Tevhid Necip Fazıl Kısakürek Sayı:
99 -
Mutlak müessir diye işaretlediğimiz, mutlak kudretin sahibi MUTLAK ZAT... Mutlak Zat, vücud olmanın, sayıya girmesi muhal olmanın, mutlak keyfiyet ve yegânelik anlamiyle BİR’dir.
Oluşun, olmanın gereği BİR... Kemmiyeti yakan ve zatiyle kalan nâmütenâhi BİR...
İmam-ı âzam “Fıkh-ı Ekber” isimli eserinde, bu BİR’i akıl hamlesinin son mecaliyle, BİR üstü BİR mânâsına sayı dışı “şiddetle bir” diye tarif eder.
Şah-ı Nakşibend’in “mutlak tevhid mümkün değildir” diyerek anlaşılmasını akıl dışı kabûl ettiği, her şeyi silici, sayıları berhevâ edici ve yalnız kendisi kalıcı BİR...
Miraçta, “Sidretü’l-münteha - nihayetteki ağaç” noktasında, artık daha ileriye geçemeyeceğini, geçecek olursa kanatlarının yanacağını ve ötesine ancak aşkla geçilebileceğini söyleyen, akılda son mertebe Cebrâil, mutlak tevhidin eriyip silinmekten ibaret olduğunu işaretlemiştir.
Böyleyken iman ve itikad ile mükellef akla düşen borç, kendisinin kuşatılmışlığını ve mahpusluğunu düşünüp hiçbir işe yaramayacağına hükmetmek yerine, aksine, İlâhî bahş olarak pek büyük bir nimet olduğunu takdir etmek, fakat asıl kuşatıcı ve sınırlayıcı Zat önünde yükseldikçe küçük kalacağı şuurunu tutmak... Allah’ı, ortaksız, benzersiz, eşsiz, misalsiz ve misilsiz BİR kabûl etmek...
Hz. Ebubekir’in vasfettiği derece: “İdrakin aczini idraktir ki, idraktir”...
Allah ve Resûlü’nün kitaplarından sonra dinde en büyük eser kabul edilen “Mektubat-ı İmam-ı Rabbânî”den kısa bir cümle: “Allah tecelli eder, öterin ötesinde, ötenin ötesinde, öterin ötesinde”... Üç kere tekrarlanan “öte” tabirinin sayılar boyunca sonsuz ötesi...
Tevhitte yol, bu sonsuz öteler anlayışı içinde; aklı, kendi âletleriyle hakikate erdiği vehminden korumak ve Allah’ı bulmayı, onda kaybolmakta bilmektir.
İSİM
Hadis meâli: “Bir kimse güzel isimlerden 99’unu sayar, mânâlarını bilip doğrularsa cennetlik olur.”
Allah kelimesi, âlemleri yaratan, o da ayrı bir yaratık mevkiindeki yokluk uçurumundan kulunu çekip ona vücut veren MUTLAK ZAT’ın hâs ismidir ve böyle bir hususiyet, Hakkı hep sıfatiyle belirtici başka dillerde mevcut değildir.
Bu isme, alem, simge, arma, tuğra güzüyle bakabiliriz. Aslî harfler dairesinde yazılışıyla de, okunuşuyla de böyle... Arapça dâhil, her dildeki sıfat ve delâlet ifâdesi isimler, başta müslümanların kullandıkları İlâh, Rab, Mevlâ, Hüdâ, Yaradan, Tanrı gibi adlar bulunmak üzere birer zâhirî tasdik ve tevhid işareti olmaktan ileriye geçemez ve ALLAH ADININ YERİNİ TUTAMAZ. Hele “Tanrı” kelimesi İslâm’dan önceki Türkçe’de “Tanyeri” kökünden geldiği ve güneşe tapmayı ifade ettiği için, mücerret İlâh mânâsına da olsa bile put kokusu vermekten uzak tutulamaz.
Allah’ın alem, tuğra isminden sonra ve bu ismin etrafında tek tek birer sıfat belirtici sayısız adları vardır. Bunlardan Kur’ân ile bilinenlere ve bir grup halinde tespit edilmiş olanlara “Esmâ-ül Hüsnâ=Güzel İsimler” denilir.
Gösterdiğimiz üzere isim ve sıfatlar sayısız, levhalaştırılan 99 ad ise sabittir.
İsimlerin Allah adından ayrı, 99’a kadar götürülmesinde sayıları sınırlamamak, tahditçilikten kaçınmak ve kemalli sayı 99 üzerinde sonsuzluğu işaretlemek sırrı vardır.
Bu isimleri aklın mantık hesabına göre yorumlamak değil, zevk ve sır idrakiyle tadmak gerekir.
(İman ve İslâm Atlası)
|