaya çabalıyorlar.
“Haydi herkes okula” sloganı, ne mutlu ki, en ücra köşelerdeki köy evlerimize kadar girdi. Aileler bilinçlenerek, özellikle de çoğu şeyden mahrum bıraktıkları kızlarımızı okul sıralarına yerleştirdiler. Okusunlar, adam olsunlar, kendi ayakları üzerinde durarak, ben de varım diyebilsinler istediler, çok da iyi ettiler.
Ancak; benim itirazım ve beynimi kemiren rahatsızlıklar işte bundan sonra başlıyor. Gelişen büyüyen bir Türkiye, Kadın Hakları, Avrupa’ya Yolculuk gibi şeylerden dem vurarak, bazı menfaat düşkünü satılmış çığırtkanlar, erkek bayan ayırmadan gençlerimizi ayartmaya, tertemiz özlerine, giderilmesi imkânsız olan lekeler kazımaya çalışmış, hâlâ da çalışmaktadır.
Okul okuyalım, iş piyasasına atılalım, kariyer yapalım derken, kimisi defalarca girip kazanamamasına rağmen, lüzumundan fazla gereksiz ısrarla, ailesini de kandırıp, okuyacağımokuyorum diyerek üniversite kapısında bekçilik etmekte, kızlarımız erkeklerin tenezzül etmeyeceği, değil geçim yapmak, ayın yarısını dahi zor getireceği komik bir ücretle, iş yerlerinde fazladan mesai yapmakta, kimileri de, (en dayanılmazı da budur üstelik. Erkekler ve kızlar aynı derecede hata içindedirler.) gencim, ‘yetişkinim’, kişisel hak ve özgürlüklerim var diyerek sokaklarda, parklarda, sinema, tiyatro önlerinde, mesaisini bitirip kapısını kilitlemeyi unutmuş bar ve disko köşelerinde günlerini gün etmektedir.
Batılı düşüncelerle yoğrulmak ve sözde gelişmiş ülkeler seviyesine çıkmak için, hiçbir dünya ülkesinin değer verip önemsemediği kadar kutsal saydığımız aile bağları ve huzuru, bilerek veya bilmeyerek, ayaklar altına alınır şekilde bozulmaya başlamıştır. Dünyadan ve hayattan beklentiler farklılaşmış, asıl önem verilmesi gereken hassasiyetler yön değiştirmiştir.
Dış etkenlerin de aktif etkisiyle, özellikle genç kesimde materyalist bir zihniyet dalbudak salmaya başlamış, her şey maddiyatla ölçülmeye, maneviyat ve güzellikleri el arkası edilmeye çalışılmıştır. Kariyer yapmak ve haklı bir istek olarak toplumda saygın bir konum edinmek isteyen gençler, bugünün Türkiye’sinde ciddi bir üniversiteli işsizler yığınağı oluşturmuştur…
Her türlü materyalist ve kapitalist zihniyetlerin oyun ve tuzaklarına rağmen okulunu bitirmiş olanların yanında, bir de, hâlâ bu yollarda taban eskitmeye çalışan çocuklarımız var. Özellikle de son zamanlarda insanı ürküten boyutlara sıçrayan taşkınlıkları, genç kızların dahi çeteleşerek oluşturdukları hüzün verici tablolar, kafalarımızı duvarlara vurarak ‘çocuklarımıza neler oluyor, onları nasıl kurtarabiliriz’ diyerek figan içine düşmemize neden oluyor.
Çocuklar yarınlarımızdır. Onların başarılı, namuslu, ahlâklı ve dürüst olmaları, toplum yapısını etkiler. Toplumun yapı taşları ise ailedir. Çocuklarımızın ilk eğitimlerini aldıkları, hamurlarının şekillenmeye başladıkları merkezdir aile. Çocuğun ailede aldığı her türlü eğitim, onun sonraki aşamalarında etkisini gösterir. Ancak bu eğitimin de, zedelenmeden devam ettirilmesi gerekmek- tedir. Bunun devam ettirileceği bir sonraki birim ise okuldur. Yani, çocuğun yeni eğitmenleri öğretmenlerdir.
Son dönem öğrenci ve gençleri izlediğimizde, onlardaki olumsuz gelişmeler, ister istemez beyin hücrelerimizi harekete geçiriyor. Neden bu kadar hırçın, söz dinlemez ve asi oluyorlar? Niçin sorumluluklarının bilincinde olmak yerine, hovardalığı ve saldırganlığı seçiyorlar? Özellikle de son zamanlarda okullardaki öğrenci çatışmaları ve kız öğrencilerin başrolde oynamaya başlamalarının sebepleri nelerdir?..
Bu ve buna benzer sorular, sıkça sorul- maya başladı ve farklı çözümler aranmaktadır. Herkes kendi açısından yorumlar ve çözüm önerileri getirmekte, bataklığı kurutmaktansa, üstünü kapatmaya çalışmak daha kolay gelmektedir. Gençlerdeki bozulmaların (ilk- öğretim, lise, üniversite ve sokaktakiler) altında yatan sebebi öğrenebilmek için, öncelikle eğitim sistemini irdelememiz gerekmektedir. Bu bozulmaların nedenini gençlerde veya öğrencilerde aramak yerine, önce kendimizi, sonra da sistemi sorgulamamız gerekmektedir.
Eğitim ilk ailede başlar demiştik. Onlara vereceğimiz terbiye, saygı, hoş gürü, sorumluluk, anlayış, kötü söz ve tavırlardan sakınma gibi nimetler, onların ileride yol gösterici güneşleri olacaktır. Fakat modernizmin ve Avrupalı olma sevdasının esiri olan aileler, maddi kazançlar peşinde koşmaktan, hep daha fazlasını istemekten, özgürlük ve demokratlık adına çocuklarını başı boş bıraktıklarından ve kendilerinin dahi bilmediği ahlakî öğretiyi çocuğuna vermekten aciz olduklarından, dejenere nesiller yaratmaktadırlar.
Böyle bir hamurla şekillenmeye başlayan çocuklar, eğitimin ikinci ayağı olan okula başladıklarında da, aynı tepkisel tavırlar sergilemeye devam edecektir. Ailede nasıl görmüş ve yaşamışsa, aynını veya benzerini, okul hayatına taşıyacaktır. Sorumsuz, büyüklerine saygısı olmayan, istediğince ve dilediğince davranmak isteyen, derdini ve sıkıntısını konuşarak çözmeyi öğrenemediği için kaba kuvvete baş vuran, ahlâk ve görgü kurallarından uzak, beyninin hücrelerini cinsellik üzerine harmanlamış, yasak ve kötü alışkanlıkların kurbanı olan ‘sorunlu’ birer insan olacaklardır.
Tüm bunların üzerine, eğitim kurumlarımızı dolduran ehliyetsiz öğretmenler, yöneticiler ve bozuk eğitim sistemi de eklenince, ortaya, gazetelere manşet olan, televizyon kanallarını dolduran, gençlerin bozgunculukları ve sapıklıklarıyla karşı karşıya kalıyoruz
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı tarafından 2000-2001 eğitim-öğretim döneminde, liseli adölasanlardaki (çocukluktan erişkinliğe geçiş süreci) intihar eğilimini tespit amacıyla yapılan, 10 lisede eğitim gören yüzde 51.1`i erkek, yüzde 49.9`u kız, 2 bin 352 öğrenciyi kapsayan bir araştırmanın sonuçları, kanımızı dondurmuştur. (Araştırma sonuçlarına göre, yaş ortalaması 16.5 olan öğrencilerin yüzde 55.5`i mutsuz ve umutsuz. Geleceğe kaygılı ve karamsar bakan öğrencilerin yüzde 22.4`ü aklından intihar düşüncesini geçiriyor, yüzde 14.1`i ise nasıl intihar edebileceği hakkında planlar yapıyor.)
Bu araştırmaya göre, gençlerde intihar eğilimi ve teşebbüsü tüyler ürpertici artışı göstermektedir. Tüm sıkıntılarına rağmen sorunlarını daha çok arkadaşları ile konuştukları, büyük bir çoğunluğunun çekindikleri ve korktukları için ailelerine anlatmadıkları anlaşılmıştır.
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Nafiz Bozdemir, yaptığı açıklamada, ‘Aileler, çocuklarındaki davranış farklılıklarını dikkate almalı. Aşırı derecede içine kapanan, fazla para harcama eğilimi olan, arkadaşları ile iletişim kuramayan, ailesi ile konuşmaktan kaçınan çocuklar risk gruplarını oluşturuyor` diyor.
Tüm bu sonuçlar gösteriyor ki, sağlıklı, mutlu, geleceğe güvenle bakabilen bir gençlik yetişmesinde ailelere, okul yöneticilerine ve öğretmenlerine büyük görev düşüyor.
Gazetelerde ve televizyon programlarında bu tip olumsuzlukları yeterince gördüğümüz için, birkaç cümleyi bir araya getirip, eleştirisini yapmak ve tavsiyelerde bulunmak istedik. Çünkü binlerce zehir gibi işleyen pırlanta beyinler, ihmalin, ilgisizliğin ve yanlış ideoloji sevdalılarının kurbanı oluyor.
Müreffeh bir Türkiye için, gençlerimizin desteklenmesi, önlerinin açılması, onları bozacak ve ahlâkî çöküntülerin oluşmasına yol açacak sorunların ortadan kaldırılması, özenti ve kıskançlığın, uyuşturucu, alkol, sigara gibi kötü alışkanlıkların, gençlerimizin arasından bir salgın hastalık gibi yayılmasının önlenmesi gerekmektedir. Hepimize düşen görev, aşırı baskı ve zorlamadan uzak, gençlerimizi anlamaya çalışmak, onların özgüvenlerini kazanmalarına yardımcı olmak ve başarıya ulaşabilecekleri her konuda destekçileri olmaktır.
Ölçü ve sınır, insanlık için bulunmuş en güzel nimetlerdendir. Ne mutlu ölçüsünü ve tadını kaçırmadan çalışan, okuyan, gezen, kariyer yapan ve ben de varım diyebilen gençlerimize… Sizler bizim yarınlarımızsınız. Sizlere güveniyor ve sonuna kadar arkanızda olduğumuzu belirtiyoruz.
|