Kaygılanacak ne var Ekrem Esad Atan Sayı:
101 -
Hayatın kurmacasına, olayların yönetilmesine etkilenmemek elde değil. Öyle büyük bir sistemin içinde herkes gibi ben de küçük bir çarkım ve insan etkileniyor işte…
Öyle ki, o büyük sistem beni, seni, bizi ve en neticesinde herkesi hesaba katmış, ne yapmamız gerektiğini söylemiş, sonuçlardan bahsetmiş, hattâ sonuçlardan çıkan sonuçları bile söylemiş. Tıpkı kelebek etkisi gibi anlaşılması zor olan bu sistemde, dilediği kadar düşünebilmemize izin vermiş. Her şeyi birbiri ile bağlı, nakış gibi işlemiş. Gözle görülse de görülmese de türlü türlü adalet vermiş. Bunu kabul etsen de etmesen de içindesin işte. Tekrar ve tekrar, ne kadar güzel ayarlamış… (Bu bahsettiğim sistem gerçek sistem, insan yapımı sistemler değil. İnsan yapımı sistemlerle hiç alâkası yok, en önemlisi açık yok. Milyonlarca yıldır süregelen müthiş bir sistem… İnsan yapımı sistemlere ayrıca değinmek gerek!)
Dile kolay, evet demek, kabul etmek, hayret etmek ne kolay. Peki ama bunlara gerçekten inanmak?
Dilden gönüle geçti mi gör bak hayat nasıl da film gibi oluveriyor. İnsanlar oyun oynuyor, oyalanıyor, seviniyor ya da dertlenip kederleniyor. Sana sadece seyretmesi kalıyor. Ne güzel anlatılmış Tefvîznâme’de:
Hak şerleri hayr eyler,
Zan etme ki ğayr eyler,
Ârif ânı seyr eyler,
Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler…
İşin ilginç kısmı insanlar işin içine girince, hayatlarını yönetmeye çalışınca başlıyor. Hayatın içindeki oyunlara kapılanlara sorsan hayatın gerçek yüzünden bahsediyorlar. Hepsi de tecrübeli, hayattan dersini almış (hayat okulunu okumuş, okuduğu yetmemiş derece ile mezun bile olmuş!), kendi kendilerini dolandırıcı yapmış insanlar. Önce kendilerini dolandırmaya başlarlar sonra doğru bildikleri yolda önüne çıkan herkesi dolandırmaya kalkarlar. Bir de o iğrenç, mutsuz fakat başarı dolu sandıkları hayatlarıyla sana akıl vererek, sana yardım etmeye çalışırlar. Kendilerini hiç göremezler, gerçekten komik. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Bir adam düşünün sevmediği bir iş yerinde çalışıyor. Her sabah öfleye püfleye gidiyor işe. Bunun sebebi de iş yerindeki çalışma arkadaşını veya her hangi birini ya da birilerini sevmemesi olsun. Düşmanlık derecesinde sevmediği o kişiye şartlar elverdiği zaman ağzına geleni söylemiş ve zaten çekilmez olan iş ortamı daha da çekilmez hale gelmiş olsun. Senin de bir insandan yana sıkıntın varsa ve bu konu hakkında ondan yardım istiyorsan vay haline… Kendi yediği halt yüzünden ne halde olduğunu düşünemez ama sana ağzına geleni söylemeni tavsiye eder. Çok tuhaf. Akıllı bir insanın aklının alacağı türden bir şey değil bu.
İnsanlar kendi yedikleri haltlar neticesinde ne halde olduklarının farkında değiller... Bu noktaya gelmeleri kendilerinin bir ürünüdür. Bunu anlatmaya çalışır, işte senden çıkan sonuç bu dersen sana karşı cephe açarlar. Her zaman gerekçeleri vardır. Kendilerince ya öfke kontrol problemi vardır, ya her şey üst üste geliyordur, ya da hiçbir şey iyi gitmiyordur. Bunların kendileri ile hiç ama hiç alâkası yoktur!
Sonuç: Vermeyince Mabud neylesin Sultan Mahmut…
Dönelim biz muhteşem sistemimize, direksiyondan çekilip yolcu koltuğunda seyredelim hayatın güzelliklerini…
Son olarak konuyu güzel bir şekilde özetleyen bir Henry Ford sözü ile bitirelim: “Tanrı’nın olayları yönettiğine ve benim önerime ihtiyaç duymadığına inanıyorum. Tanrı iş başında olunca her şeyin en iyi şekilde biteceğine inanıyorum. Öyleyse kaygılanacak ne var?”
|