İnsandan hazreti insana yücelmenin adı eğitim Turgut Yıldızan Sayı:
105 -
“İnsan bu….” diyordu ya Necip Fazıl. İnsan dünyanın varlık gayesiydi aslında. İnsan yaşasın diye yaratılmadı mı dünyamız? İnsan yaşayabilsin diye ayaklarının altına serilmedi mi tüm yeryüzü ve yeryüzünün altındaki ve üstündeki tüm canlı ve cansız varlıklar? Bu insanı bu kadar değerli kılan neydi diye sormaya gerek var mı dostlarım? Bir kan pıhtısından yaratan Rabbimiz insanı yeryüzünde bir halife yaptı da ondan diyeceksiniz. Doğrudur.
Allah bizi uyarıyor aman ha esfeli safilin olmayın diye.
“Biz insanı ahsen-i takvim (meleklerden üstün) olarak yarattık. Sonra onu esfeli safiline (hayvanlardan aşağı dereceye) indirdik..” (Tin suresi 4. ve 5.ayetler)
Eğitim burada devreye giriyor ve girmeli işte. Eğitim hem insanı ahseni takvime yükseltmeli hem de insanı esfeli safilinden uzaklaştırmalıdır. Eğitim bir gönül işi olmalıdır. İnsanların gönlüne hitap etmelidir. Eğitimin de bir kızıl elması olmalıdır. Kızıl elması olmayan bir eğitim yâre değil ağyara fayda sağlar. Yani kendi toplumumuzu gerileten başka toplumların bize baskı yapmasını sağlayan bir silaha dönüşür. Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ziya Selçuk’un dediği gibi; "eğitimin bir derdi olmalı."
En veciz ifadesiyle derdimizi şöyle anlatıyor Azmi Özcan Hocamız: “Bizim hayat anlayışımız; ilim ile gönlü birlikte götürmeyi söyler. Yoksa bu coğrafyada ya çok aciz olursunuz ya da çok zalim olursunuz.” Ve soruyor Hocamız; “Asıl mesele böyle bir ızdırabımız var mı?” İliklerime kadar titriyorum. Bu ızdırap asırlar boyu yüce milletimizi sarsmıyor mu?
Erol Güngör Hocamız Kültür Değişimi ve Milliyetçilik eserinin 63. sayfasında “Türkiye’nin eskiden İngiltere, Fransa, Rusya gibi düşmanları vardı; Cumhuriyet devrinde nesillere düşman olarak tanıtılan millet Yunanlılar olmuştur.” diyor. Ben bu hakikatten bir öğretmen olarak çok bizarım. Özellikle 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı şenliklerinde eğlence gösterileri öğretmenlerimizin tercihi icabı hep yabancı müzik eşliğinde dans dedikleri yabancı kültür eğlenceleri olarak icra ediliyor. Bence bu askeri açıdan milletin egemenliğini kazanmış olmamıza rağmen kültürel açıdan bayramımız, milli esaret bayramına dönüşüyor. Bu itirazımı öğretmenler odasında dillendirmem öğretmen arkadaşlarımı rahatsız ediyor. Hâlbuki Mustafa Kemal Atatürk; “Bir millet eğitim ordusuna sahip olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak eğitim ordusuyla mümkündür.” İşte bu eğitimin millî olabilmesi için en başta öğretmenlerimizin değerlerimizi benimsemesini sağlayacak moral ve bilimsel çalışmalara yer verilmelidir.
Hasan–ı Basri Hazretleri “Âlimler olmazsa insanların diğer canlılardan farkı kalmazdı. Çünkü onların okutmasıyla insanlar, insanlık seviyesine ulaşırlar.” buyuruyor. O zaman âlimlerimiz görev başına. Öğretmenlerimizi eğitelim ki, onların yetiştirecekleri öğrencilerimiz, vatanına, devletine, bayrağına ve istiklaline sahip çıksın. Ama âlim dediğimiz aydınlarımız da yabancı hayranlığı içinde olmamalı değil mi? Burada sözü Cemil Meriç’e bırakalım. Ümrandan Uygarlığa isimli eserinin 9. Sayfasında şöyle bir tespitte bulunuyor üstat; “Zavallı Türk aydını… Batılı dostları alınmasınlar diye hazinelerini gizlemeye çalışır.”
Gelin şimdi de eğitim konusunda hazinelerimize bir göz atalım. Farabî, Birunî ve İbn–i Sinâ tarihte ilk defa Eğitim Bilimi’ni felsefeden ayırarak eğitim hakkında müstakil eserler yazmışlardır. (Mustafa Önder)
FARABİ: Batı, Farabi’yi Aristo’dan sonra ikinci öğretmen anlamında Muallimi Sani diye kabul etmiştir. Farabî’ye göre öğretmende üç özellik bulunmalıdır: (Mustafa Önder)
1–İyi karakterli, gerçeği arayan, önyargısız biri olmalıdır.
2–Öğretmeyi seven, gönüllü ve idealist olmalı.
3–Mesleğinde uzmanlaşmış olmalıdır.
İBN–İ SİNÂ: İbn–i Sinâ eğitimde deneycilikle aklı birleştirmiştir. Ve eğitimin sadece bu dünyaya değil öbür dünyamızın saadeti için de gerekli olduğunu ifade ediyor. Ayrıca insanın mükemmelleşmesi için eğitimin şart olduğunu söylüyor. İbn–i Sinâ eğitimi yaş gruplarına göre aşamalandırmıştır. Ve uyarıyor. “Çocuk kötü huylar edinmeden eğitime başlanmalıdır.” (Dağ–Öymen 1974: 34–35)
Son olarak İbn–i Sinâ eğitimin amacını şöyle ifade ediyor: Kişinin yeteneklerini en üst düzeye kadar geliştirip, kötülüklerden arınması ve mutluluğa ulaşması Yaratan’ını bilmesi ve unutmamasıdır.
BİRUNÎ: Gözlem ve deneylerden elde edilen sonuçları tefekkür ve akıl yürütme ile birleştirerek vahyin süzgecinden geçirerek gerçeğe ulaşılabileceğini söylemiştir.(T.Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi 6. Cilt 209)
İBN–İ HALDUN: İbn–i Haldun devlet eliyle eğitimi savunmuştur. Eğitimle insan, hayvanlardan ayrılır. İnsanın eğitimle insan olabildiğini, insanlaştığını, bu nedenle insanın eğitilme ihtiyacı olan bir varlık olduğunu ifade eder.
Biri İbn-i Haldun’a sordu: “Çocuklarımızı nasıl terbiye edelim?” İbn-i Haldun dedi ki: “Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın. Zira zaten size benzeyeceklerdir. Kendinizi terbiye edin yeter.” İlmin kapısı Hazreti Ali (kv) de aynısını söylemiyor muydu? “Çocuklarınızı kendi şartlarınıza göre değil onların yaşayacakları zamanın şartlarına göre yetiştirin.”
Dr. Ömer Selvi “okuyanlar meydan okurlar.” diyor. Gerçekten öyle. Peygamberimizin eğittiği sahabe–i kiram, halifeleri, Hak yolundan saptıklarında düzeltmeye çalışacaklarını belirttikleri gibi şimdiki kuşağımız da muhteşem Türkiye’nin Rahmanî medeniyetini oluşturmak için asrımızın emperyallerinin kurdukları sömürge çarklarına meydan okuyabilecek ilmî, teknik ve imanî bir güce kavuşmalıdırlar diyorum. Bilge lider Aliya İzzetbegoviç’in tavsiyesi ile eğitimimizin amacını ve yöntemini tespit ediyorum:
“Gökyüzünün öğrencisi olmadan yeryüzünün öğretmeni olamazsınız.”
|