Yolun sonu Site Editörü Sayı:
104 -
Bir gâyesi olmak sadece insanlara mahsus bir özellik değildir. Kurumların, devletlerin, devrimlerin, yazıların, dergilerin hep bir gâyesi vardır. Bir kurumun gâyesi sorumlu olduğu konularda hizmetini en güzel ve doğru şekilde vermek, bir yazının, kitabın veya bir sinema filminin gâyesi derdini okuruna, izleyicisine anlatmak, mümkünse derdine onları ortak etmektir.
Örneğin benim bu yazı ile gâyem şu konunun altını çizmek olacak; kişi, kurum veya devlet, her kimin bir hedefi, gâyesi var ise o hedefe erişmek için gidilen yol, hedef kadar önemlidir. Sadece hedefin doğru, ahlâkî, faydalı olması yetmez, yolun da aynı özellikleri taşıması gerekir. Eğer yol bu özelliklerde değil ise hedefin hayırlı olması anlamsız ve faydasız, hattâ bazen zararlıdır.
Bu durumun en acı örneğini yakın tarihimizde yaşadık, acısını halen çekiyoruz. Amacı hak gibi gözüken bir güruh, o amaçlarına ulaşmak için öyle gayri ahlâkî yollara tevessül ettiler ki en sonunda gözlerini kırpmadan insanları öldürmeyi, milletin meclisini bombalamayı göze aldılar. Yumurtasını pişirmek için dünyayı ateşe vermek gibi bir şey...
Devletlerin de gâyesi vardır. Bir devletin gâyesi vatandaşlarına huzurlu bir yaşam ortamı sağlamaktır. Bu ortamı sağlamak için vatandaşından vergi alır, karşılığında sağlık, eğitim, adalet kurumları ile onlara ayrım gözetmeden, adaletle hizmet eder. Gece rahat uyumaları için savunmalarını sağlar, gelecek tehditlere karşı onları savunur.
Devletler bu gâyelerini gerçekleştirmek için ahlâkî, doğru, tüm canlıların haklarına riayet edecek yollara başvurmak zorundadır.
Çin… Hiçbir zaman dünyanın gündeminden düşmeyen bu büyük ülke şu günlerde koronovirüs nedeni ile daha da gündemde. Tüm dünya ülkeleri ellerine ne geçerse yiyen bu ülkeye karşı büyük öfke içindeler. Ülke kalabalık, çok fazla gıdaya ihtiyaç var. Ancak kitap sahibi dinlerde yenecek ve yenmeyecek hayvanlar belli. Çin’in kitaplı veya kitapsız dinlerle pek ilgisi yok diyelim ama canlı canlı kaynatılarak pişirilen köpeğe, canlı canlı tüyleriyle yiyilen tavuklara, bırakın yenmesini, düşüncesi bile insanı ürperten yarasa gibi hayvanların yenmesine ne demeli!.. Malûm virüsün yarasadan insana geçtiği söyleniyor. Çin’in Wuhan kentindeki hayvan pazarından başlamış deniyor. Çin’deki bu arsızlığı şu söz güzel anlatıyor: Çinliler masa hariç yerdeki tüm dört ayaklıları, gemi hariç denizde yüzen her şeyi, uçak hariç uçan yer şeyi yerler.
Karnımız aç, yiyeceğe ihtiyacımız var ama ona giden yol dahi doğru, ahlâkî ve diğer canlıların haklarına riayet edecek şekilde olmalı. Olmadığı zaman sonuçları ne kadar ağır oluyor, görüyoruz.
Çin’in hedefe giden yolda başvurduğu arsızlıklar sadece yiyecek alanında değil. Sayı konumuz olan Doğu Türkistan’da yaşananlar da bu arsızlığın diğer bir örneği. Doğu Türkistan toprakları 20. yüzyılın ortalarından önce Çin’in eline geçmiş ve yeni sınır anlamında bu bölgeye Şingcan bizim dilimizdeki adı ile Sincan demişler.
Çin’de etnik olarak Han Çinlisi olmayanların çok olduğu bölgeler özerk bir idare ile yönetiliyor. Moğol, Tibetli, Han hanedanı dışındaki Çinlilerden oluşan beş özerk bölge var. Sincan Uygur Özerk bölgesi de bunlardan biri.
Çin devleti her vatandaşına olduğu gibi kanunlarına göre bu bölgelerdeki vatandaşlarına da hizmet götürmek, haklarını savunmak zorunda. Her devlet gibi Çin de kendi güvenliğini, geleceğini düşünmek ve buna göre tedbirler almak zorundadır ancak bu amaca giden yolda başvurduğu yöntemler masa hariç dört ayaklı her şeyin yenmesi kadar itici olur ve zulüm ihtiva ederse o zaman işin sonunun hayra ulaşmayacağı çok bellidir.
Çin tam da bunu yapıyor. Güvenliğini öne sürerek öyle önlemler alıyor ki acıktıklarında yarasadan çorba yapmaları, köpek pişirip yemeleri hafif kalıyor. Nüfusun büyük bölümü Uygur olan bu bölgede Çin’in göç ve evlilik politikaları sonrasında Uygur nüfus %48’lere inmiş durumda. Uygur kızları Çinli erkeklerle evlendiriliyor. Uygur erkeklerine iş imkânı verilmiyor, öncelik Han Çinlilerine veriliyor. Bu gidişata direnenler de eğitim kampları adı altında hapsediliyorlar. Türkiye’de bu zulümden kaçan Uygurlar var, onların röportajlarını okuduğumda gördüğüm şu oldu, Şincan’daki akrabaları ile iletişimleri yok, ulaşamıyorlar. Türkiye’de profesör olan bir Uygur anlatıyordu, annesini ve ağabeyini aradığında Çin polisi çıkmış telefona ve kendisinin de geri dönmesini telkin etmişler. Belli ki eğitim (!) kamplarında Çin kültürünü benimsemeleri için eğitim vermek arzusundalar. Din hürriyeti yerler altında, insanların dinlerini yaşamalarına engel olunuyor, yaşamak isteyenler cezalandırılıyor.
Doğu Türkistan, adı ile batısında büyük bir Türk dünyası olduğunu hatırlatıyor bize. Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan ile sınır komşusu ama Türk dünyası bu bölge ile sınırlı değil elbette. Ülkemize kadar uzanan bölgeyi Batı Türkistan olarak görmemiz sizce de doğru olmaz mı? Ama bu büyüklük bırakın zulme engel olmaya, zulme karşı ses etmeye bile yeterli olmuyor. Biz de duaya vesile olması için bu sayımızda konuyu gündemimize, gündeminize almak istedik.
Yunus Emre sultanımızın buyurduğu gibi, zulüm ile âbat olanın, âkıbeti berbat olur. Dua edelim de Doğu Türkistan’daki zulüm, Wuhan’daki gibi tüm dünyayı saracak bir felâkete dönüşmesin.
|