İlim ve irfan Site Editörü Sayı:
106 -
Yüz beşinci sayımızın kapağında bir kanadında “irfan” bir kanadında “ilim” yazan bir kuş figürü vardı. Tek figür ve iki kelime ile okuruna vermek istediği mesajı gayet açık şekilde veren en güzel kapaklarımızdan biriydi bu kapak.
Bu sayımızın konusu o iki kanattan birinde yazan irfan kavramı ile ilgili: Anadolu İrfanı.
O güzel kuşun bize gösterdiği gibi, ilim ve irfanı ayrı olarak değerlendirmek pek mümkün değil. Anlamlarına baktığımız zaman da birbirine çok yakın olduklarını görüyoruz. Sözlük anlamları neredeyse aynı: bilme, anlama, biliş. Ancak kökleri itibari ile çok farklı olan bu kelimeler arasında önemli nüanslar var.
Günümüzdeki lügat manası ile ilim salt olarak bilgiyi işaret ediyor. Bu bilgiyi taşıyana âlim deniyor. Örneğin fizikle ilgili bilgilerin toplamına fizik ilmi diyoruz, müslüman birinin hayatını düzenleyen kurallara ilmihâl yani hâl ilmi diyoruz. İrfan kelimesi ise arefe (bildi, tanıdı) kökünden geliyor. Kelime anlamı yine bilmekle ilgili olsa da buradaki bilgi, bilginin kendisinden ziyade onun özümsenmiş, hikmetine haiz olunmuş ve nerede kullanacağını bilme haline işaret ediyor.
İrfan ile sahip olunan bilgi, ilim ile elde edilenden farklı. İrfanda basiret, sezgi var. İki kavrama bu açıdan baktığımız zaman irfan ilimden sonraki bir basamak gibi duruyor. Peki, irfan sahibi olmak için ilim gerekli mi?
Bendeniz bu konuya kafa yorarken dikkatimi çeken bir nokta Kur’ân-ı Kerîm’de irfan veya arif kelimelerinin geçmemesiydi ama ilim, âlim kelimeleri kutsal kitabımızda sıkça geçiyor. Diğer yandan Allah’ın isimleri arasında Ârif ismi yok ama Âlim ismi var. Efendimiz’in, âlimlerin peygamberlerin varisleri olduğunu buyurdukları hadis-i şerif malûmunuz. Efendimiz diğer bir hadislerinde ilimleri ile amel etmeyen âlimlerden bahis buyuruyor, demek ki sadece ilim sahibi olmak yetmiyor. Bu bilgiler ışığında İslâmî ıstılahta ilim lavramının irfanı da kapsadığını düşünebiliriz.
Günümüzde ise irfan kavramının anlattığı farklı bir şey olduğu açık. Şöyle söyleyelim, sayı konumuz olan “Anadolu irfanı” kavramını çok duymuşuzdur ama “Arap irfanı” veya “Fars irfanı” kavramlarını hiç duydunuz mu, ben duymadım, duymamak benim eksikliğim olabilir ama her şeyi danıştığımız google’a da sordum, hemen hiç kayıt dönmedi. Bunun yanında “Anadolu ilmi” diye bir tanıma da çok aşina değiliz, bu da bizim eksiğimiz. Japon ilmi (veya bilimi denebilir ancak burada da kastedilen aslında teknoloji), Batı ilmi gibi tanımlamalar çok daha kulağa yakın gelirken Anadolu için böyle bir tanımlama yok.
Bu durumda, ilim sahibi olmadan nasıl irfan sahibi bir toprak oldu Anadolu? Örf kelimesinin irfan ile aynı kökten olması bize ipucu veriyor. Kültürlerde zamanla oturan davranışlara örf diyoruz. Örfün kaynağında ilim var ama daha sonra örfü devam ettirenler o ilimden habersiz olabiliyorlar. Benim naçizane düşüncem kaynaktan gelen ilim sahiplerinin aktarımları ile bu damarlar günden güne azalsa da canlılığını sürdürüyor. Diğer bir konu da şu, ilim sahibi olmak deyince aklımıza hemen ciltlerce kitap okumak gelir ama atladığımız bir şey var, okumak ilim sahibi olmak için bir araçtır, bazen başka araçlarla da ilim sahibi olunabilir. Efendimiz elbette peygamber olması hasebi ile özel bir örnek ama Allah O’na ilmi okuma ile değil vahiy ile vermiştir. Özellikle tasavvufta okuma aracı ile elde edilmeyen irfan söz konusu, zaten Anadolu irfanı dediğimiz daha çok buradan beslenir. Ancak bu konu suistimale açık olduğu için özellikle fıkıh sahasındaki âlimler tarafından kabul görmediğini belirtmek lazım. Yine de bu durum, yazıya gelmesi zor ama hissedilen irfanın varlığını kapatamıyor.
İrfanı tanımlamak gördüğünüz gibi kolay değil ama aklıma ilk gelen tanımlardan biri şu, irfan bilginin ruha bürünmüş hali gibi. Nasıl ki insanlarla diğer varlıklar arasındaki en önemli fark insanın ruha sahip olması ise bilginin de ruha bürünmüş haline irfan demek geliyor içimden. Anadolu’da bir irfan varlığından söz ediyorsak bu irfan o ruhtan gelmiyor mu sizce de?
Merhum Ömer Nasuhi Bilmen, Cumhuriyet dönemimizin önemli İslâm âlimlerinden biridir. Bir gün Sahaflar Şeyhi Muzaffer Özak Efendi’yi ziyaret ediyor. Muzaffer Efendi’nin İrşad adlı eserinden konuşuyorlar. Ömer Nasuhi Bilmen diyor ki, “Efendim, bu kitapta yazan her şeyi ilmen biliyorum ama yine de okuduğumda hisleniyorum, ağlıyorum” İşte o kitapta büyük bir âlimi hislendiren şey ilmin yanında irfanın, o “ruhun” olmasıdır. Bu hatırada görebileceğimiz gibi Anadolu’da bu irfanın oluşmasında en büyük etken tasavvuf yollarıdır.
|