Devlet, vazifeni yap! Ali Erdal Sayı:
103 -
O KANUN
O kanun ölümsüzlük nizamının hevengi,
O kanun doğru, güzel, iyinin tek mihengi... (Necip Fazıl)
Bir kişi, bütün tıp kitaplarını okusa, doktor olabilir mi? Daha açık ve net soralım… Hastanızı böyle birine emanet eder misiniz? Pek çok şey bilen ama bilgilerinin hastalığı teşhis ve tedaviye yarayıp yaramayacağı meçhul biri yerine, ehliyeti tasdik edilmiş olanı tercih etmez misiniz? Meslek bilgilerini ve ahlâkını kazanmış, bilemediklerini de nereden öğreneceğini bilen, işinin ehli, işini sistemli yapan ve seven biri, cemiyet için ne büyük nimettir. Sistemsiz ve karışık bilgi deposu kişilere eskiden “mâlûmatfuruş” denirdi. Besmele ile başlayıp, bereket duasıyla bitirilen yemek yerine, vakitli vakitsiz, eline geçeni ağzına tıkıştıran, abur cuburla midesini şişiren kişi. Ne açlığı bilir, ne tokluğu… Ne cahilliği bilir, ne âlimliği… Eskiden sağlam imana dayalı sistemli “usul ve esasa uygun” ilim öğrenene “ayaklı kütüphane” denirdi. İlmiyle amel eden âlim… Şimdi ayaklı kütüphaneden, mâlûmatfuruşluğa düştük… Everest tepesinden Lût gölüne… Sağlıklı beslenmeden mide fesadına… Dalyan gibi delikanlıdan, bütün değerleri göbeğinin içinde erimiş “nefsinin insanına”…
Bugün cemiyetimize, sağlık gibi en önemli bir mevzuda bile “mâlûmatfuruşluk” hâkim... “Ayaklı kütüphanenin” yalanı bile yok. Her televizyon kanalına her saat, yeni bir “şifa” keşfetmenin heyecanı veya bir yemek programı hâkim... İnternette ne ararsanız arayın, böyle mâlûmatfuruşlar pat diye karşınıza çıkıverir. Ağzı olan konuşuyor denir ya, şimdi teknik imkânlar sayesinde o da şart değil. Ne çok “şifacı” varmış meğer. Her gün Amerika defalarca keşfediliyor. İspat, delil, deney, laboratuvar, tecrübe, ilim, kayıt, kıstas gerekmez; kim nerede söylemiş, kimler taraf olmuş, kimler şerh koymuş, kimler niçin karşı çıkmış belirtmek akla bile gelmez; şahit aranmaz, güvence verilmez… Sorsan sıkılmadan cevap hazır: “Kaynağını bilmiyorum, bana da başkasından geldi.” Doğru, yanlış kaygısı yok. Bir kişiden söz naklediliyorsa, hangi kitabının kaçıncı sayfasında o ifadenin yer aldığını belirtmek gerekmez; zaten sizden bunu bekleyen de olmaz. Size ne büyük iyilikler ediliyor, farkında değil misiniz, minnettar olun, bir de şüphe mi edeceksiniz? Zaten her sahada fikrin münekkidi, jandarması, disiplini, nizamı, sistemi yok; yanlış söyleyene ceza, doğruyu ifade edene mükâfat yok; sağlıkta da olmayıversin. Her sahadaki kargaşadan, sağlık mahrum mu kalsın? İsteyen istediğini, istediği zaman, zararlı veya faydalı ilân edebilir. Bir de hesap mı verecek? Sahtekârlara ve sahtekârlığa karşı müeyyide gerekmez. İşin temeline inmeden, doğru imanın mihengine vurmadan, uzmanlarına sorumadan rastgele bilgileri karmakarışık, öncelik ve sonralık sırasını hesaba katmadan, muhatabın seviyesini düşünmeden cemiyete boca etmenin zararı kimsenin aklına gelmez nasıl olsa.
Cemiyete sunulan bu bilgilerin hepsi zararlı ve malayani olmayabilir. Ama böyle bir kazanım, büyük meydan muharebesinde küçücük bir mevziyi ele geçirmek en fazla... Zira yanlışlar, doğruların misli misli… Hele malayani, sayılacak gibi değil. Sağlık, her ferdi ve bütün cemiyeti ilgilendireceğine ve hayat memat meselesi olduğuna göre, bu konuda olsun, birtakım fertlere küçük faydalar sağlanması ile yetinilemez ve bunun için cemiyete verilecek zarar göze alınamaz.
“Sosyal medya” diye tâbir edilen sanal dünyada, yeni tipler türedi: Başta cemiyete fedakârca (?) sunduğu yazılı ve görsel bilgileri bütün herkesin okuduğu sanısına kendini kaptırmış, insanlığa bilâ bedel hizmet eden hamarat Donkişotlar... Ardından futbolculardan daha gözde sanal medya “fenomenleri”… Sanal dünyayı kendileri yönünden verimli alan gören yerli ve yabancı ajanlar, akıntıya kapılan ve sürüye uyan işgüzarlar… Yanlışa sevkedici, yanıltıcı, aldatıcı reklâmlar ve intihara sürükleyen sanal oyunlar da cabası. Kısaca hasta olmak için uygun bir ortam…
Bugün vaktimiz, evimiz, ocağımız, ailemiz, çoluğumuz çocuğumuz, ferdimiz ve cemiyetimiz; rehbersizlik ve sistemsizlik yüzünden “mâlûmatfuruşlar” ordusunun işgali altında… Her sahada… Zira içecekten yiyeceğe, tohumdan verime, sahteden güya tabiîye kadar maddî ve manevî tehdit altındayız.
Küçük mevzi kazanmak diye ifade ettiğimiz sistemsiz ve temelsiz bilgiler de yine sistemsiz ve temelsiz boca ediliyor cemiyete. Bunların hepsi doğru bile olsa, sistemsiz ve karma karışık sunulması bile zarar olarak yeter. Hattâ bunların hepsi doğru olsa bile insanı bu kadar yeme içme üzerine, nefsini besleme, nefsin arzularını esas alma üzerine odaklandırmanın zararı yeter.
Oysa devlet bunları süzmeli ve ondan sonra servisine izin vermeli. Eğer faydalı gıdalar tesbit ise maksat, bilgilerin toplanması da, sunulması da, uzmanlar tarafından ve sistemli olmalı. Bir temele, doğru bir imana dayanmalı ve fıtrata uygun olmalı, yani İslâm’ın hükümleri esas alınmalı. Sistem de bu iman temeli üzerine bina edilmeli. O zaman manevî ve maddî sağlığımız fert ve cemiyet olarak ele alınmış olur.
Doğru temel ve sistemle ne mi kastediyoruz? Meselâ… “Ey insanlar! Yeryüzünde bulunan maddelerin helâl ve temiz olanlarından yiyin; şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o apaçık düşmanınızdır.” (Bakara,168). Sadece bu temel alınsa; sistemli olarak ve ehil kişiler vasıtasıyla şunlar şuurla düşünülecek, doğrular bulunacak ve cemiyet de bu doğrulara uygun zinde ve sağlıklı olacak:
Şeytan nedir, peşinden gitmek ne demektir? Peşinden giden ne kaybeder, gitmeyen ne kazanır?
Neyin peşinden gitmeliyiz?
Temiz olmak, kirli olmak nedir, nasıl temiz olunur?
Helâl ve haram nedir, nasıl tespit edilirler. Buna riayet ne kazandırır, riayet etmemenin akıbeti ne olur?
İslâm’ın bütününden süzülecek böyle bir faaliyet, bugün abur cubur gıdalara ve bilgilere mahkûm edilen kafaları ve kalpleri sakin bir şekilde tatmin edecek, öğrenilmesi gerekenler, uzmanların eli ile insanlığa sunulacak. Fayda ve zarar listesi kendiliğinden ortaya çıkacak… Ayrıca tek tek şu şöyle faydalı bu şöyle zararlı demeye lüzum kalmayacak, devletin eğitimi bunu sağlayacak. Karmakarışık bilgilerle, esas maksadı ilâç firmalarını zengin etmek olan ilâçlarla, lüzumlu lüzumsuz tahlillerle; iştahı artan, şaşkın, uykusu bozulan, asabileşen, bunayan ve bunalan insana karşılık, İslâm’ı esas alan hayat sayesinde meydana çıkacak sağlıklı ve zinde insanı ve cemiyeti düşünün…
“Acıkmadan yemeyen, doymadan yemeği bırakan”…
“Helâl ve temiz yiyen”…
“Midesini ateşle doldurmayan”…
Bu ahlâk kazanılınca ve bu idrake yükselince bugün insanlığın en büyük belâlarından biri haline gelen başta “obezite” olmak üzere esas ve sistemden mahrumiyetin getirdiği hastalıklar kendiliğinden ortadan kalkacak. Belki dünyanın parası harcanarak yapılan hastahanelerin yarısına lüzum kalmayacak.
Doktorluk liyakati nasıl devletin taahhüdü ve kefaleti altındaysa, vatandaşının manevî ve maddî sağlığı da devletin taahhüdü ve kefaleti altındadır.
Devlet, vazifeni yap!
|