Nefse Hakimiyet Sinan Ayhan Sayı:
103 -
Size ve bizlere gelenekten bahsediyorlar; aykırı varlıkların bize, yani içimize iyi gelmediğinden… Sizin etiketlerinize bakıp size dair haberler uyduruyorlar ve elinize güya bir iyileşme reçetesi tutuşturuyorlar… Allah aşkına siz bilmez misiniz hiç, sizin hoşunuza giden rengi; size zorla kendi kapalı renklerini sevdirmeye uğraşıyorlar…
Bizce bulunup istif edilenler, bir vakarla toparlanıp yorumlanmış olanlar onlarca haram; onlara göre tutulan hesaplar, defterler, korunan değerler bizce köhnemiş…
Bizim bir gizli bilmediğimiz mi var, daha kıstas zamanlardan… 'Eski'nin eskimiş olduğuna kim karar verir; eskide kalmış olanın varlığı… 'Yeni'yi aşmış eskiler var mıdır; olabilir… Peki, yeniyi aşmış yeniler; onlar sadece zaman olarak eskiyecekler… Kimsenin söylemediği, daha önce bir araya gelmemiş kelime yanyanalıkları veya illüstrasyon kurgular başka nasıl bulunup çıkarılacak, icat edilecek ve terbiye edilecek; daima yeniyi arzulamaktaki suç ne; zaman olarak eskimişleri ezip geçme ihtimali mi; saçma, onlar baskındırlar ve tarih boyunca dönüşüp giderler, bir fikrin kökünden diğerinin ekine…
Gelenek, her an değişen geçmiştekinin bir devamıdır; doğru, ama yeni taze bir soluktur, zindelik kaplı…
Yenilikçiler, bazı ölçülere göre bir kimyasal dönüşümü simgeler sanki; sınırlar aşılırsa her şey tersine döner; asıl niyet bu değildir: Hem yenilikçiler, hem gelenekçiler bu noktada birbirlerini net anlamak mecburiyetindedir.
Şekeri yakarsanız, şekerden eser bulamazsınız sonra… Peki, unla, suyla ve dolayısıyla hamurla belli şartlarda karıştırılan, hamur olan ve doğru zamanda, doğru yerde olmak gibi tencereye konan şeker yakılırsa… Şifalı helva pişer…
Yenilikçiler yerinde ve zamanında ne yapmaları gerektiğini kestiremediklerinden şekerin yanık kokusunu etrafa yayarken, gelenekçilerde zaten olmuş bitmiş ocaktaki yemeği ısrarla söndürmeyerek dibi tutmuş bir yemekle sahneye çıkıyorlar…
O halde bir nüans bulmalı, ortak bir amaç; yakmak, kimyasını değiştirmektense; belki bir şeyleri pişirmek, kıvamına getirmek anlamında bir keyfiyet katabiliriz buna, ama her şeyden önce kendimiz pişmek, kendimizi pişirmek…
Demek ki hiçbir varoluş çiğlik kabul etmiyor…
İnsanlığın tek bir kafa olup düşündüğü mesele; ruh nerede, akıl nerede, istek, arzu, düşünmek nerede; ben neredeyim, ene nerede, varsa bir ego, o nerede..?
Kader kurbanları derler, acaba öyle mi?
Ben nefsiyle mağrur olmak, nefsinin kurbanı olmak diyorum buna; işin sorgusu, can alıcı yeri ve usturupluluğu da buradadır… Bu çağ suçların çağıdır ve ne yazık ki herkes nefsiyle mağrurdur... Biz, sorunu nefsiyle cahil olmak, nefsinin cahili diye çevireceğiz günümüz düşünce şekillenişine… Madem ortak bir amaç içindi her şey, bunu belirttik; o halde bu ortaklığın en başta ortak bir hastalıkta buluşup geldiğini de açıklamamız gerekecek…
Zihniyetler, bakışlar, görüşler, göremeyişler ve ideolojiler ve sair benlik damgaları; ipe sapa gelmez bir elbise gibi dikiş yerlerinden patlamış, üzerimize dar gelen bir halde bizce tasnif edilmeyi bekliyorlar; kucağını açmış kozmos bizi bekliyor, kaostan çıkacak olan kozmos… Hor görüleri, ön görüleri; var görüleri, yok görüleri ve kör görüleri bir kalemde silip önümüzü açacak olan yine bizleriz…
Belki de, akıl için sırat buradadır… Benliğin kıyameti, kendisine giyecek bir elbise uyduramamasıdır ki bu da onun için çıplak kalmaktır, bir bakıma tacize açık kalmak, horlanmak, böylece üşümeye bırakılmaktır…
Dünyanın ve güneşin bat(t)ısında kalanlar, kavram olarak bir nefs anlayışından habersizdir; ben denileni de, ruhu da, aklı da nerdeyse bir ve çakışık görürler; onların nefs odakları kaymıştır… Ama meselenin doğusunda kalanlar, batısında kalanlardan da pek farklı bir manzara içinde değildir. İnsanlık, nefsine hâkim olmadan hiç bir şeye hâkim olamaz; ne 'eski'ye, ne 'yeni'ye...
|