Uluslararasyla?an D?nya Olda? Pynar Sayı:
51 - Ocak / Mart 2006
Mülkiyet! Belki de her şeyin temelinde yatan olgu veya hak.
Binlerce yıl ötesinde bir insan çıkıyor ve o zamana kadar hiç söylenmemiş, akıllara bile gelmemiş bir cümle kuruyor; “şu etrafımda çizdiğim toprak parçası, burası benimdir bana aittir”. İşte bu güne kadar oluşmuş bütün sistemlerin, ekonomilerin temelinde bu söz yatmaktadır. Bu sözden sonra insanoğlu sahip olma yarışına girmiş; insan grupları, klanlar, kabileler, toplu yaşam tarzı ve ülkeler ve ordular doğmuştur. Herkes bir şeyin en çoğuna sahip olmak için savaşa girmiş, bu uğurda kitaplar yazılmış, ekoller oluşmuş, farklı düşünceler doğmuştur. Kimisi kapitalist demiş, kimisi sosyalist kimisi de komünist demiş. Aslında tüm sistemler aynı şeyden kulaklarını farklı şekillerde tutarak bahsediyor, herkes kimin neye nasıl ve hangi şartlar altında sahip olacağından yani mülkiyet denen olgudan bahsediyor.
Bugün bizler bu sistem içersinde ki ne olduğunun bence bir önemi yok bizim gibi bir çok ülkeyle beraber yaklaşık otuz yıldır dünyanın ve ekonomik sistemin hegemonya dayalı bir güç olduğunu iyice gösteren Amerikan kapitalist sisteminde çevre kapitalist ülke adı altında yaşıyoruz.
1980 sonrasında dışa açılan, sınırlarını kaldıran dünyada sermaye hareketleri bir su gibi o ülkeden o ülkeye hızla akmaya başlamıştır. İşte bu dışa açılan dünyanın küçük ülkelerinde ki şirketler rekabet denen aslanla yüzleştiler kimisi yok olup gitti kimisi de yabancı sermaye denen olgunun içine karıştı ortak oldu. Büyük şirketler dışa açıldıkça başka şirketlerle ortak oldukça aslında sınırların ülkelerin çevresinde değil içinde olduğunu gördüler. Zaten yıllarca gelişmelerine engel oldukları ülkelerin yasaları, kanunları ve mevzuatları kendilerine uygun değil hareketlerini kısıtlar nitelikteydi. Engeller kavramını daha spesifik hale getirirsek iyi yada kötü, işlevini yerine getiren yada getirmeyen olsun o ülkelerin muhasebe sistemleriydi. Yabancı yatırımcı önünü görmek ister, yabancı sermaye yatırım yapacağı alanın karlı olduğunu bilmek ister, bir şirketi alacaksa veya ortak olacaksa onun gelecek vaat ettiğini bilmek ister. Şeffaflık önemlidir ama kim için ve ne için şeffaflık? Bu da önemlidir. Ortaklar, potansiyel yatırımcılar, kredi verenler, yabancı sermaye… şeffaflık bunlara mıdır? Kavramsal çerçeve denen olgu bu insanlara yönelik midir? Yoksa bankada parası, emeklilik tazminatı, birikimleri batan ve bunu da yine kendi cebinden ödediği vergileriyle tazmin eden insanlara yönelik midir? Bence yaşanan gelişmeleri Goethe’nin ünlü eseri Faust çok güzel özetlemektedir;
…Faust, çalışmalarını sürdürürken etrafında ki bölge tümüyle yenilenmiş, onun imgesinde yepyeni bir dünya yaratılmıştır. Sadece kıyı boyunda küçük bir toprak parçası kalmıştır hala eskisi gibi. Burada çok eski zamanlarda yerleşmiş sevimli bir yaşlı çift yaşamaktadır. Faust bu yaşlı çifte onların elinde bu küçük araziye takar kafasını “Şu yaşlılar uzaklaştırılmalıdır… Benim olmayan şu birkaç ağaç, dünyalara sahip olma, arzumu zedeliyor. Zenginlik içinde yüzerken dünyada sahip olamadığımız nesnelerinde var olduğunu düşünmek gibi bir işkence var mıdır?” Faust’un yapıtının doruğa ulaşması için uzaklaştırılmaları gerekmektedir, bu yaşlı çift tarihin, ilerlemenin, gelişmenin yolunda birer engeldir, miadı dolmuş insanlardır ve çekilip atılmaları gerekir. Faust’un emriyle bu yaşlı çift öldürülür.. Cinayet sadece Faust’un kişiliğinden değil, modernleşmeye özgü kolektif kişisel olmayan bir güdüden de kaynaklanmaktadır.Eski dünyanın görünüm ve duyuşundan tek bir iz bile taşımayan türdeş,tümüyle modernleşmiş bir alan yaratma güdüsü(1)…
Biraz ironik, ama kafamın içinde bir yerlerde karşı olduğum ve yaşamaya da mecbur olduğum bu ilişkiler düzeninde bende uluslararasılaşmak, şeffaflaşmak istiyorum.
1-Fuat Ercan, Modernizim, Kapitalizm ve Az Gelişmişlik, Bağlam yayınları, 2003, s.71
|