K?lt?r, Gen Bilgisi, Palimsest Kentler ve K??eye Syky?my? Vicdanlar ?zerine.. Mehmet Hasret Sayı:
51 - Ocak / Mart 2006
İspanyol düşünür ve gezgin Goytisolo’ya göre Batı bilgisini anlamak için sadece Endülüs’ü değil, bütün Arap tarihini de anlamak gerekir. Biri diğerinden ayrı düşünülemez. Tıpkı Osmanlı’yı tarihten söküp aldığımızda Rus tarihinin, Alman, İngiliz ve Fransız tarihinin kıratının düşmesi, bütün tarihi unsurların anlamsızlaşması, tarih manzaralarının silinip ortadan kalkması gibi… Ne Romasız, ne Endülüssüz, ne de Osmanlısız bir dünya tarihi düşünülebilir veya bir dünya hayatı yaşanabilir…
Bugünün yunanın da eski yuna'dan bir iz, bir devam gördüğümüzü söylemek tartışmalıdır. Bu, yüklenmiş rolün getirdiği rol sorumluluğuyla birlikte uyarılmış olan bir bilinç meselesidir. Yani saf idrak… Bugünün Anadolulu halkı bugünün yunanlısından daha çok Roma’nın temsilcisi sayılır. Ve aynı zamanda ondan öte olarak Osmanlı’nın…
Kültür, genetik bir bilgidir… İspanyaya bakan bütün verimleriyle Endülüs’ü görür; Toledo’yu, Cordoba’yı, Granada’yı ve hepsinde El Hamra’yı bir cenin gibi görür. Keza Osmanlı’ya bakan da eski Mezopotamya kültüründen Roma’ya ve Roma’dan Bizans’a bir etki dizini görebilir. Ama hepsi bir mutasyon etkisidir.
Kültür, bir medeniyetin cenin halinden hangi uzuvlara ve şekillenmeye doğru tekâmül edeceğinin bilgisini taşıyan bir kromozom örgüsüdür. Bir kültür bir kültüre değdiği zaman, gelişme tetiktedir. Fatih dünyaya düzen verme anlamında Roma’nın devamı olduğunu her daim bildi ve bu mutlak dayanaksız bilgiye bir karakter kazandırmaksa mutlak anlamda İslam kültürünün hakkı oldu.
Endülüs sadece eski yunanı tercüme etmekle kalsaydı; bir insanlar güruhu olmaktan öteye geçemez ve bir medeniyet ölçüsü olarak anılamazdı. Endülüs, dünyada ortak bir kültürün devamıdır ve insanlığın ortak mirasının bir nüvesini o yüklenir. Kültürlerin iç içe geçerek gelişmesi, insanlık bilgisinin en makul ve en estetik olana doğru tekâmül etmesi kültürel bir mutasyonun varlığına delil… Örneğin mevcut mutasyon Endülüs ve Osmanlı’da müspet; bugünün egemen güçlerinde her daim menfi…
Mimarlar mimarı Sinan, Kanuni’nin mimari vakarı, Baki’nin taştan yontulmuş sedası olmuştur; bunu yaparken kendinden önceki Roma, Bizans ve Selçuklu mimari kalıplarını ve kendi yeteneklerini mezcetmiş; ortaya ıslah edilmiş üstün bir mimari keyfiyet koymuştur. Bugün İstanbul’un ruhu ve çehresi, her türlü çekirge ve iştah talanına rağmen, silinemiyorsa bu Sinan’ın İstanbul siluetine bastığı gül iklimi mühründe saklıdır. Dönüşüm denen vakıa sayesinde o devir için bir asalete doğru ıslah sağlanırken; ne yazık ki, bugünün rafine düşüncesinde ise dönüşüm denen lanet kromozom bilgileri bozulmuş hilkat garibelerinin eline kalmıştır.
Bir medeniyetin gözleridir kentler; eğer ki o gözlerde bir kötü niyet kıvılcımı okunmazsa, bilgi, kültür ve medeniyet üstün idrake işaret… New York’u bir cenin kılığındayken görseydiniz, ondaki parıltıya aldanıp onun geleceğin ışık mezarlığı bir ceset teni olduğunu daha o zamandan anlardınız; Paris’i, Londra’yı gizli kinlerinden dolayı akrep yumurtası gibi görürdünüz. Amerika’da Venedik gibi bir kent yapısı kurulduğuna şahit olsaydınız; onun bir şekilde toprak üstüne diktiği otel ve kumarhane gövdeleriyle övüneceğini sezerdiniz. Kentleri okumayı bilseydiniz; bir kenti ‘Iago’ların, ‘Barabbas’ların eline teslim eden kötü tohumun ne olduğunun anında kavrardınız.
Araplar, Avrupa karasına ayak bastığı vakit, o andan itibaren o adımların Endülüs’e dönüşeceği belliydi; Arapların ileri matematik, felsefe, astronomi, fizik gibi ilmi bilgileri sayesinde İspanya’da sulama kanallarıyla çevrili, ay ışığında damıtılmış güzel bahçelerle bezeli bir toprağın kabaracağı, su kemerleri ve çeşmelerle bir medeni kent dokusu oluşacağı; o topraklarda herkesin beraber yaşamakta bir sakınca görmediği bir iklimin hâkim kılınacağı belki hikâye başlamadan belliydi.
Endülüs’ün ilim deryalarından “İbnü’l Arabî” yer yer şu ayet mealini hatırlatır: “Sizi sınayacağız, ta ki bilelim…” Othello’nun yüzünden ekşiyip gelen ter, kıskançlık, kin Rogojin’in iliklerine girdiğinde ve bunu biz okuduğumuzda sınandığımızı bileceğiz; Bağdat’ta, Şam’da, Gazze’de bir ev yıktığımızda ve yuva yıkmanın bilim ötesi literatürde ne anlama geldiğini öğrendiğimizde sınandığımızı bileceğiz; şu sınırlarların yumak olduğu arz-küre üzerinde hangi coğrafyaya gidersek gidelim aslında bir medeniyet ceninin her şeye düzen verme ruhuna bağlı bir kromozom bilgisi olduğunu idrak edip sınandığımızı bileceğiz. Mesela Goytisolo’ya göre İstanbul, tıpkı parşömen üzerinde silinmiş kadim izler taşıyan, çokdilli “palimpsest-elyazması” sihrinde bir mekân ve zamandır. Üzerinden birçok cenin gölgesi geçmiştir; ama biz kurduğumuz kentlerde, dünyayı okuma biçimlerimizde hep vicdanı olan ruhlara gövdelik etmek isteriz, biz vicdanı olan mekân ve zamanlar peşindeyiz. İnsanlığa merhamet olarak kurulacak kentlere bir örnek teşkil edelim; ta ki Allah’ın rızasıyla bilinelim diye…
|